top of page
Yazarın fotoğrafıOsmanli Naksibendi Hakkani

Şeyhimize Olan Aşkımızı Nasıl Canlı Tutarız?


BismillahirRahmanirRahim

Soru: Hutbede, Peygamber Efendimiz (asvs)'a olan sevgiden bahsettiniz. Şeyhimize ve size de duyuyoruz bu sevgiyi. Sorum şu ki: Bunu nasıl sürekli canlı tutarız? O aşkı nasıl sürekli canlı tutarız ki, inatçılık etmeyelim, tembelleşmeyelim? Arada bir düşüp kalkabiliriz belki ama bunu (bu aşkı) her daim nasıl koruyabiliriz?

Bağlantını kesme. Bu şekilde korursun. Bağlantını koparma. Burada bizim için kolay çünkü burada Dergah’ta belli başlı bazı şeyler oluyor. Mesela şu bir yasadır, sadece Dergah'ta da değil, İslam'ın bir yasasıdır ki, bağlantını koparamazsın. Zikirden bağlantını kesemezsin. Çünkü bu Tarikatta olmanın, biatın bir parçasıdır. Kendini zikirden koparamazsın. Cuma'dan koparamazsın kendini. Kutsal gün ve gecelerden koparamazsın. Orada olursun da, eğer kalbini oraya koymuyorsan, bağlantı kurabilmen için iki gün üç gün ya da yedi gün burada olmanı söylemişiz fark etmez, bir faydası olmayacaktır. Yani bu zamanlarda kendini izle. Her şeyi dışarı at. Peygamber Efendimiz (asvs), Allah rızası için, Allah’ın aşkına olan uzaklığını, O'ndan ne kadar uzakta olduğunu anlamak için, "Ağla", diyor. Ağla. Diyor ki, "Ağlayamıyorsan da kendini ağlamak için zorla." Tabii bunu yalnız başına yap, herkesin ortasında değil. Bir şeyi herkesin önünde yaptığında, o şey şova dönüşür. Şeytan dahil olur.

Yani Allah rızası için güzel bir şeyler yap. Diyelim ki, yaptığının doğal olmadığını hissediyorsun ya da içinden yapmak gelmiyor. Peygamber Efendimiz (asvs), "Birazcık kendinizi zorlayın," diyor. Kendisi ne buyuruyor? Evet, bazen bir aşk geliyor. Bazense olmuyor. İçimizden gelmediği zaman, işte bağlantıyı o zaman kurmak gerekiyor. Bağlantıda olduğun zamanları hatırla. Kendime söylüyorum bunu. Bağlantıda olduğum zamanlar vardı, hatırla o zamanları. O zamanları, bağlantının kopuk olduğu zamanlarda kullanmaya çalış. Anlıyor musun? Hatırla. Bu tıpkı, Allah'a şükürde durman, şükretmen gibidir. Sahip olduğun zamanlar, sahip olmadığın zamanları hatırlar; sahip olmadığın zamanlarda ise, sahip olduğun zamanları hatırlarsın. Bu şekilde şükürde durursun.

Çok aktif olmak durumundadır. Aşktaki bütün mesele aktif olması gerektiğidir. tembel olamazsın, pasif olamazsın. Olamazsın. Çünkü hiçbir Peygamber tembel olmak için gelmemiştir. Hiçbir Peygamber kimseye tembel olmalarını öğretmemiştir. Hayır. Gelen her Peygamber gece gündüz koşturmuştur. Hareket halindedir. Anlıyor musunuz? Bu hareket ile ne gelir? Osmanlılar ne diyor? Nerede hareket, orada bereket. Hareketle, bereket olur. Bereket, hareketten ötürü gelir. Ve nerede bereket, orada rahmet. Rahmet, muhabbet olur. Daha fazla aşk duymak istiyorsunuz— ki hepimiz Şeyhimize daha fazla muhabbet, aşk duymak istiyoruz, o zaman aktif olmalıyız. Kendini, "Hiçbir şey yapmıyorum, hiçbir şeye koşturmuyorum," diye yakaladığında, bir şeyler yap. Çoğu defa bunu söylüyoruz. Bir şeyler yapın, diyoruz. Hiçbir şey yapamıyor musun? Bir bardak su getirebilirsin. Hiçbir şey yapamıyorsun diyelim, ah şurada bir şeyler bozulmuş, bari onları tamir edeyim, dersin. Anlıyor musun?

Neden Şeyh Efendi birçok defa geldiğinde herkesi azarlıyordu sanıyorsunuz? Neden? Küçük şeyler yüzünden. Başka insanlar baktığında, "Bu çok küçük bir mesele. Neden bu kadar sinirleniyor ki?" derler. Çünkü insanlar ölmüş artık. Hareket halindeysen, canlısın demektir. Canlıysan, neyin doğru neyin ters olduğunu fark edersin, çünkü bakıyorsundur. Anlıyor musun? Bakıp tamir etmeye çalışıyorsun. Bu da umursadığını gösterir. Çünkü bu aynı zamanda şeytanın seni sarıp bloke etmeye çalıştığı zamandır. Dışarıda capcanlı ve aktifsin, bir kere buraya geldin mi böyle (surat asıyorsun). Hayır. Artık murakabe yapma zamanı değil. Bu artık birbirine bakma, etrafına bakma zamanı. Düzeltmeye çalışma zamanı. Bereket ve hareket için yardım etme, canlı olma, koşturma zamanı şimdi. O zaman o muhabbet de orada olacak. O muhabbet sizi harekete geçirecek. Artık kimsenin size bir şey demesine gerek olmaz, çünkü canlısındır.

Bu şekilde bağlantını koruyacaksın. O zamanları (bağlantının kuvvetli olduğu zamanları) kullan. Bazı zamanlar var, bakıyorsun ki, "Rutine binmeye başladı," dur o zaman. Düzelt. Harekete geçmek durumundasın. Sadece, "Benim için dua edin," demekle olmaz. Hayır. Osmanlılar ne der? Bazen bir kötek bin nasihatten yeğdir. Yani, söyle söyle söyle, dua et et et et; işe yaramıyor. Bazen bir kötek gelir, daha iyidir; insanları uyandırır. Çünkü her Peygamber sohbet vermek, dua etmek, konuşmak için gelmiştir ancak her Peygamber aynı zamanda beraberlerinde kötek de getirmiştir. Değil mi? Çünkü hayvan mertebesindeyken laftan anlamazsın ki. O mertebede, attığın kötek bir laf olur artık. Şimdi gidip de hayvanlarınıza vurun demiyorum. Ancak terbiye veriyorsanız, bundan bir zevk almadan... Gereklidir. Kendinizi birazcık harekete geçirmeniz gerek. "Bu hep böyle oluyor. Artık rutine binmeye başladı. Değiştirmem gerek," dersiniz.

İşler nasıl rutine biner? Birçok defa sırf tembel olduğunuz için rutinleşir. Çünkü bir şeyler yapmaya çabalamıyorsun. Eğer yapmanız gereken çok şey varsa, "Tamam, yarım saat erken geleceğim. Şunu şunu okumam gerek. Hayır. Bir tek oturup okumayacağım. Gelip her şey yolunda mı diye bakacağım. Şeyhimin gözüyle bakacağım. Her şeyin iyi olduğundan, herkesin iyi olduğundan emin olacağım. Birazcık etrafa yardım edeceğim. Sonra oturup şunları okuyacağım," dersin. O zaman, çok aktif olmaya, koşturmaya başlarsın. Her Sahabe koşmuştur. Koşmuşturlar. Öylece oturmamışlardır. Ehl-i Suffa'nın hiçbir şey yapmadan bütün gün öylece mescidde oturduğunu sanmayın. Savaşta dövüşüyorlardı. Çarpışmalara giriyorlardı. Neden Ehl-i Suffa denilmişti kendilerine? Çünkü kimseye ait değillerdi. Kimse Onları istememişti. Kimsesiz sayılırlardı. Arkadaşları Onları sevmemişti. Aileleri Onları sevmemiş, ya da hiçbir zaman bir aileleri olmamıştı. Belki kölelerden daha aşağı durumdaydılar. Birçokları zaten o geçmişten geliyordu. Bu ne demek oluyor? Dünyada kimse onları sevmedi, dışladı. Tanıdık geliyor mu? Tanıdık mı? Kendinizi onların yerinde görürseniz şükredin. "Şunu okuyacağım," diyorsunuz. tamam, sadece okumakla da kalmayacağım, biraz da üzerinde düşüneyim, birazcık da anlayayım." Savaşmak durumundasın. Çünkü buraya geliyorsun, çok güzel, çok rahat, özellikle de zemin şimdi çok sıcak; ne olacak? Uyuyakalacaksın. Tüm bunları yapmıyorsan bile, kendini zorlayarak, nefsine karşı savaşarak yeniden bağlantını kurmuş oluyorsun. Aksi takdirde... Uyuyakalmana sebep olan ne? Allah mı? Hayır. Allah'ın evine geliyorsun, kalbin canlanıyor. Çünkü Allah'ı hatırlıyorsun. Namaz esnasında uyumana sebep olan şey ne peki? Şeytan. Fısıldıyor. Yüzüne üflüyor. Seni çok rahat ettiriyor. Öyle değil mi? Dışarıda çalışmışsın ya da çalışmamışsın fark etmez. Aynı. Anlıyorum. Hepimiz aynı yerdeyiz.

O enerjiye sahip olmanızı sağlayacak şey nedir? Mücadeleye başlamanız. Ona karşı savaşmaya başlayın. Savaşırken neye ihtiyacınız vardır? Enerjiye. Neye ihtiyacınız var? Savaşmak için aşka ihtiyacınız var. Değil mi? Ardından deneyeceksin. "Belki zikrin pek bir faydası dokunmuyor, o halde zikir yapmayacağım. Belki sadece biriyle konuşacağım. Epeydir şu kişiyle konuşmadım. Böyle fısıldayarak... Şu kişiyi anlamaya çalışacağım..." Artık her ne yaparsan yap, sırf şeytan, "Uyu," dediği için, uyumamak üzere yaptığın her şey bir ibadet haline gelir. Anlıyor musun? O zaman nefsine karşı savaşman, hiçbir aşk duymadan, robot gibi öylece okumaya kıyasla daha büyük bir ibadet olur.

Biliyoruz. Bir insanın aşkı var mı yok mu, bunu anlayabilmek için yeteri kadar uzun süredir buradayız. İnsanlar belki her hafta geliyorlar. Geliyorlar. Hiçbir şey göstermiyorlar, hiçbir şeye bakmıyorlar. Kimseye selam vermiyorlar, öylece oturup sonra da kalkıp gidiyorlar. Fiziksel olarak oradalar ancak ölmüşler. Kalpler ölmüş. Bunu da görüyoruz. Allah bizi böyle olmaktan korusun. Birazcık orada burada tuzağa düştüğümüzde düzeltmeliyiz. "Bugün başarısız oldum," diyorsun diyelim, "Yeteri kadar canlı değildim." Sonra onu tamir etmeye çalışırsın. Belki Cuma'dan sonra deneyeceksin. Belki, "Bugün pek iyi değildim, şimdi gidip mutfağa biraz yardım edeyim, şuraya gidip biraz temizliğe yardım edeyim," dersin. Düzeltirsin. Çünkü tembellik etmezsin. "Şöyle şöyle yaptım," dersin, "borçuluyum, şimdi birazcık geri ödemem gerek." Ödemek için para vermekten falan bahsetmiyorum. Hayır hayır. Belki, "Ey nefsim! Orada oturup uyumaktan pek rahatsın. Şimdi seni cezalandıracağım," dersin. "Şimdi tuvalete gideceğim. Tuvalete gidip tuvaleti temizleyeceğim." Ve tuvaletteki o kire bakıp, "Sen bundan daha pissin," dersin. Anlıyor musunuz? Bazıları, "Bunu yapmak çok ama çok çok zor," der. Bunu yapmak o kadar da zor değil. Bu yapması çok kolay bir şey. Şeyhinin, başka bir mertebeye yükselebilmen için seni kendine karşı savaşa sokması, yapması zor olan budur.

Belki böyle yapacaksın, belki başkalarına yardım edeceksin. Belki de, "Tamam. Bu şekildeydim, uyuyordum. Biri bana bir şey dedi. Sinirlendirdi beni. O zaman ben de kendime, sen bunu hak ettin, diyeceğim." Birisi sana bir şey söyledi, bunu hak ettin. Çünkü sen de önceden öyleydin. Ama aktiftir. Şeyh Efendi'nin dediği gibi, "tırlama" olur. Aktifsindir. Çünkü müminin özelliği budur. Şeyh Efendi'nin tembel insanları sevdiğini söyleyin bakalım. Asla! Asla! Tam tersi! Tembel, uykucu insanları gördüğünde dışarı atar, huzurundan kovardı. Canlı insanlar isterdi. O kişi iyiymiş, kötüymüş, çok ibadet edermiş, ya da etmezmiş fark etmez. Canlılardı. Anlıyor musunuz?

İnşaAllah, tüm bunları yapmaya çalışırsak yeniden bağlantı kurmak kolay olur. Bağlantını kaybedersin, yeniden bağlarsın. Kaybeder, yeniden bağlarsın. Tamam? O zaman bir şeyler kazanırsın. Yaptıkların robotlaşmaz. Rutine binmez. Çünkü o zaman her gün farklı olur. Her Perşembe farklıdır. Bir kere bunu yapmaya başladın mı, gelmesi için can atarsın. Kendini hazırlamaya, düşünmeye başlarsın: "Şeyh Efendi her zaman sorusu olan var mı, diye soruyor. Neden hiç soru sormuyorum? Bütün cevapları biliyor muyum ki? Hayır. O zaman biraz düşüneyim bari. En azından bir dahakine huzurundayken, sorusu olan var mı diye sorduğunda, şu konu hakkında düşünüyordum. Cevabını bulamadım, derim. En azından mutlu olur, çünkü en azından bir şeyler hakkında düşündüğümü gösterir bu." Yani kendini hazırlamaya, sabırsızlıkla beklemeye başlarsın. Çünkü hakikatte bütün evren Perşembe gecesinin gelmesi için can atıyor. Bütün Melekut Alemi dört gözle bekliyor. Ezanın okunmasını bekliyorlar. Zikirde olmayı bekliyorlar. Neyi bekliyorlar? Bizi bekliyorlar.

Hatırlıyorum, bir defasında bir hikaye vardı... Çünkü şimdi burada Bilal'e bakıyorum. Bir keresinde Peygamber Efendimiz (asvs)'dan bir başkasının ezan okumasını istediler. Çünkü Hz. Bilal'in sesini beğenen kişiler çok fazla değildi. Tamam? "Kulağa çok güzel gelmiyor," diyorlardı. Çünkü bu (fiziksel) kulaklarıyla yargılıyorlardı. Bunun üzerine bir başkası okudu. Ve neredeyse o namazın vakti geçmek üzere oldu, Melekler aşağı indiler. Peygamber Efendimiz (asvs)'a, "Kimse ezan okumadı mı?" diye sordular, "Biz Bilal'in sesini bekliyoruz," dediler, "Onun sesini duymayı bekliyoruz. Onun sesini henüz duymadık. Melekler daha namaz kılmadılar." Anlıyor musunuz?

Zorla biraz kendini. Anla. Kendini it biraz. Kimse senin yerine yapmayacak bunu. Sen kendi başına yapacaksın. Şunu bil; yaptığın her sünnet sana öyle rahmet getiriyor ki; banyo yapmaktan, tırnaklarını kesmekten, biraz daha fazla namaz kılmaya kadar... Birazcık bir şeyler okuyacağım, dersin. “Bütün cüzü okuyamayacağım şimdi belki ama en azından birkaç ayetini okuyayım. Biraz rahatlayayım. Kendimi o moda sokayım.” Perşembe, diye düşünmeye başla. O zaman imanın artacak ve şeytanın, "Eh, aynı işte, bir şey mi olacak zannediyorsun?" demesine karşı savaşıyor olacaksın. İnşaAllah.

Nefsimizle ve şeytanla savaşmak için buradayız biz. Mücadele edin inşaAllah. Allah güç versin. Bizler çok aciziz. Hiçbir şey yapamayız. Ancak Allah ile her şey mümkündür.

Ve min Allahu Tevfik.

El Fatiha

Amin.

Selam aleykum ve rahmetullah.

Soru: BismillahirRahmanirRahim "Çocukluğumuzdan beri ailemiz bize, başka insanların hakları, Allah'ın haklarından daha önemlidir diye öğrettiler." "Allah bağışlar ancak hakkını aldığın diğer insanlar bağışlamayabilir. Birçok Evliyaullah'ın Allah uğruna ailelerini bıraktıklarını görüyoruz."

Yanlış bir öğreti. Çünkü öncelik diğer insanlar değil. Öncelik Allah'tır. Ve Allah'ı önceliğe koyarsan, elinden geldiğince diğer insanların da haklarını verirsin. Allah'ı önceliğe koydun diye, şimdi Allah için koşturuyorsun ve hiçbir sorumluluk taşımayacaksın, diye bir şey yoktur. Allah için koşturuyorsan, daha fazla sorumluluk yüklenmen gerekir. Elinden geldiği kadar. Anlıyor musun? O zaman, nasıl bir sorumluluk taşıman gerektiğini anlarsın.

Anne babalarımıza göre çoğumuz başarısız olduk. Çünkü avukat, doktor vesaire olmamız gerekiyordu. O yüzden haklarını helal etmiyorlar. Bizim yeryüzünde bulunma amacımız ne? Doktor ya da avukat olmak değil; Allah'a kul olmak. Allah'a kul oluyor muyuz? Olmaya çalışıyoruz, o yüzden bir Şeyhi izliyoruz. İnsanlarla ilgilenmek için belli bazı sorumlulukları yükleniyor muyuz? Orada burada biraz eksikliklerin var. Deniyorsun. Tamam. Görüyorsun, öyle konuşanlar hemen yargılayıp ceza keserler. "Böyle böyle yapmazsan, Allah seni affetmez," diyorlar. Allah'ın yerine konuşuyorlar. Kendi çocuklarının bile hemen cezasını kesiyorlar. Değil mi? Ancak Allah merhametlilerin merhametlisidir. Peki Allah'ın izinden gidiyorlarsa, o zaman neden affetmiyorlar? Ya da kendileri için mi yaşıyorlar? Ya da kendilerini Allah gibi mi görüyorlar? "Bak, görüyor musun? Ben affetmezsem, Allah da affetmez!" Nasıl bir kibir bu?

Bir mümin, özellikle de ana babalar çocuklarına karşı, "Eh ne yaparlarsa yapsınlar, hala daha çocuk," der. Hala daha çocukturlar. Çocuğu 90 yaşında, ebeveynleri 120 yaşında da olsa, "Yine de o benim çocuğum, affetmem lazım," derler. Hiçbir zaman onları aynı görmez. Değil mi? Yani artık rahmet kalmamış. Rahmet kalmamış. Birbirini bağışlamak yerine, "Hayır, senden istediğim şeyi yerine getirmen gerekiyor," diyorlar. Buna hakkı yok ki. O zaman hak nedir? Hakları nedir? Günümüz anne babalarına sorarsan, "Bana tapmalılar; bu benim hakkım," derler. "Dediğim her şeye yüzde yüz itaat etmen gerek. Benim senin üzerindeki hakkım bu!" derler. Hayır. Öyle değil. Allah yolunda mı gidiyor o kişi? Hayır. Kendi menfaati için Allah'ın sözlerini kullanmakta oldukça aceleci ama.

Yapmanız gereken belli başlı şeyler var. Sağ duyudur bu. Onlara bakmak, yardımda bulunmak gerek. Ama elinde yoksa, yapamıyorsan, o zaman senden ne istiyorlar? Bağışlamak durumundalar. Pes etmiyorsun. Yine de deniyorsun. Küçük küçük vereceksin. Herkesin tüm bunlar hakkında çok garip ve yanlış anlayışları var. O yüzden bir Şeyhe sahip olmak önemli. Bir Şeyhe sahip olmak çok önemli. Çünkü herkesin kendi dini, kendi inancı var. Herkesin kendine göre bir dini, inancı varsa, neden Allah Peygamberler gönderiyor ki o zaman? Beni İsrail'in bir inancı vardı. Şirk işlemiyorlardı. Değil mi? Hepsinin inancı vardı. Allah neden Peygamber gönderiyor? Allah neden onlara 70.000 Peygamber gönderdi? 70.000 Peygamber. Anlıyor musun? Çünkü inançları yanlıştı. Bir inanca sahip olduklarını düşünüyorlardı ancak tam değildi. Normal değildi. Sağduyulu değildi. Allah'ın inanmalarını istediği şekilde değildi.

Yani şimdi daha da beter durumda. Herkes, özellikle de bu Vahhabi hastalığı ile herkes, "Hayır, ben Kur'an okuyabilirim. Kur'an'da bunları bunları söylüyor. O yüzden beni dinlemelisin," diyor. Eskiden insanlar Kur'an'dan alıntı yapmamaları gerektiğini bilirlerdi. Çünkü, "Kur'an'da ne biliyorsun ki?" derlerdi. Ne biliyorsun? Bu aynen birinin anayasadan alıntı yapması gibi. Ne biliyorsun? Hukukla ilgili ne biliyorsun? Hiçbir şey. O zaman Allah'ın Sözleri'ni nasıl bilebiliyorsun? Sırf kitabi bilgi açısından bile, ki Kur'an'dan alıntı yapan herkes, Kur'an'n kitabi bilgisinden aldığını iddia ediyor, ruhsal değil, Kur'an'ın kitabi bilgisi. Sırf o kitabi bilgi için bile öncelikle, bir hüküm elde edebilmek için, yani, "Kur'an şöyle söylüyor, ben de böyle söylüyorum," diyebilmek için bile, sırf bunu diyebilme yetkisine sahip olmak için bile Arapça üstadı olmalısın. Dilbilgisi, edebiyatı, her şey... Yıllarca eğitimden geçmen gerek. Ne deniyor ona? Fetva. Fetva verebilmek için. Anlıyor musun? Ama günümüzde Vahhabi hastalığı öğretiyor ki, herhangi biri, herhangi bir kişi fetva verebilir, diyorlar. Anlıyor musun? Arapça bilmiyor musun? Hiç fark etmez. Fetva verebilirsin.

Bu ne demek? Herkes Peygamberlik iddiasında bulunuyor. İnsanlar arasında bu çok fazla karmaşa yaratıyor. Bunda ne kadar inatçı olursan, ne kadar kibirli olursan, o kadar iyi, diyorlar. Çünkü o zaman güçlü bir Peygambersin demektir. Kimseyi dinleme. Özellikle de sana yetki sahibi olarak gönderilmiş olanları.

Mükemmel olduğumuzu söylemiyorum. Her zaman hata yapıyoruz. Ancak Allah'ın affını diliyoruz. Deniyoruz. Hakkını vermeye çalışıyoruz. Hata yapıyoruz. Tamam. Allah bizi affetsin der ve arkanı temizlemeye çalışırsın. Şeyhin varsa, “Tamam şöyle şöyle yap,” der. Yavaş yavaş. Tamam?

İnşaAllah. Bu kadarı yeterli inşaAllahu Rahman.

Ve min Allahu Tevfik.

El Fatiha. Amin.

Selam aleykum ve rahmetullah.

Şeyh Lokman Efendi Hz.

Sahibul Sayf Şeyh Abdulkerim el Kibrisi (ks) ‘nin Halifesi

Osmanlı Dergahı, New York

30 CemaziyelEvvel 1439

16 Şubat 2018

96 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comentários


bottom of page