BismillahirRahmanirRahim
Elhamdüllillah, Elhamdüllillah, Elhamdüllillah, rabbil alemin vessalatu ve salamu ala Resuluna Muhammedin ve ala alihi ve Sahbihi ecmain nahmadullahu te’ala ve nastağhfiruh ve naşhadu an-lailaha ilallahu vahdahu la şerike leh ve naşhadu enne Seyyidina Muhammedin Abduhu ve Habibuhu ve Resuluhu Sallallahu Alayhi ve ala alihi ve ezvacihi ve eshabihi ve etbaihi.
Hulefail raşidin mahdin min ba’di vuzerail immeti alal tahkik. Hususan minhum alal amidi Hulefai Resulillahi ala tahkik. Umara il müminin. Hazreti Ebu Bakr ve Ömer ve Osman ve Ali. Ve ala bakiyati ve Sahabe-i ve tabiin, RıdvanAllahu te’ala aleyhim ecmain. Ya eyyuhel müminin el hadirun, ittakullaha te’ala ve ati’uh. Inna Allaha ma allathina-takav vel-lathina hum muhsinin.Elhamdülillahi Rabbil Alemin. Ve Salatu ve Salamu ala Eşref al-Enbiya’i ve İmam el-Murselin, Seyidina ve Mevlana Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.
Bütün hamdler, Alemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. Bütün hamdler insanoğlunu Ahsen-i Takvim üzere, en güzel şekilde yaratan Allah’a mahsustur. Bütün hamdler insanoğluna Aklı, İmanı ve Hayayı bahşeden Allah’a mahsustur. Bütün hamdler, “Hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratan ve Azîz (mutlak güç sahibi) olan, Ğafur (çok bağışlayan) olan”(67/Mülk:2) Allah’a mahsustur.
Tüm salatü selamlar, Cennet ehlinin Abdül Kerim olarak, cehennem ehlinin Abdül Cabbar, Cennetteki meleklerin Abdül Hamid, İlham Meleklerinin Abdül Mecid, Peygamberlerin Abdül Vehhab, cinlerin Abdül Rahman, iblislern Abdül Kahhar, Dağların Abdül Halik, denizlerin Abdül Kadir, balıkların Abdül Kuddüs, böceklerin Abdül Muğis, yaban hayatta Abdül Selam, dört ayaklı hayvanların Abdül Mümin, kuşların Abdül Gaffar olarak andığı Peygamberimizin üzerine olsun. (Kabu'l-Ahbar’ın aktarımı)
Ve tüm salatü selamlar Seyyidina ve Mevlana Muhammed (as)’ın üzerine olsun. Tüm salatü selamlar, onun mübarek ehl-i beyti ile şerefli sahabeleri ve bilhassa da dört Hulefa-i Raşidin, Hz. Ebu Bekir Sıddık, Hz. Ömer el Faruk, Hz. Osman el Ğani, Hz. Ali el Murtaza ile Kıyamet Günü’ne dek onları takip edenlerin üzerine olsun.
Eyyühel Müminun! Ey Müminler! Bugün, Yevmil Cuma, toplanma, bir araya gelme günü. Zilkade Ayı’ndayız; yavaş yavaş Hac Ayı’na, Kurban Ayı’na, Zilhicce Ayı’na yaklaşıyoruz. Müminler, Hac esnasında Kabe’ye doğru ilerlerken, “Lebbeyk Allahümme Lebbeyk” diyerek Allah (svt)’ya seslenirler.
“Huzurundayım Rabbim, hizmetindeyim.” Bir müminin tutumu budur. Sadece Hac esnasında da değil, her zaman. Rabbinin hizmetine hazır ve nazırdır. Müminler, Peygamberler, “Semi’na ve ata’na” derler. Duyduk ve itaat ettik.
Peki kimi duyduk, kime itaat ettik? Allah (svt), bize buyuruyor,
BismillahirRahmanirRahim
“Ey İman Edenler! Allah'a itaat edin, Peygambere itaat edin ve sizden emir sahibi olan liderlere itaat edin.” (4/Nisa:59)
İşte Semi’na ve ata’na’yı hayatımıza böyle uyguluyoruz. Kelime-i Şehadet getirebilir, namaz kılıp, oruç tutup, zekat verip, Hacca gidebiliriz, ancak Semi’na ve Ata’na’ya göre yaşamıyorsak, o vakit eksik kalmışızdır.
Her şeyi doğru yapsak bile, eğer Hakikat Ehli’ne itaat etmiyorsak, o zaman şeytanı ve nefsimizi duyuyor, onlara itaat ediyoruz demektir. Ve onlar en fena efendilerdir. Çünkü yalnızca kendi kendimizi mahvetmemize sebep olurlar. Yusuf Suresi’nde Allah (svt) buyuruyor,
BismillahirRahmanirRahim
“Nefs, kötülüğü emreder.” (12/Yusuf:53)
Eğer, “Duyduk ve itaat ettik”e göre yaşıyorsak, her gün kendimize, “Neden buradayım?” diye sormalıyız. Ve bir müminin bu soruya vermesi gereken tek cevap, “Allah’ı memnun etmek,” olmalıdır. Dürüstçe kendimize bu soruyu sormalı ve, “Neden burayım?” demeliyiz. Kalp çok çabuk cevabını verecektir. Ve eğer cevap, “Allah’ı memnun etmek,” değilse bilmeliyiz ki, bizler Rabbimize iyi bir kul değiliz. Eğer cevabımız, “İşim, ailem, dünya,” ise, o zaman itaatimiz Allah’a değil, düşmanlarımıza, yani nefsimize ve şeytanadır.
Kötü kullar olmaya zamanımız yok. İtaatsiz olmaya zamanımız yok. Çünkü ölüm her an gelebilir. Ölümden kaçamayız.
Azrail Aleyhisselam, Süleyman Aleyhisselam’ın meclisinde belirdiğinde, çok dikkatli bir şekilde orada oturan bir adama bakmaya başladı. Bir süre sonra ortadan kayboldu. Adam Hz. Süleyman (as)’a giderek, “Bana bakan o kişi kimdi?” diye sordu. Hz. Süleyman (as) cevapladı, “O Ölüm Meleğiydi.”
Bunun üzerine adam korkudan titremeye başladı ve, “Ya Süleyman,” dedi, “canımı almak istermiş gibi bakıyordu bana. Sen rüzgarlara hükmedebiliyorsun. Yalvarırım, onlara beni aldır da, götürüp Hindistan’da bir dağın tepesine bıraksınlar.” Hz. Süleyman (as) o kişinin dileğini yerine getirdi ve onu dağın tepesine bıraktırdı. Ardından Azrail (as) yeniden Hz. Süleyman (as)’ın meclisine geldi. Bunun üzerine Süleyman Peygamber,
“Ya Azrail, neden o adama öyle bakıyordun?” diye sordu. Azrail şöyle cevapladı,
“Bakıyordum, çünkü Allah (svt), onun canını Hindistan’da, dağın tepesinde almam için emir verdi bana. Ama o hala burada, Şam’da senin huzurunda oturuyordu.”
Ey Müminler! Hiçbirimiz Azrail (as)’dan kaçamayız.
O yüzden her gün kendimizi kontrol etmeliyiz. Allah’ın emirlerine uydum mu? Dönüp kendimize bakmamız lazım. 20 yaşındayım, 30 yaşındayım, 40 yaşındayım, 50 yaşındayım. Bu yaşa kadar geldim, Allah (svt)’nın emirlerini yerine getirdim mi? Yoksa kulluktan kaçıyor muydum?
Allah (svt) bizi aciz yarattı, evet. Ancak O’na döndüğümüz vakit, O’nun iyi kullarından olacak gücü buluruz.
Şeyhimiz Sahibul Saif Şeyh Abdül Kerim el Kıbrısi el Rabbani (ks) bize şöyle anlatıyor:
Allah (svt) buyuruyor, "Benimle birlikte güç bulursunuz. Bana dönün. Bana bir adım atın, Ben size on adım atarım. Bana yürüyün, Ben size koşarım."
Günde en az 100 defa HasbinAllah ve nimel vekil deyin. Bu dünyada en için yaşadığınızı anlayabilmeniz için size güç kuvvet verir bu. Böylece her baktığınız yerde, her gördüğünüz şeyi buna göre düzenlersiniz. Aksi takdirde nefsinize göre bir düzen verirsiniz ve nefsinizin istikameti de, sizi sürüklemekte olduğu ateştir.
Kendimize iyi durumda olduğumuzu söylememeliyiz. Müslüman doğdum, Müslüman isme sahibim, iyi durumdayım deme tembelliğini göstermemeliyiz. Eğer kalbimiz hala daha bu dünya ile meşgulse, iyi durumda değiliz demektir.
Bu sözler artık hiçbir mescidde hoş karşılanmıyor. Çünkü mescidlerde, Müslüman kongrelerinde, Müslüman öğrenci topluluklarında anlaşmaya varılan nokta şu, "Kimse bana yanlış olduğumu söylemesin. Hepimiz iyiyiz. Sen istediğin şeyi yap, senin iyi olduğunu söyleyeceğim. Ben de istediğimi yapacağım, sen de benim iyi olduğumu söyleyeceksin." Bugün durum bu. Ve Hak için ayağa kalkmadığımız, batılın karşısında durmadığımız müddetçe bugün içinde olduğumuz bu karmaşaya düşeriz. Herşeye 'olur' denir. Bu dinde her şeye olur denmez. Bu din İslam. Ve İslam, teslimiyet demektir.
Günümüzde insanlar çok zeki olduklarını sanıyorlar. İslamı yeniden yapılandırıyoruz diyorlar. İslam'ı hoşgörülü, hümanistik bir din haline getiriyoruz diyorlar. Şeyh Efendi bize çok basit bir akıl testi veriyor. Diyor ki, "Ne kadar akıllısın? Hadi test edelim bakalım. Seni bir sınava sokalım. Namaz vaktini geçiriyor musun? 'Evet.' O zaman yeterince akıllı değilsin demek, çünkü Peygamber Efendimiz (sav) bize şöyle buyuruyor,
"Her namazı son namazınızmış gibi, bir sonraki vakte çıkamayacakmış gibi kılın. Bir sonraki namaz vaktine çıkamayacakmış gibi kılın."
Oldukça basit. Çok basit bir soru. Namaz kılıyor muyuz? Vaktine dikkat ederek kılıyor muyuz? Çok basitmiş gibi gözüküyor ancak aslında oldukça derin. Çünkü kimse namazı, salat'ı inkar edemez. Allah (cc) namazları belirterek, "Benimle buluşmanız için belli zamanlar koyuyorum," diyor, "orada mısınız?" Eğer bunu bile yerine getirmiyorsak, o zaman nasıl olur da hardal tanesi kadar aklımız olduğunu iddia edebiliriz?
Ancak insanoğlu artık şeytanın işine ve Ahir Zaman'ın karmaşasına karışmaya başladı. Kendi üstüne vazife olmayan meseleleri çözmeye çalışıyor. Dünyayı bir ütopyaya çevirmeye çalışmakla meşgul. Ancak bu dünya cennet değil; burası sadece dünya. Burası bir sürgün yeri. Ne kadar peşinden koşarsak, o kadar evimizden uzaklaşmış olacağız. Ve evimizden uzaklaştıkça da, bu dünyanın kurduğu tuzakların acıklı haline o derece batıyor olacağız.
Bugün dünya herkesi kandırıyor. Özellikle de 21. yüzyıl Müslümanlarını. Kendilerinin bu dünyaya gelmiş en üstün insanlar olduğunu sanmalarına yol açıyor. Ancak değiliz. Bizler atalarımızın miras olarak bıraktığı asalet ve şereften yoksun kalmış Müslümanlardanız. Eğer bunun İslam'ın altın çağı olduğunu düşünüyorsak, bu bile kendi başına nasıl kandırıldığımızın bir işaretidir.
Böylesi bir aldanmaya kapılmamamız için Şeyhimiz bize şu öğüdü veriyor:
"Ben şu kişiyim, bu kişiyim ve şunu bunu yapıyorum demeyin. Sizler herhangi bir kulsunuz. Henüz itaatkar değilsiniz. Çünkü itaatkar olan kul, 24 saat boyunca, "Rabbimin bana verdiği vazife nedir? Ne yapmam gerek?" diye bakar. Fayda sağlayacak bir şey yapmaya çalışır. Kendini, dinini ve öğrendiği ve ilerlemekte olduğu yolunu, birkaç liraya satmaz, hayır."
Ey Müminler! Evliyalar, “Kafirlerle aynı trende yol almayın,” diyorlar. Allah ve Peygamberi’ne inanmayanlarla çok fazla birlikte olmak, kalbimizi zehirler. Bizler Müslümanız. Ve bizim kimliğiz Allah’a kul olmaktan gelir. Allah Dostları, “Namaz kılmayanlarla arkadaşlık etmeyin,” diye buyurmaktadır, “Selam aleykum, deyin ve geçin. Birlikte oturmayın, yemek yemeyin, size söylediklerini ciddiye almayın çünkü zehirlidir. Zehir kalbinize girer. Bir kere o zehri kalbinize koydunuz mu, yavaş yavaş sizi yemeye başlar. Ve bir gün gelir, ‘Eh, sorun değil,’ dersiniz.”
Evet, bu kelimeler, ‘sorun değil,’ demek, bir müminin en fena sözleridir. Çünkü imanını tamamen kaybettiğini gösterir. Peygamber Efendimiz (sav) buyuruyor,
“Sizden her kim bir kötülük görürse onu eliyle düzeltsin. Eğer eliyle değiştirmeye gücü yetmezse diliyle, ona da gücü yetmiyorsa kalbiyle düzeltsin. Ve işte bu, imanın en düşük mertebesidir.” (Müslim)
Peki ya kalp artık kötülüğü kötü olarak görmüyorsa? O zaman en düşük imana bile sahip değil demektir; imanı yoktur. Ey Müminler! Ahir Zaman’ın zorluğu işte budur. Temel inançlarımız her taraftan saldırıya uğruyor. Her bir yandan Hak ve Batılla ilgili temel algılarımıza hücum ediliyor. Ancak Ahir Zaman’ın doğası budur. Deccal döneminin doğası budur. Peygamber Efendimiz (sav), bu dönem hakkında bizi şöyle uyarıyor,
“Öyle bir zaman gelecek ki, imanı elde tutmak, kor ateşi elde tutmak gibi olacak” (Tırmizi)
Ey Müminler! İkinci Cahiliye Devrindeyiz. Ve tıpkı ilki gibi, bu da bir imtihan zamanı. Mümin olup olmadığımızın imtihanı. “Semi’na ve ata’na”ya bağlı olup olmadığımızın imtihanı. Allah’a, Peygamberi’ne ve Emir Sahibi Liderleri’ne itaatkar kalmalıyız. Bir an bile şeytana ve nefse itaat etmemeliyiz. Çünkü bu bizi felakete sürükler.
Şeyh Efendi diyor ki,
“Allah bize buyurmuş, ‘Emirlerim bunlardır. Üzerinize koyduğum şartlar bunlardır. Bu şartlara riayet edeceksiniz. Benim yüksekte tuttuklarımı siz de yüksekte tutacak, değer verdiklerime siz de değer vereceksiniz. Sizi neyden men ediyorsam, siz de o şeyi terk edeceksiniz. Böyle yaparsanız, kendiniz kazanırsınız.”
Ey Müminler! Emniyet yolu budur. Kulluk yolu budur. Peygamber Efendimiz (sav)’in birçok ismi vardı. Ama en sevgili ismi Abdullah – Allah’ın Kulu idi. Asalet kul olmakta yatar. Ey Müminler! Kul olmaya çabalayalım. Amin.
Şeyh Lokman Efendi Hz.
Sahibul Sayf Şeyh Abdülkerim el-Kıbrısi el-Rabbani (ks) Halifesi
Osmanlı Dergahı, New York
Cuma Hutbesi
12 Zilkade 1438
4 Ağustos 2017
Hutbenin İngilizce aslında buradan ulaşabilirsiniz.
Comments