top of page
  • Yazarın fotoğrafıOsmanli Naksibendi Hakkani

Kudüs Fatihi Hz. Ömer (ra) ve Adaleti


BismillahirRahmanirRahim

Elhamdüllillah, Elhamdüllillah, Elhamdüllillah, rabbil alemin vessalatu ve salamu ala Resuluna Muhammedin ve ala alihi ve Sahbihi ecmain nahmadullahu te’ala ve nastağhfiruh ve naşhadu an-lailaha ilallahu vahdahu la şerike leh ve naşhadu enne Seyyidina Muhammedin Abduhu ve Habibuhu ve Resuluhu Sallallahu Alayhi ve ala alihi ve ezvacihi ve eshabihi ve etbaihi.Hulefail raşidin mahdin min ba’di vuzerail immeti alal tahkik. Hususan minhum alal amidi.

Hulefai Resulillahi ala tahkik. Umara il müminin. Hazreti Ebu Bakr ve Ömer ve Osman ve Ali. Ve ala bakiyati ve Sahabe-i ve tabiin, RıdvanAllahu te’ala aleyhim ecmain. Ya eyyuhel müminin el hadirun, ittakullaha te’ala ve ati’uh. Inna Allaha ma allathina-takav vel-lathina hum muhsinin.Elhamdülillahi Rabbil Alemin. Ve Salatu ve Salamu ala Eşref al-Enbiya’i ve İmam el-Murselin, Seyidina ve Mevlana Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.

Bütün hamdler, Alemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. Bütün hamdler Bir olan Allah’a mahsustur. Bütün hamdler, Samed olan Allah’a mahsustur. Bütün hamdler, doğurmamış ve doğurulmamış olan Allah’a mahsustur. Bütün hamdler, eşi benzeri olmayan Allah’a mahsustur. (112/İhlâs:1-4)

Tüm salatü selamlar Evvel ve Ahir’in Efendisi, İki Kutsal Mabed’in İmamı, İki Doğu’nun ve İki Batı’nın Rabbinin Habibi, Hasan ve Hüseyin’in Dedesi, Makam-ı Mahmud’un Sahibi Seyyidina Muhammed (As) ve onun mübarek ehl-i beyti ile mübarek sahabelerinin, bilhassa Dört Hulefai Raşidin, Hz. Ebu Bekir Sıddık, Hz. Ömer el Faruk, Hz. Osman el Gani, Hz. Ali el Murtaza ve Kıyamet’e dek onları takip edenlerin üzerine olsun.

Ya Eyyühel Müminun! Ey Müminler! Bugün mübarek RebiülEvvel Ayı’nın son Cuma’sı. Rabbimiz Allah (svt)’dan bu aydaki aciz hizmetlerimizi kabul eylemesini ve bizi Habibi (sav)’in Mevlidi’ne hürmet gösterip şeref verenlerden kabul eylemesini diliyoruz.

Ya Eyyühel Mü’minun. Ey Müminler! Onurumuz İslam’dadır. Şeref bulmaya çalıştığımız her farklı yerde, yalnızca alçalma ve küçük düşme bulacağız. Sahabe-i Kiram, İslam’ı kabul etmeden önce Cahiliye devrinde yaşıyorlardı. Şerefli insanlar olduklarını zannediyorlardı. O zamanın Arapları muhteşem bir toplum olduklarını zannediyorlardı. Ancak aslında, İslam öncesi Araplar cahil bir milletti. Cahildiler. Cafer-i Tayyar Hz., Habeşistan Kralı Necaşi’nin huzurunda Cahiliye’nin hakikatini şöyle açıklamıştır:

Ey Kral! Bizler cehalet ve barbarlığın içinde boğulmuştuk. Putlara tapıyorduk. Kirli yaşıyor, leş yiyor, kötü söz konuşuyorduk. İnsani her duygumuzu yitirmiştik. Misafirperverlik ve komşuluk vazifelerimizi unutmuştuk. Güçlünün zayıf olanı suiistimal etmesi dışında başka hiçbir yasa tanımıyorduk. Ardından Allah bizim aramızdan birini çıkardı ki, doğumundan beri Onun doğruluğuna, dürüstlüğüne ve iyiliğine hepimiz şahit olmuşuzdur. Bizi Tevhid’e çağırdı ve Allah ile hiçbir şeyi ortak koşmamayı öğretti. Bizi putlara tapmaktan menetti. Hakkı konuşmamızı, emanete sahip çıkmamızı, merhametli olmamızı ve ailemizle komşularımızın hakkını gözetmemizi sağladı. Kadınlar hakkında kötü konuşmayı, yetimlerin rızkını yemeyi yasakladı. Kötü alışkanlıklarımızı terk etmemizi, namaz kılmamızı, zekat vermemizi ve oruç tutmamızı emretti.

Peygamber Efendimiz (asvs) ve İslam, bu cahil kültürü yıkmak için geldi. Ve Efendimiz (asvs)’in otağında Arap ile Acem arasında bir fark yoktur; siyahla beyaz, zenginle fakir arasında fark yoktur. İnsanlar arasındaki tek fark Takva ile ve Allah ve Peygamberi’nin emirlerine ne derece itaat ettiklerine göredir. Peygamber Efendimiz (asvs), Arapların kabile kültürünü kaldırıp atmıştır. Irkçılığın eski şekliydi kabile kültürü. Ve Peygamber Efendimiz (asvs) ne zaman yeniden ırkçılığı görse karşısında, çok öfkelenirdi. Bir Hadis-i Şerif’inde şöyle buyurmuştur:

"Bir kısım insanlar vardır ki, ölü atalarıyla iftihar ederler ancak bunlar pisliği burunlarıyla yuvarlayan pislik böceklerinden daha değersizdirler. Dikkat edin, Allah sizden, Cahiliye Devri’nin atalarıyla övünme kibrini çekip almıştır. İnsan ya kafirdir ya da Allah’tan korkan bir mümindir. Bütün insanlar Adem oğludur ve Adem topraktan yaratılmıştır. (Tırmizi)

Bir başka Hadis-i Şerif’te ise şöyle buyuruyor:

“Irkçılık yapan bizden değildir. Irkçılığa çağrı yapan ya da ırkçılık için canını veren bizden değildir.” (Ebu Davud)

Müslümanlar! Ey Müslüman liderler! Neye çağrı yapıyoruz? Müslüman liderler, büyük bir gösterişle acil durum toplantılarına çağrı yaparak bir araya geldiğinde, neye çağrı yapıyorlar? Krallar, başkanlar, başbakanlar Kudüs’ü kurtarmak için toplandıklarını iddia ettiklerinde neler söylüyorlar?

Ümmeti İslam’a mı davet ediyorlar?

Ümmet’i Allah (svt)’ya mı çağırıyorlar?

Ümmetin Resulullah (asvs)’a dönmesi için mi çağrı yapıyorlar?

Ümmetin Evliyaullah’a dönmesi için mi çağrı yapıyorlar?

“Kutsal Mescid-i Aksa orada olduğu için Kudüs’ü kurtarmak zorundayız,” mı diyorlar yoksa? “124.000 Peygamber’in, Efendimiz (asvs) arkasında namaz kıldığı yer olduğu için,” mi diyorlar? Ya da belki de, “Resulullah (asvs)’ın Cennet’e yükseldiği yer olduğu için,” diyorlardır. “Arapların meşru başkenti olduğu için kurtarmalıyız Kudüs’ü,” diyorlar mı?

İnsanları Allah için mi ayağa kalkmaya davet ediyorlar, yoksa şahsi milletleri için mi? Yazıklar olsun. Yazıklar olsun. Her millet kendisi için ayağa kalkıyor, her millet kendi bayrağının altında duruyor. Ne oldu? İslam’ın sancağına ne oldu? Osmanlıların altı yüz yılı aşkın süre boyunca taşımış oldukları Resulullah (as)’ın sancağına ne oldu? İslam bu mu? Bayrağı yedi iklim üzerinde dalgalanan İslam bu mu? Avrupa’nın kapılarına dayanan İslam bu mu? Bu mu yiğitlerin İslam’ı?

Bu kesinlikle Kudüs’ü kurtaranın, şehrin kapılarını açan ve herkesi adalet ve dürüstlükle karşılayanın İslam’ı değil. 21. yüzyıl Müslüman liderlerinin, başbakanlarının İslam’ı, kesinlikle Faruku Azam Seyyidine Ömer (ra)’ın İslam’ı değil. Selahaddin Eyyubi’den konuşmak onlar için daha kolay, çünkü kendi siyasetlerine uyuyor. Fakat hiçbir yerde Hz. Ömer’den, Faruku Azam’dan, Hak ile batılı ayırandan bahsetmiyorlar. Hz. Ömer (ra) buyuruyor:

“Bizler yer yüzündeki en küçük düşmüş millettik. Allah bizi İslam ile şereflendirdi. Başka yerde şeref ararsak, Allah bizi yeniden küçük düşürür.”

Kudüs’ün Fatihi Hz. Ömer (ra)’dir. Halifeyken, Hz. Amr İbni Âs, Hz. Halid bin Velid ve Hz. Ebû Ubeyde komutanlığında bir ordu gönderdi. O dönemin Hristiyan Patrik’i, Sophronius, Müslümanların ne kadar güçlü olduğunu gördü ve teslim olmaya karar verdi. Müslüman komutanlara, “Halifeniz buraya gelip şahsi olarak anahtarı teslim alırsa, şehri hiç savaşmadan vereceğiz,” dedi. O esnada Halife Medine’deydi ve yerinde kalması gerekiyordu. Ancak bu olağandışı durum sebebiyle bir fetva vererek seyahat izni tanıdı. Ve Peygamber Şehri’nin anahtarını bizzat kendisi teslim almak için Kudüs’e doğru yola çıktı. Eşeğinin üstünde sadece bir kölesi ile yol alıyordu. Arkasında on yedi tane yaması bulunan bir kaftan giyiniyordu. Kölesiyle sırayla eşeğe biniyor, bu şekilde ilerliyorlardı. Kudüs’e yaklaştıklarında, eşeğe binme sırası kölesindeydi. Kölesi, hayvanın sırtına çıkması için Hz. Ömer’e ısrar etti ancak Hz. Ömer (ra), “Hayır; senin sıran,” dedi.

Hz. Ömer adaletiyle meşhurdu. Ve Patrik Sophronius’un Kudüs’ün anahtarını Hz. Ömer’e teslim etme kararının sebebi de işte bu adaletti. Çünkü Onun adaleti, dünyanın dört bir tarafında biliniyordu. Ve Kudüs’ü alacak kişinin ne olacağına dair, o dönem Hristiyanlarla Yahudilerin bildiği bir takım kehanetler de vardı. Sophronius, köle eşeğin üzerindeyken, Hz. Ömer’in eşeğin yularını tutarak geldiğini görünce, bunun Kudüs Fatihi’nin geliş alameti olduğunu anladı. Bunlar kitaplarda da yazılmıştır; görünüşte Hz. İsa’ya en çok benzeyen kişiydi ve anahtarları Hz. Ömer’e verdi.

Fetih Suresi’nde Allah (svt)’nın buyurduklarının delilidir bunlar:

BismillahirRahmanirRahim

Muhammed Allah'ın elçisidir. Onun beraberinde bulunanlar (sahabeler), inkarcılara karşı sert, birbirlerine karşı da merhametlidirler. Onları rükua varırken, secde ederken, Allah'tan lütuf ve hoşnutluk dilerken görürsün. Onların secde eseri olan alametleri yüzlerindedir. İşte bu, onların Tevrat'ta anlatılan vasıflarıdır. İncil'de de şöyle vasıflandırılmışlardı: Filizini çıkarmış, onu kuvvetlendirmiş, kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş, ekincilerin hoşuna giden ekin gibidirler. Allah böylece bunları çoğaltıp kuvvetlendirmekle inkarcıları öfkelendirir. Allah, inanıp yararlı işler işleyenlere, bağışlama ve büyük mükafat vadetmiştir. (48/Fetih:29)

Hz. Ömer (ra) Kudüs’e girdiğinde, ilk önce Mescid-i Aksa’nın olduğu yere ve Peygamber Efendimiz (sav)’in Mirac’a yükseldiği Kaya’ya gitti. Başrahip, Hz. Ömer’i oraya götürdüğünde, o alanı Hristiyanların yüz yıllardır çöplük olarak kullandığını gördü. Fakat Hz. Ömer (ra) burayı tanıdı. Tanıdı ve, “Allahu Ekber,” dedi. “Canımı ellerinde tutana and olsun ki, burası Resulullah (sav)’in gece yolculuğundan döndükten sonra tarif etmiş olduğu Hz. Davud (as)’ın Mescidi.” Ve Hz. Ömer (ra)’in, Emir-il Müslim’in, ilk yaptığı şey, kendi elleriyle orayı temizlemeye başlamak oldu. Bütün bir alanı kendi elleriyle, kendi giysileriyle temizlemeye koyuldu.

Hz. Ömer (ra) Kudüs’ü aldığında, tek bir kişi bile öldürülmemişti. Hristiyanlar Kudüs’ü aldıkları zaman o kadar fazla kişiyi öldürmüşlerdi ki, kan, dizlerine ulaşıyordu. Gururlu bir şekilde, kibirle anlattıkları kendi tarihleri işte bu; anlayın. Hz. Ömer zamanında ise, bir kişi bile zarar görmemişti. Tek bir yerleşim yeri dahi yıkılmamıştı. Bütün dinlere ait hiçbir kutsal mekana dokunulmamış, hepsi özgür bırakılmıştı. Hz. Ömer (ra), Allah’ın Adaleti’nin Temsilcisi, Başrahip’e, “Eğer burada namaz kılarsam, Müslümanlar ileride Camiye çevirebilir diyerek,” Kutsal Kabir (Holy Sepulchre) Kilisesi’nde namaz kılmayı dahi reddetmiştir. Ve Hz. Ömer onlarla şöyle bir emanname imzalamıştır:

BismillahirRahmanirRahim

“Bu sözleşme Allah’ın kulu, müminlerin emiri Ömer’in Kudüs halkına verdiği bir emandır. Onların canlarına, mallarına, kilise ve haçları konusunda; hastaları ve sağlıklı olanları ve diğer insanlarına ve dinlerine ait her türlü ibadet hakkında verilen bir emandır. Müslümanlar onların kiliselerine dokunmayacak ve yıkmayacaktır. Ne kendileri, ne bulundukları araziler, ne haçları, ne de mülkleri zarar görmeyecektir. Kendi dinlerinden dönmeye zorlanmayacaklardır.” (Taberi)

Yahudiler, geri dönmeleri için davet edildi ve birçoğu da Müslüman olup Mescid-i Aksa’nın inşa edilmesine yardımcı oldular. Çünkü burasının Davud Aleyhisselam’ın Mabedi’nin bulunduğu yer, Hz. Davud’un Mescidi olduğu ortaya çıkmıştı. İnşa ettikleri üçüncü Mabeddi. Kudüs iyice gelişip, yüzyıllar boyunca dünyanın ilim ve ruhsallık merkezlerinden biri haline geldi.

Faruk-u Azam’ın adalet ve doğruluğu sadece Kudüs’te değil, tüm dünyada, Şanlı Osmanlılar tarafından devam etti. 1516 yılında, Yavuz Sultan Selim Han Hilafeti miras aldığında, Kudüs’ün idaresini de eline almıştı. Ve onun evladı, Kanuni Sultan Süleyman da, Kudüs’ü Şam’ın çiçeğine dönüştürmüştü. Hala daha bugün ayakta duran surları Sultan Süleyman inşa ettirmiştir.

Bugün Müslümanları Kudüs’ten kapı dışarı etmeye çalışanlar şunu hatırlamalı ki, İspanya ve Portekiz’den kaçan Yahudileri, dinlerini yaşayıp kendi ibadetlerini yapmada özgür olduklarını söyleyerek Kudüs’e kabul eden kişi Kanuni Sultan Süleyman’dı. Ve Kudüs’ün ana girişinin üzerine, “La ilahe illallah, İbrahim Halilullah” yazdırıp, tüm Ehl-i Kitab’ı şehre buyur eden de Osmanlılar’dı. Müslümanlar bunu yapmaya mecbur değildi. O dönemin sosyal norm ve kurallarına göre hareket etselerdi, böyle yapma zorunlulukları yoktu. Ancak yaptılar. Başkanları, başbakanları ya da kralları memnun etmeye çalışmıyorlardı. Çeşitli ideolojileri ya da politikacıları da memnun etmeye çalışmıyorlardı. Sadece Allah’ı memnun ediyorlardı. Allah’ın adaleti, Allah’ın yasalarıdır bunlar. Müslümanlar Allah’ın yasalarını baş tacı ettikleri müddetçe, bu bize şeref vermişti. Ne zaman ki, “Hayır, Allah’ın adalet ve yasaları bizim yasalarımızın altındadır,” dedik, işte o zaman Allah da bizi kafirlerin çizmelerinin altına aldı. Bu utanç üzerimizde kalacak. Eğer uyanmazsak, Kıyamete kadar bu aşağılık hal üzerimizde kalacak.

Kudüs, İmparatorluğun en önemli Tarikat ve eğitim merkezlerinden biri haline geldi. Büyük Osmanlı seyyahı Evliya Çelebi şöyle anlatıyor:

Kudüs’te 124.000 Peygamber’in de makamı yer alır. Dervişlerin Kıblesi olarak bilinir. Şehir küçük gözükse de, 240 musallası vardır. Mescid-i Aksa ve Camii’nin yanında, Medreseler, Dergah ve mahalle camileri ile doludur. Yedi Hadis okulu, on Kur’an tilavet okulu ve kırk mektep bulunur. Kadiri, Bedeviyye, Sadiyye, ve Rufailik de dahil olmak üzere yetmiş tarikatın her birinin burada dergahı vardır. En çok ziyaret edilen Mevlevi Dergahı, hemen giriş sütunlarının içinde kalır. Her birinin cemaati, yüzlerce yıldır mübarek gün ve gecelerde zikr yapan dervişleri bu şehirdedir.

Ey Müminler! Dervişler, 124.000 Peygamberin Salat-ı Ümmiye okuyup, Salavatlar getirerek Efendimiz (asvs)’ı karşıladığı yerde zikr yaparken, Kudüs’ün ne kadar güzel olduğunu düşünün bir an. Eğer Kudüs bugün yeniden Müslümanlara geçse, acaba yine burada anlatıldığı gibi bir Kudüs mü olur, merak ediyoruz. Osmanlıların, Hristiyan ve Yahudilerin tüm farklı mezhep ve fırkalarının, Hristiyan ve Yahudi alanlarına adil bir şekilde erişebilmesi için koyduğu protokoller, bugün dahi hala yürürlüktedir. Hristiyan ve Yahudi mezheplerine bile adalet getirmişti. Ne doğuda ne de batıda, bu kendi Hristiyan kardeşlerinin bile yapmadığı bir şeydir. Daha yakın geçmişte, hükümetler bunu değiştirmeye çalıştığında insanlar ayağa kalktı, kaos çıktı. İşte o zaman anladılar ki, Osmanlı’nın koymuş olduğu protokoller ancak ve ancak Allah ve Peygamber’ini memnun etmek içindi. Ve en büyük adalete sahip olanlar da yine onlardı.

Peki sonra ne oldu? Ey Müminler! Kudüs’ün bu güzelliğine ne oldu? Hz. Ömer (ra)’ın hiç kan dökmeden fethettiği bu yere ne oldu da masumların kanı sel olup akıyor?

Hıyanet. İhanet. Sultan’a edilen ihanet. Halife’ye edilen ihanet. Osmanlılara edilen ihanet. Göğüslerinde tüm dünyayı korumasına alan bir ağacı yeşertenlere edilen ihanet. Tüm İslam dünyası ihanet etti, özellikle de Araplar. Hilafeti, Arap milliyetçiliğine sattılar. Bugün bile hala daha utanç veren ve küçük düşüren bir milliyetçilik. Evet, Kudüs’deki Araplar Osmanlılara ihanet etti. Ve ihanet ederken, kendi gazetelerine şu satırları yazdılar: Artık özgürlük aşkının, tüm dağları yıkıp geçen, dünyayı sarsan ve hiçbir şeyin önünde duramayacağı müthiş bir sel gibi aktığını görüyoruz.

Tıpkı Sultanul Evliya’nın söylediği gibi, Osmanlılar giderken alkış tutuyorlardı. Kafirler girerken alkışlıyorlardı. Ulu Hakan Sultan AbdülHamid Han, çok büyük bir Allah Dostuydu. Ve bu ihanetin sonuçlarını gördü. Osmanlılar Kudüs’ten çıkarılırsa neler olacağını gördü ve şöyle dedi: “Osmanlı eğer Filistin’den çekilirse, orada kıyamete kadar kan durmayacaktır.”

Müminler ve Müslümanlar! Dikkat edin! Bu felaket ve gaflet yolunda daha fazla devam edemeyiz. Ne demokraside, ne komünizmde, ne milliyetçilikte ne Birleşmiş Milletler’de, ne İİT’de ne de başka her hangi bir kuruluş ile selamet buluruz. Bizim selametimiz İslam iledir. Bizler Ümmeti kurtaracak olan kişi ile, İslam’ı ve Resulullah (asvs)’ın sünnetini geri getirecek olan ile emniyet buluruz. Bu bir iman meselesidir; bizim selametimiz Mehdi Aleyhisselam ile gelecek. Müslüman liderler, konferansta Kudüs’ün Filistin’in başkenti olduğunu bildiriyorlar. Ey Müslüman liderler! Ayağa kalkın ve Kudüs’ün Mehdi Aleyhisselam’ın şehri olduğunu ve Allah (svt)’dan Hz. Mehdi’yi göndermesini istediğinizi söyleyin.

Peygamber Efendimiz (asvs) buyuruyor:

“Ümmetimden, sünnetim üzere konuşan biri çıkacak. Cenab-ı Hak sema yağmuru indirecek, yer bereketini çıkaracak. Yeryüzü nasıl zulüm ve adaletsizlik ile dolduysa, onun sayesinde de adalet ve hak ile dolacak. Yedi sene ümmetin başında olcak ve ardından Kudüs’e gidecek.” (Sünen-i Ebu Davud)

Ya Eyyühel Müminun! İslam’a dönmeliyiz. Sadece kalplerimizde bile yapsak, Hakkın yanında, batılın karşısında olmaya geri dönmeliyiz. Resulümüzün (sav) Sünnetini yaşamaya geri dönmeliyiz. Resulallah (sav)’i, kendi servetimizden, ana babamızdan, çocuklarımızdan daha fazla sevmeye geri dönmeliyiz. Allah için yaşamalıyız. Evliyaullah, “Allah için yaşayın,” diye buyurur. Şeyhimiz şöyle söylüyor:

“Son bir asırda, bu ümmet ne zaman Efendimiz (asvs)’ın sünnetlerinden birini bıraksa, onu başka bir şeyle değiştirdiler. Ve yerine koydukları şey de, bu batı ideolojileri, batılı fikirler oldu. Gününüze bakın. Ne kadar yanlış işlerle meşgul olduğunuzu göreceksiniz. Niyetlerinize bakın. Sabah kalktığınızda bir kendinizi kontrol edin. ‘Ya Rabbi! Şimdi uyandım. Bana bu canı yeniden bağışladın. Senin için yaşamaya niyet ediyorum. Senin için yaşayacağıma söz veriyorum,’ diyor musun? Böyle yapıyor musun? Her gün bir kendine bak. O vakit, İslam için mi yaşıyorsun yoksa nefsin için mi, anlayacaksın. Her kim İslam için yaşarsa, ahiri bugünden daha iyi olmalıdır. Magribden maşrığa, kuzeyden güneye, İslam için yaşayan herkesin yarını bugünden daha iyi olmalıdır. Kim İslam’ı terk ederse de, yarını bugünden daha kötü olacaktır. Gelen her gün daha da kötü olacak. Eğer emniyet ve selamet bulmak istiyorsan, Cennet kapısını istiyorsan, o zaman yüzünü o yöne çevir. Kıbleye sadece namaz vakitlerinde dönmeyeceksin. Vücudun oraya buraya koşturabilir ama kalbin, Allah ve Peygamberi (sav) ile birlikte olmalı. Böyle yaptın mı, kendin kazanırsın. Yapmazsan da, sen kendin kaybedersin.”

Ya Rabbi! RebiülEvvel’in son Cuma’sında bizi bağışlamanı diliyoruz. Ümmet olarak yaptığımız hataları bağışlamanı diliyoruz. Halife’ye ettiğimiz ihaneti bağışlamanı diliyoruz. Peygamberi’ne ve Senin Zatına ettiğimiz ihaneti bağışlamanı diliyoruz. Bu ayın hürmetine ya Rabbi, Habibi’nin (sav) hürmetine, bu dünyaya, bütün ümmete adaleti yeniden getirecek olan Mehdi Aleyhisselam’ı göndermeni diliyoruz, ya Rabbi! Yalnızca ve yalnızca Senin rızan için yaşayan, Senin rızan için ölenlere karşı işlediğimiz günahları affetmeni diliyoruz. Senin için yaşayıp, Senin için ölme niyetimizi kabul eyle ya Rabbi! Peygamber Efendimiz (sav)’i, kendi servetimizden, çocuklarımızdan, ana babamızdan ve kendimizden daha fazla sevme niyetimizi kabul eyle. Senin sevdiklerinin, Allah Dostları’nın hizmetinde can vermeye, niyet ettik, kabul eyle. Hz. Mehdi (as) zamanına yetişmeye ve Onun hizmetinde bulunmamıza izin ver. Bizi bu fitnelerin içinde bırakma ya Rabbi! Bu fitne dolu zamandan koru bizi Ya Rabbi! Ya Rabbi, emniyet ancak Sendendir. Efendimiz (asvs)’ın hürmetine, Sen’den diliyoruz ya Rabbi!

Amin.

Şeyh Lokman Efendi Hz.

Sahibul Sayf Şeyh Abdulkerim el Kibrisi (ks) ‘nin Halifesi

Cuma Hutbesi

Osmanlı Dergahı, New York

26 RebiülEvvel 1439

15 Aralık 2017

Hutbenin İngilizce aslına buradan ulaşabilirsiniz.

508 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page