BismillahirRahmanirRahim
Elhamdüllillah, Elhamdüllillah, Elhamdüllillah, rabbil alemin vessalatu ve salamu ala Resuluna Muhammedin ve ala alihi ve Sahbihi ecmain nahmadullahu te’ala ve nastağhfiruh ve naşhadu an-lailaha ilallahu vahdahu la şerike leh ve naşhadu enne Seyyidina Muhammedin Abduhu ve Habibuhu ve Resuluhu Sallallahu Alayhi ve ala alihi ve ezvacihi ve eshabihi ve etbaihi.
Hulefail raşidin mahdin min ba’di vuzerail immeti alal tahkik. Hususan minhum alal amidi. Hulefai Resulillahi ala tahkik. Umara il müminin. Hazreti Ebu Bakr ve Ömer ve Osman ve Ali. Ve ala bakiyati ve Sahabe-i ve tabiin, RıdvanAllahu te’ala aleyhim ecmain. Ya eyyuhel müminin el hadirun, ittakullaha te’ala ve ati’uh. Inna Allaha ma allathina-takav vel-lathina hum muhsinin.Elhamdülillahi Rabbil Alemin. Ve Salatu ve Salamu ala Eşref al-Enbiya’i ve İmam el-Murselin, Seyidina ve Mevlana Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.
Bütün hamdler Alemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. Bütün hamdler cümle yaratılmıştan yüce olan Allah’a mahsustur. Bütün hamdler, tahayyül edilemeyen Azamete sahip olan Allah’a mahsustur. Bütün hamdler, tanımlanamaz büyüklüğüyle Allah’a mahsustur. Bütün hamdler, kudreti sınırları aşan Allah’a mahsustur. Bütün hamdler, Rahman ve Rahim isimlerinin sahibi Allah’a mahsustur. Bütün hamdler, Seçilmiş Elçisi’Nin, Rahmeten lil-Alemin olarak Alemlere gönderen Allah’a mahsustur.
Ve tüm salatü selamlar Yaradılışın Sultanı, İki Cihan Sultanı, Mahşer’in Şefaatçisi, Allah’ın Sevgilisi, Rauf ve Rahim olam Seyyidina Muhammed (sav) ve oun asil ehl-i beyti ile mübarek sahabelerinin, bilhassa Hz. Ebu bekir Sıddık, Hz. Ömer el Faruk, Hz. Osman el Gani ve Hz. Ali el Murtaza ile Kıyamet’e dek onları izleyenlerin üzerine olsun.
Ya Eyyühel Mü’minun! Ey müminler! Ya Eyyühel Müslimun! Ey Müslümanlar! Ya Eyyühel Nas! Ey İnsanlar! Bugün İslami 1440 yılının ilk Cuma’sı. Bir yıl daha geçti ve dünya halen daha Cebabire Devri’nde bulunuyor. Geçtiğimi yıl, zulmün yılıydı. Ondan önceki yıl zulmün yılıydı. On yıl önce de zulüm zamanıydı. Neredeyse yüz yıldır Cebabire Devri’nde, Seyyid-i Kainat Hz. Muhammed Mustafa (sav)’in önceden haber vermiş olduğu Zalimlerin Devri’nde yaşıyoruz. Resulullah (sav)’in sözlerini, Sahibul Saif Şeyh AbdülKerim el Kıbrısi el Rabbani şöyle anlatıyor:
“Sultanlardan sonra, yüz yıl boyunca Cebabire hüküm sürecek. Zalimler gelecek.” Peygamber Efendimiz (sav) bizlere hitap ederek şöyle bildiriyor: “O vakit girdiğinde, Allah (svt) dünyanın idare sistemini kafirlerin eline verecek. Değiştirmek için fazla uğraşmayın çünkü onu değiştirme gücünüz olmayacak. Zahiri görünüşte kafirlerin elinde olacak, onlar hüküm sürecek. Yeryüzünde her türlü yanlış şeyi yapacaklar. Halifeler gizlide duracak.” Ve Allah Dostları hakkı konuşur.
Bu devir, Peygamber Efendimiz’in tarif etmiş olduğu Cebabire Devri, bundan hiç şüpheniz olmasın. Evet, zalimlerin yaptığı propagandada, “İnsanoğlunun en geldiği en muhteşem çağda yaşıyoruz. Bu çağ, medeniyetin altın çağı. Bakın, internetimiz var, iPhone var, Facebook var,” diyorlar. Onlar ekranların ardında dünyanın tanık olduğu en büyük suçları işlerken, kitlelerin dikkatini oyuncaklarla dağıtıyorlar. Yeryüzüne nükleer bomba atıp, “Uzun vadede birçok hayat kurtardı,” diyorlar. Çocukları istismar edip hayatlarını mahvediyor, “Tanrı bizi bağışladı,” diyorlar. Milyonlarca kişiyi yerin altında toplama kamplarına atıyor, “İdeolojik bir hastalığı tedavi etmek için yapıyoruz,” diyorlar. İyi durumda olan ve fakirleri doyurabilecek ekinleri yakıyor, “Enflasyonu önlemek için yapıyoruz,” diyorlar. Her Allah’ın günü insanları katledip tecavüz ediyor, istismar ediyor, yağmalayıp zulmediyor ve, “Bu barış,” diyorlar. Tıpkı Allah (svt)’nın Kur’an-ı Kerim’de buyurmuş olduğu gibi,
BismillahirRahmanirrahim
“Kendilerine: 'Yeryüzünde bozgunculuk yapmayın' dendiği zaman, 'Bizler sadece ıslah edicileriz' derler. İyi bilin ki, asıl bozguncular kendileridir, lakin farkında değillerdir.” (2/Bakara:11-12)
SadakallahülAzim
Kendimize mümin diyoruz. Ne olduğunu bilmemiz lazım. Dünyanın bu hale gelmesinin sebebi ne? En azından bunu bilmeyi isteyecek kadar bir kalbimiz olmalı. Nasıl oluyor da insanlık bu kadar aşağılık bir duruma düşebiliyor? Nasıl oluyor da her millet, her lider, her hane Cebabire Devri’nin zulmüyle acı çekiyor? Eğer acı çekmiyorlarsa, onlar zalimlerdendir.
Çünkü hepimiz neler olduğunu görüyoruz. Hiç kimse cehaleti mazeret olarak gösteremez. Mahşer Günü kimse Allah (svt)’nın karşısına çıkıp, “Ya Rabbi, bilmiyordum,” diyemez. E-mailinize baktığınızda neler olup bittiğini görüyorsunuz. Hava durumuna bakıyorsunuz, haberdar oluyorsunuz. Sosyal medya hesabınıza giriyorsunuz, telefonunuza bir kere bakıyorsunuz, ne olup bittiğinden haberdar oluyorsunuz.
Ancak bilgiye olan bu erişim, olan bitenden böylesi kolay haber alabilme, bizi öldürüyor. Kalbimizi öldürüyor. Kalplerimizi öldürdü. Mâlik bin Dînar Hz., Hasan-ı Basri Hz.’ne sormuştu:
“Ya Hasan, insanların bozulmasına ne sebep olur?”
Hasan-ı Basri, “Kalbin ölmesi,” diye cevapladı. Hz. Mâlik, “Kalbin ölmesi ne demektir?” diye sorunca, “Hubbub Dünya, dünya sevgisi,” diye cevapladı.
Bu dünya sevgisi, bizim kalbimizi öldürüyor.
Bu dünya, bu yalan dünya herkesi içine aldı. Ve bu sevgi bizim kalplerimizi öldürdü. İnsanlar, yeni ayakkabı alışverişine çıktıklarında, komik videolar izledikleri esnada, hafta sonu planları yaparken ekranlarında “Gaz bombasından ölen çocuklar” çıkıyor. Kaydırıp görmezden geliyorlar. “Müslümanlar toplama kamplarına alınıyor” —haberi kaydır, görmezden gel. “Yetimhanenin altında toplu mezar bulundu” —kaydır ve görmezden gel. Kalpler ölmüş.
Çünkü helal ve haramı karmakarışık bir hale getirdik. Hak ve Batılı karmakarışık yaptık. Ma’ruf’u, Münkeri karıştırdık artık. O yüzden de kalp neyin doğru neyin yanlış olduğunu bilemiyor. Her şeyi kabul ediyor. Aslında hayır, her şeyi kabul etmiyor. Sadece eğlenceli, keyif veren ne varsa onu kabul ediyor. Artık Hakkı müdafaa etmek için tutkuyla yükselmiyor, çünkü Hakikate duyulan arzu çoktan öldürüldü. Çünkü keyif ve eğlence arzusu, artık yeni hakikat olmuş. Ve bu hiçbir şekilde batılın karşısında durmuyor. Tıpkı komadaki bir insan gibi —hiçbir uyarıya cevap vermiyor.
Efendimiz (asvs) bildiriyor: “Sizden herhangi biriniz bir kötülük gördüğünde onu eliyle değiştirsin. Eğer buna güç yetiremezse diliyle değiştirsin. Buna da güç yetiremezse kalbiyle (buğz etsin). Bu ise imanın en zayıf mertebesidir.” (Muslim)
Eller, eller çok önceden gücünü yitirdi. Diliyle hakkı müdafaa etmek de birçok insanı konuşmaktan korkutur oldu. Ancak çok yakın bir zamana kadar hala daha kalpleriyle bu Hadis’e uyan insanlar vardı. Fakat süratle, çok çok hızlı bir şekilde bu da dünyadan siliniyor. Şimdi kalpler bile neyin doğru neyin yanlış olduğunu, neyin Hak neyin batıl olduğunu ve neyin eğlence neyin acı olduğunu bilmiyor.
Ahir Zaman’dayız, son günlere doğru yaklaşıyoruz. Dünyadaki bozulma her geçen gün daha da hızlanıyor. Peygamber Efendimiz (asvs) bildirmiş:
“Kıyamet alametleri teşbihin boncukları gibidir. İpi koptuğunda, birbiri ardına düşerler.” (Ahmed)
İp kesileli çok uzun zaman oldu. Peki kesen neydi? Allah ve yeryüzündeki kulu arasındaki ilişki kesildi. Allah’ın yeryüzündeki gölgesi kaldırıldı ve o günden beri de kavurucu güneşin altında yanıyoruz. Ümmet, Allah’ın ipine sımsıkı tutunmak yerine, bırakıp gitmesine, gözden kaybolmasına izin veriyoruz.
Hilafet. Saltanat. Bunlar bu dünyayı terk ettiğinden beri çok çabuk bir şekilde yozlaşma ve karanlık geldi. Dünyayı yeniden Cahiliye kapladı. Çünkü Peygamber Efendimiz (sav) şöyle bildirmiş:
“Her kim, Allah (svt)’ya itaatten bir el kadar ayrılırsa, Kıyamet Günü (kendini savunacak) hiçbir hücceti/delili olmadan Allah'ın huzuruna çıkar. Ve her kim boynunda bir bîat olmadığı hâlde ölürse, Cahiliyye ölümü ile ölür.” (Müslim)
Biat edeceğimiz açıkta bir Halife yoksa, yeryüzü ne halde olur? Şu anda içinde bulunduğumuz hale düşer.
Müslümanlar siyasi bir diriliş yapmaya çalışıyorlar. Müslüman liderler, Müslüman politikacılar, Müslüman uleması, “İslam’ın büyüklüğünü ihya edelim,” diyorlar, “Sömürge zulmünden yeniden ayağa kalkalım.” Ve, “Yeni bir Endülüs yapalım, yeni bir Bağdad yapalım,” diyorlar. “Büyük ekonomiler inşa edelim, dinarı geri getirelim. Yeni üniversiteler, yeni medreseler, düşünce kuruluşları, ekonomi enstitüleri yapalım; ilmimizi geri kazanalım. Saraylar ve büyük mescidler inşa edelim, İslam’ın ihtişamını geri getirelim. F-16’lar alalım, tanklar ve makineli tüfekler alalım ve İslam’ın gücünü geri getirelim.” Şimdi de, “Tekkeler, zaviyeler, dergahlar inşa edip Sufizm’i ihya edelim,” diyorlar.
Fakat hiç kimse, “Hilafet’i kaldırdığımız için Allah’tan bağışlanma dileyelim,” demiyor, “Sultan’a hürmetsizlik edip kendimizi küçük düşürdüğümüz için Allah’tan af dileyelim. Sultan AbdülAziz Han’ın canice katledilmesi için af dileyelim. Sultan AbdülHamid Han’a utanç verici bir şekilde ihanet ettiğimiz için af dileyelim. İstanbul’dan kafirlerin topraklarına kovmak için gecenin bir yarısı tren istasyonuna sürüklediğimiz son Halife’den bağışlanma dileyelim; kendisine tek yardım eden, ona bir bardak çay ikram eden bir Yahudi’ydi. Allah’tan şerefimizi geri bağışlamasını dileyelim. Allah’tan Halifemizi geri göndermesini dileyelim. Allah’tan Halifemizi geri göndermesini dilemeliyiz.” Bir tane bile Müslüman lider bunları söylemeye cesaret edemiyor. Çünkü bugünkü Müslüman liderlerin gücü, Hilafetin lağvedilmesinden geliyor. Bugün güce sahip olmalarının tek sebebi Hilafeti kaldırmış olmaları. Hilafeti istemenin, kendi güçlerine son vermek demek olduğunu biliyorlar. Ve sahip oldukları gücü, Allah’ın emirlerinden daha fazla seviyorlar.
Şeyh Efendi’nin söylediği gibi, “Müslümanlar pusulayı şaşırdı.” Bizleri 1400 yıl önceden uyaran Faruk-u Azam’ı unuttular:
“Biz aşağı insanlardık. Allahü teâlâ Müslüman yapmakla bizleri şereflendirdi. Allahü teâlânın verdiği bu şereften başka şeref ararsak, Allahü teâlâ bizi yine zelil eder.” (Müstedrek)
Bugün Müslümanlar kendilerinin çirkin, İslam-öncesi kabile kimliklerinde şeref bulmaya çalışıyorlar. Ey Müslümanlar! İslam’dan önce kimdiniz ki siz? Ey Araplar! Kimdiniz İslam’a girmeden önce? Ey Hintliler! İslam’dan önce kimdiniz? Ey Türkler! İslam’dan önce kimdiniz? Ey Araplar! Kendi gücü olmayan, Romalılarla ile Persler arasındaki satranç oyununda bir piyondunuz sadece. İslam ile Resul-i Ekrem (sav)’in Şanlı Milleti’nden oldunuz. İslam olmasaydı, ne halde olurdunuz? Ey Hintliler! İslam’dan önce kendi krallıklarınızı kurup servet istifliyor, putperestliğin içinde boğulup gidiyordunuz. İslam ile birlikte Evliya ve Ulema’nın yurdu haline geldiniz. Ey Türkler! İslam’dan önce gayesi olmayan savaşçı bir millettiniz. Hakkın müdafisi olabilmek için, Hakkı aramak için atlarınızı Orta Asya bozkırlarına sürüyordunuz. İslam ile birlikte birer Gazi ve Kahramanlara dönüştünüz. İslam ile İmanın Koruyucuları oldunuz. İslam ile Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye oldunuz. İslam olmasaydı, İslam olmasaydı hepimiz zelil olurduk.
Allah (svt), bizleri zelil olmamız için yaratmadı. Bizi şeref sahibi olarak yarattı — Ve lekad kerremnâ benî âdeme. Beni Adem’i şan ve şeref sahibi kıldık; Adem oğullarını üstün bir şerefe mazhar kıldık. Bu rezil zorbalık devri çok uzun süredir var. Müslümanlar uzun süredir gaflette. Efsanemiz uzun süredir uykuda. Onu uyandırmalıyız. Fakat bunu yapabilmemiz için, zulmü ortadan kaldırmalıyız, evvela kendi içimizden. Zalim olmadığınızı söylemeyin —hatırlayın, Hz. Yunus (as), bir Peygamber bile, “La ilahe illa Ente Sübhaneke inni küntü minezzalimin,” dedi —Senden başka ilah yoktur. Seni her türlü noksanlıktan tenzih ederim. Şüphesiz ki ben zalimlerden oldum. Eğer bir Peygamber bile bunu söylüyorsa, biz kim oluyoruz ki zalimlikten etmediğimizi iddia edelim! Peki nasıl zalim oluyoruz? Şeyh Efendi bize şöyle anlatıyor:
“Ne kadar cimrileşirsen, o kadar bencilleşirsin. Ne kadar bencilleşirsen, o kadar kibirli ve inatçı olursun. Kibirlenip inatçı oldukça da, o kadar zalim olursun kendine. Ve Allah (svt), zalimleri sevmediğini buyurmaktadır. Ve Allah’ın sevmediği kişi kafirdir ve başı beladadır.”
Bir insanın insanlığını ve imanını kaybetmesine bu gelişmeler sebep olur. biz de bunun bir parçası mıyız, kendimizi kontrol etmemiz lazım. “Bencil miyim?” Bunu nasıl kendimizde yakalayabiliriz, Şeyh Efendi şöyle anlatmaktadır:
“Yüz yıl oldu. Milletler birbirinden ayrıldı, cemaatler ayrıldı, kardeşler ayrıldı, herkes birbirinden ayrıldı. Ve herkes son sürat, ‘Şuraya gitmek istiyorum. Şunu yapmak istiyorum, bunu yapmak istiyorum,’ diye koşturuyor. Bunun size ne faydası var? Bu yaptığınız şey gerçekten Allah ve Peygamberi’ni (sav) memnun ediyor mu, hiç etraflıca düşündünüz mü? Ama öncesinde de dediğimiz gibi, Müslümanlar, bencil Müslümanlara dönüşmüşler. Bir şey yapmada önce evvela kendilerini, kendi nefslerini düşünüyorlar. Hiç düşünmüyorlar. Başkalarını bırakın, Allah ve Peygamberini (sav) bile düşünmüyorlar.”
Allah ve Peygamberi’ni hatırlıyor muyuz? Onları nasıl memnun edeceğimizi düşünüyor muyuz? Yeryüzünün mazlumlarını, zulüm altındaki insanlarını düşünüyor muyuz? Hayatımızı pembe gözlüklerle geçiriyor, sadece kendi tıka basa dolu karınlarımıza, kendi güvenli evlerimize, sağlıklı çocuklarımıza bakıyorsak, benciliz demektir. Ve bu bencillik bizi küfre götürür.
İslam’ın geri gelmesini istiyoruz. İslam’ın yeniden içimizde canlanmasını sağlamalıyız. Dünyanın Allah’a dönmesini istiyorsak, o zaman ilk önce bizim Allah’a dönmemiz gerek. Allah’a geri dönmeliyiz. Mevlana Celaleddin Rumi (ks) dediği gibi,
“Dün akıllıydım, dünyayı değiştirmek istedim. Bugün ise bilgeyim, kendimi değiştiriyorum.”
Bu zaman, nefsimize karşı cihad etmemiz gereken zaman. Bu zaman, ruhumuzu güçlendirmemiz gereken zaman. Bu zaman, Allah’a geri sunabilmek için kalbimizi temizlememiz gereken zaman. Şeyh Efendi, Peygamber Efendimiz (sav)’in Cebabire Dönemi ile ilgili emrini bize şöyle iletiyor:
“Efendimiz (asvs) bildirmiş: Bir zaman gelecek, Allah (svt) dünyanın hakimiyetini kafirlerin eline verecek. Değiştirmek için çok koşturmayın, çünkü değiştirmeye gücünüz olmayacak. Görünüşte kafirlerin elinde olacak. Onlar hükmedecekler. Halife sırlı olacak. İnsanlar yeryüzünde her türlü sapıklığı yapacak.” Ve şöyle diyor, “Bekleyin. Benim soyumdan olan gelene kadar (Mehdi Aleyhisselam) bekleyin, çünkü onun zuhurundan önce kimse hiçbir şey değiştiremez hale gelecek.”
Güç, Evliyaullah’ın elinde. Allah onlara değiştirebilmeleri için güç vermiştir ancak onlar edeb sahibidirler. Hiçbir şeye müdahale etmezler. Kendilerini geriye çekmişlerdir, çünkü Efendimiz (asvs)’ın bütün Hadisleri gerçekleşmelidir. Ve şu anda da bunlar oluyor. ancak bildiriyor ki,
“O zamana yetişmiş müminlerdenseniz, Allah’ın ipine sımsıkı tutunun.”
Allah’ın ipi, Peygamber Varisleri, Ahir Zaman’ın Nuh’un Gemisi bizim aramızda. Evliyaullar, bizim aramızda. Ehl-il Beyt, bizim aramızda. Selamet budur. Ehl-i Hakk, Mehdi Aleyhisselam geldiğinde, kendilerini arındırmış olanları onun karşısına çıkaracaklar. Niyetimiz, hayatımız, fedamı, onlarla birlikte olmak için olsun.
O zamana erişenlere müjdeler olsun. Sultanul Evliya Şeyh Mevlana Muhammed Nazım Adil el Hakkani (ks)’dan müjdeler geliyor:
“Efendimiz (asvs)’ın temiz pak soyundan gelen Sahibul Diyanet –din işlerinin sahibi, Sahibul Adalet –adalet sahibi, Sahibul Keramet –keramet sahibi güçlü kuvvetli, büyük bir zat, bütün bu zalimleri defedecek.”
Böyle bir zat gelecek. Her şeyin belli bir zamanı vardır, denir. 1923’ten beri ne yaptılar? (Türkiye’de) zalimler boy gösterdi. Şam’dan sonra, Bağdad’dan sonra, Mısır’dan sonra, Libya’dan sonra, Balkanlar’dan sonra, İran’dan sonra, Afganistan’dan sonra, Hinidstan’dan, Çin’den sonra... Hep bunlar boy gösterdi. “Her şeyin bir vakti vardır.” Artık zalimlerin zamanı sona erdi. Şimdi zalimler olarak andığımız bu kafir ve zorbalar topluluğu bozguna uğratılacak. Tüm yeryüzünü zulümle kapladılar. Onlardan sonra, Peygamber Efendimiz (sav)’in, “Benim soyumdan, temiz soyumdan biri gelecek ve tüm dünyayı adalet ve rahmetle kaplayacaktır,” diye bildirmiş olduğu kişi gelecektir. O beklenen kişi, Mehdi Aleyhisselam’dır. Ancak Mehdi Aleyhisselam’ın zuhurundan önce, Evliyaların emri şudur: “Gerçek sahiplerin hakkını verin. İslam Sancağı’nı yedi yüz yılı aşkın süre boyunca taşıyan, Ehl-i Sünnet vel Cemaat’in muhafızları Osmanlı Sultanları’ydı. Haklarını alacaklar. Cenab-ı Hak onlara bağışlayacak.”
Bizim Şeyhimiz bir Osmanlı. Büyük Şeyhimiz bir Osmanlı. Osmanlı’yı seviyoruz. Rabbimizden, onları sevdiğimize, onları baş tacı ettiğimize şahit olmasını diliyoruz. Sahibul Saif’in söylediği gibi, “Biz Osmanlıyız, pek şanlıyız!” Allah bizi bununla onurlandırmış. Birçokları bu şerefi taşımayı bıraktı. Birçok kişi de Osmanlı’ya saldırıyor. İstedikleri gibi saldırsınlar. Hiç fark etmez. Allah onları yüceltmiş, aziz kılmış. Ve bizler de onları baş tacı etmekten şeref duyuyoruz. Biz bir işe yaramayız. Bunu biliyoruz. Onlar, bizim mümkün değil yapamayacağımız şeyleri başardılar. Fakat en azından, “Ya Rabbi, biz onları seviyoruz. Yaptıkları şeyleri seviyoruz, çünkü ne yaptılarsa Senin rızan için, Peygamberin için yaptılar,” diyoruz. Bunu yüceltirsek, Allah da bizi yüceltir. Ama eğer değer vermezsek, kendimizi de düşürmüş oluruz.
Tarih boyunca görüyoruz ki, fertlerden toplumlara, milletlere kadar, kim Allah’ın emirlerine uyarsa, Allah onları yüceltmiştir. Bıraktıkları anda ise Cenab-ı Hak onu onlardan çekip almış ve bir başka millete vermiştir. Buna talip olmalı, “Ya Rabbi,” demeliyiz, “Bunu baş tacı etmeye talibiz. Senin kudretini biliyoruz, bizim hiçbir gücümüz yok. bizler aciz kullarınız, çok aciziz. Senden yardım diliyoruz. Eğer yardım Senden gelirse, o zaman en güçlüsü biz oluruz. Sırat'ı Müstakim’den sapmamıza izin verme.” Amin!
Ya Rabbi, sevdiğin kullarından olan Şeyhimizin bu duası ile, onun hürmetine diliyoruz Senden. Amin.
Şeyh Lokman Efendi Hz
Sahibul Sayf Şeyh Abdulkerim el Kibrisi (ks) ‘nin Halifesi
Cuma Hutbesi
Osmanlı Dergahı, New York
5 Muharrem 1440
14 Eylül 2018
Hutbenin İngilizce aslına buradan ulaşabilirsiniz.
Comments