Soru: Aşk nedir?
BismillahirRahmanirRahim
Bu Tarikat, bu yol Cemaate dayanır. İyilikler Cemaat ile birlikte gelir. Sohbet sana güç verir; Şeytan ve nefsinle savaşmak için, dünya ve şeytani eğilimlerimizle, arzularımızla savaşmak için gerekli olan cephaneyi bize verir. Sohbeti dinleyip, anlamıyorsan; o zaman nasıl savaşacağını bilemezsin.
Şimdi, yeni bir kardeşimiz, Seyit sordu; çok yeni ve taze hissediyor. Ben ona, ‘Yeni olan ne var?’ diye sordum. O da bana ‘Her şey yeni.’ dedi. Yeni elbiseler, yeni kufi, ibadetler… Elhamdülillah. Güzel. Ve bir sorusu var, ‘Aşk nedir?’ diye soruyor.
Herkesin aşk hakkında söyleyeceği bir şeyler vardır. Bir uzaylı olduğunuzu düşünün ve bu gezegene, bu dünyaya ilk defa geliyorsunuz. İnsanların kendileri için ne söylediğine bakacaksınız; ne yaptıklarına değil, ne söylediklerine. Popüler kültüre bakarsanız; ne diyorlar, kendilerini nasıl tarif ediyorlar diye. Umutları, hayalleri nedir, nelerden etkileniyorlar? Bakarsanız, şarkılarını dinlerseniz, filmlerini izlerseniz, kitaplarına bakarsanız; kültürlerine ait her şeye bakınca, ‘Bu gezegen bir aşk gezegeni’ dersiniz. Çünkü tüm şarkılar aşktan bahsediyor. Tüm filmler her zaman aşk üzerine. ‘Burası birbirini seven ve burayı güzelleştiren insanlarla dolu bir gezegen olmalı.’ Çok ironik değil mi? Aslında bunun tam tersi.
Yani herkesin aşkın ne olduğuyla ilgili bir fikri var. Ama çok azı, aşkı yaratanın yetkisiyle konuşuyor. Aşk bir kavram değildir. Aşk bir duygu değildir. Aşk yaratılmıştır ve aşkın bir yaratıcısı vardır. Aşkın yaratıcısı Allah’tır. O’nun bir ismi de El Vedud’tur. Herkes bir şey söyleyebilir, ama bu söylenenlerin doğru ve gerçek olduğu anlamına gelmiyor. Çünkü Yaratıcı, bir şeyi özellikle yarattı. İnsanlar olan şeyin tam tersini bile söylese, bu onu gerçek yapmaz; söyleneni doğru kılmaz. Yani Allah, aşkı yarattı. Bu O’nun isimlerinden biridir.
Öyleyse, Allah’ın ne yarattığını nasıl bileceğiz? Herkes, Allah’ın ne söylediğini hakkında da bir şeyler biliyor gibi görünüyor. Bu günlerde herkes Peygamber kesildi; Rablerinin adına konuşuyorlar. Eskiden kimse Rabbinin adına konuşmaya cüret edemezdi. Mesela biz Amerikan vatandaşıyız, sen başkanın adına konuşabilir misin? Hayalinde bunu yapabilirsin. Ama çok resmi yerlerde böyle bir şeyi yapamazsın. Bu yaptığın için tutuklanırsın. Bir trafik polisinin adına bile konuşamazsın ya da patronun adına, hatta bir arkadaşının adına bile konuşamazsın. Ama bu gerçeklikten kopuğuz ve herkes o kadar özgür olduğunu zannediyor ki; Rablerini bile temsil edebiliyorlar. Hayır.
Kim Rabbinin adına konuşup, aşkın ne olduğunu açıklayabilir? Yaratılmış olan milyarlar ve milyarlar ve milyarlarca insanın içinde, sadece 124.000 kişi ve onların varisleri Rablerinin adına konuşmak için seçilmiştir; onlar Peygamberlerdir. Anlıyor musun? O hakka sahip olman gerekir. Yoksa herkes konuşabilir, ama bu konuşmaya yetkin olduğu anlamına gelmez. Onlarsa konuşmak için yetkilendirilmiş olanlardır. Biz o Peygambere, Son Peygambere aitiz. Tamamlanmış olana, Elçilerin Sultanına; Hutbe’de her zaman söylediğimiz, yücelttiğimiz, övgü dolu adlarla seslendiğimiz Peygamber (sav); 1400 yıldır süregelen gelenekte olduğu gibi, bizler her zaman Peygamberleri yüceltiriz. Peki neden? Çünkü Peygamber’i (sav) her zaman övmek bir gelenektir, ilahi gelenektir, Melekût Alemi'nden gelen gelenektir; çünkü Kuran’da ayette söylüyor; ‘Allah ve Melekleri Peygamber’i överler, ey iman edenler’. Müslümanlar demiyor, Araplar demiyor, Sufiler demiyor. ‘İman edenler’ diyor. Onu övün övebildiğiniz kadar... Çok basitçe ifade ediyorum. Bu yüzden bizlerde onu övüyoruz. Peygamber Efendimiz (sav), ezelden ebede Rabbini temsil edendir. Biz o ümmete aitiz, onun ümmetine ve o Rabbi hakkında konuşmak için yetkilendirilmiş olandır.
Sahabelerden biri ona benzer bir soruyu sormuştu. Sahabelerden biri ona; ‘Ya ResulAllah, seni seviyorum.’ dediğinde, Peygamber (asvs) dedi ki; ‘Öyleyse kendini zorluğa hazırla.’ Ne kadar gerçek görüyor musunuz? O şöyle söylemedi; ‘Beni seviyorsun, öyleyse Cennete gideceksin. Beni seviyorsun, o zaman her şey muhteşem olacak. Beni seviyorsun, öyleyse burada ve Ahirette başaracaksın.’ Böyle söylemedi; ‘Öyleyse kendini zorluğa hazırla’ dedi. O zaman biraz bunun hakkında konuşalım. Bu neden böyle?
Allah’ı en çok sevenler kimler? Sen ve ben mi? Tüm milyarlar, milyarlar ve milyarlarca insandan Allah’ı en çok sevenler, sadece 124.000 Peygamberdir. Onlar arasında da en çok seven Peygamber (sav)’dir. O Rabbini çok sevdi. Peygamber’in hayatına baktın mı? Bu dünyanın mutluluğuyla mı dolu? Zorluklarla dolu. Neden hayatı zorluklarla dolu? Rabbimi seviyorum, Rabbim de beni seviyor; öyleyse neden bana zorluk veriyor? Çünkü sevdiğin zaman, kendine bakmazsın; sevdiğine bakarsın. Var olmanın tek nedeni, sevdiğinin gözlerine baktığında, orada kendini görmektir. Peki, Allah bizim için ne istiyor? Bu Peygamberin de bizim için istediğidir.
Bu noktaya geldik, çünkü neden Peygamberlerin hayatı zorluklarla doludur? Neden o kadar zordur? Neden EvliyaAllah ve iman edenler zorluk çekiyor? Fakat böyle olmasına karşın, onlara bakarsanız, onların en mutlu olan insanlar olduğunu görürsünüz. En mutmain olanlardır; onların kalpleri sükûnet içindedir. Ama hayatlarına baktığında dersin ki; ‘Bu zorluklarla dolu bir hayat. Ben böyle olmak istemiyorum.’ Peki, kimin gözleriyle bakıyorsun? Çünkü eğer onların gözleriyle bakarsan, bu dünyadaki mutluluk, bu dünyadaki sevgi; ne aldığında değil, ne verdiğindedir. Ve kendini verdiğin zaman, yeni bir hayat deneyimlersin. Kendini verdiğin zaman, geriye hiçbir şeyin kalmaz. Hiçbir şeyin kalmaz; amacın mutlu olmakta değildir. Amacın, sadece sevdiğinin kişinin senden memnun olmasıdır.
Öyleyse ‘Aşk nedir?’ diye soruyorsun. Bugün için, şimdi için, bu amaç için aşk; sevdiğin kişinin senden memnun olmasını sağlamaktır. Neye mal olursa olsun. Peki, ruhsallığa bakarsak, bu ne demektir? Bunun anlamı, bizim içimizde nefsimiz ve ruhumuz var. Şimdi bir sorumluluğumuz var; biz hayatımızın özüne geri dönme tutkusundayız. Geri dönebilmek için, seni tutan, özgürlüğünü kısıtlayan zincirlerden kurtulman gerekiyor. Bu zincirler nelerdir? Nefsin, şeytan, heva ve dünya. Her biri bir yerden tutuyor; onlardan nasıl kurtulacağını öğrenmen gerekir.
Başlangıçta kendi kimliğini, nefsinle bütünleştirdiğin için çok fazla acı hissedersin. Ama nefsin sen değilsin. Bu dünyayı bırakmak seni çok acıtır, ama bu dünya sen değilsin. Tutkuların sen değilsin. Şeytan, kesinlikle sen değilsin. Yani keşfetmeye başlarsın: Kimsin sen? Nesin sen? Bir kere bütün bunları aradan çıkarmaya başladığın zaman anlamaya başlarsın; ‘Ben senden geliyorum’. Göreceksin. Mevlana Rumi ne söylüyor? ‘Bir gün hepimiz uyanacağız.’ Bunun anlamı, öleceğiz ve gerçek hayatımıza geri döneceğiz. ‘Ve endişelerimizin ne olduğunu hatırlayıp, şarkı söyleyip dans edeceğiz.’ Bir gün, bu dünyada endişe etiğimiz her şeyin, önemli olduğunu düşündüğümüz her şeyin öyle olmadığını göreceğiz.
Başlangıçta oldukça fazla acıtır; çünkü kendini nefsinden, şeytandan, dünyadan ve arzularından ayırıyorsundur. Onlarla çok bütünleştiğin için başlangıçta acı verir ve bunu anlayanlar, bunu deneyimlemiştir; bunun hakkında çok fazla konuşmayacaklardır. Kesinlikle koşulsuz aşktan bahsetmeyeceklerdir, çünkü bunun bir bedeli vardır. Çok ağır bir bedeli vardır; çünkü bu sadece sözden ibaret değildir. Aşkın bir bedeli vardır. Çünkü aşkta sadece ‘bir’ vardır. İki olamaz. İkilik varsa çatışma olur. Sadece ‘bir’ olmak zorundadır ve o da sevdiğin kişidir. Sen değilsindir. Yavaş yavaş bunu keşfetmeye başlarsın. Yavaş yavaş sahte olan benliğini kaybettikçe; aslında her şey gelip geçici... Etrafımızda ne varsa; yeni elbiseler, yeni kufi diyorsan; onlar senin bir parçan, ama sen değiller. Geçici olan şeyler. Ama bu demek değil ki onlar yanlış. Çünkü şimdi, dışarıda olan ne varsa, içeride olanın yansıması olacak. Eğer içerinin yansımasıysa, içerisi doğruysa dışarısı da doğru olacaktır. Yani onlar da önemlidir. Çünkü içeride ne varsa dışarıya yansımalıdır. Hakkı temsil ettiği için önemlidir, tek başınayken bir anlamı yoktur. Ama hak olan bir şeyin arkasında durduğu için, o şey anlamlı hale gelir. O anlamsa en önemli olan şeydir.
Öyleyse aşk, ne çeşit bir aşk hissetmek istiyorsun? Şarkıları yazan yazarların hissettiği aşkı mı hissetmek istiyorsun? Film ya da kitap karakterlerinin hissettiği aşkı mı hissetmek istiyorsun? Farklı farklı aşklar var. Bu dünyaya aşık olanların hissettiğini mi istiyorsun? Bu da farklı bir aşk. Kendine aşık olan birinin hissettiği aşkı mı istiyorsun? Farklıdır. Ya da Rabbini, Yaratıcısını seven kişinin aşkını mı hissetmek istiyorsun? Bu diğerlerinin hepsinden farklıdır. Bu daha gerçektir. Daha doğrudur. Diğerlerinin hepsi sadece bunun suistimal edilmiş birer kopyasıdır.
Bizler bu Sufizm yolunda, Peygamber’in Sahabelerinin hissettiği aşkı tatmaya çalışıyoruz. Elbette biliyoruz ki onlardan çok uzağız. Bizim tüm istediğimiz, Müridin Şeyhine karşı duyduğu aşkı tatmaktır. Bu aşkta daha gerçek ve dürüst olduğun zaman, adım adım ilerlemeye başlarsın. Çünkü şimdi bencil, nefsani aşkı istemiyoruz. Biz saf olan aşkı istiyoruz. Biz Peygamber (sav) ve Sahabelerinin hissettiği ve onun sahabelerine ‘Beni seviyorsanız, kendinizi zorluğa hazırlayın’ dediği aşkı, biraz da olsa hissetmek istiyoruz. O zaman kalbinde bu dünya sevgisine yer olmaz. Tüm yeri Ahiret için ayırman gerekir. Çünkü Allah kıskanç olandır da. Sadece Tek olandır. Senin kalbinde ikinci istemez. Öyle değil mi? Eğer seversen, ‘Ben tek olmalıyım’ dersin. Sen teksin. İki olamaz.
İnşaAllah, bu günlerde; anlayın ki gerçekten aşktan bahsetmiyorum, acıdan ve aşkın sorumluluğundan bahsediyorum. Çünkü birbirlerini sevemeyenlerin, Allah’ı sevmesi mümkün değildir. Kesinlikle başka yolu yoktur. Peygamber (sav)’in, en mükemmel Peygamber olmasının bir nedeni de Ümmeti’ni sevmesidir. O, Ümmeti’ne lanet etmemiştir. Ondan önceki tüm Peygamberler, öyle ya da böyle ümmetlerinden bıkmışlardır. Nuh (as), ümmeti tarafından çok üzüntüye uğradı ve ellerini açıp Allah’a onları cezalandırması için dua etti; çünkü artık onlar için bir kurtuluşun olmadığını söyledi. Musa (as) ümidini kesti ve Rabbine ,’ Bu kibirli ve dik kafalı insanlarla ne yapacağım?’ dedi. Ama Peygamber Efendimiz (asvs), onun ümmeti aynı zamanda, tüm önceki Peygamberlerin ümmetini de kapsar. Çünkü tüm Peygamberler, yalnızca belirli bir bölge ve ya kabileye gönderilmiştir. Ama Son peygamber Muhammed (asvs), tüm dünyaya gönderilmiştir. Bu yüzden geçmişteki tüm ümmetleri ve şu anki ümmeti alır, kendisine katar, cübbesine dâhil eder ve asla Allah’a karşı ümmetinden umudunu kesmez. Onun ümmetine olan sevgisi, bir annenin bebeğine olandan fazladır.
Yani Peygamber’in yolunu izliyor olmanın bir göstergesi, birbirinize karşı sevgi beslemektir. Bu demek değil ki; Şeytanı seveceksin, Şeytani insanları seveceksin, Şeytani, yanlış özellikleri seveceksin. Yanlış olanı sevemezsin. Bir kişi yanlış yaptığında, o yanlış olan hareketi sevemezsin. O kişiyi sevmeye devam edeceksin, o hala sevilmeyi hak ediyor; ama o hareket yanlış. Bu ikisini birbirine karıştırma. Ve bu günlerde, açık olması gereken bir şey de neyin yanlış neyin doğru olduğunu anlamak, çünkü her şey çok belirsiz. Her şeyin iyi olduğunu söylüyorlar. Her şey iyi değil. Her şey iyi mi? Hangi gezegende yaşıyorsun ki? Bu dünyada şu anda hiçbir şey yolunda değil. Dünyada şu anda olan her şey yanlış.
İnşaAllah, o aşkı tutabilecek güçte olanlardan oluruz. Çünkü bu, biraz acıyı da beraberinde getirir. Ama bu bir seçim değildir. Çünkü bu demek değil ki; sadece arayanlar bunu yapacak, aramayanların hayatı iyi olacak ve ikisi de sonunda aynı noktada olacak. Asla aynı noktada olmayacaklar. Çünkü bu dünyayı anlamak; ya bu dünyanın içinde yaşarken bunu anlayacaksın ya da anlamazsan mezarda senin anlamanı sağlayacaklar. Yetmezse, kıyamet gününde anlamanı sağlayacaklar. Hala anlamazsan, ateşte çok iyi bir şekilde anlamanı sağlayacaklar. Bunu anlamak herkes için zorunlu olan şey. Hiç kimse, ‘Ben anlamak istemiyorum.’ diyerek kaçamaz. Anladın mı? Tüm bu eziyet ve kalp kırıklıklarından geçeceksin. ‘Ben sadece hayatımı kolay bir şekilde bencilce yaşayacağım o kadar.’ diyemezsin. Hayır. Bu yüzden Evliya’nın yolunda, Tasavvuf yolunda, Sufizm’de, EvliyaAllah, Allah dostları söylüyor; Peygamber (sav) dedi ki; ‘Ölmeden önce ölün.’
Bütün geçeceğimiz evreler, ölme aşamasında olduğumuzu anlamak için. Peki neden? Temizlenmek için, bağımsız olmak için, bu dünyanın ve ruhumuzun hakikatini anlamak için. Çünkü öldüğün an, her şeyin sana açıldığı andır. O zaman her şeyin bir yalandan ibaret olduğunu anlayacaksın. Gerçek olan neymiş, anlayacaksın. Yani o noktaya gelmeden önce, ölüm meleği canımızı almadan önce, bu dünyanın sahteliğini, gerçek olanın ne olduğunu; her gün bundan geçerek, ölmeden önce ölmeyi deneyerek anlayacağız. Yavaş yavaş inşaAllah. Allah beni affetsin.
Ve min Allahu Tevfik,
El Fatiha.
Şeyh Lokman Efendi Hz.
Sahibul Sayf Şeyh Abdülkerim El-Kıbrisi'nin (ks) Halifesi
New York Osmanlı Dergahı
16 Rebiülevvel 1438
16 Aralık 2016