top of page
  • Yazarın fotoğrafıOsmanli Naksibendi Hakkani

"Kendi kimliğimizi, şanlı ve şerefli olan tarihimizi bilmeliyiz"


BismillahirRahmanirRahim

Elhamdülillahi Rabbil Alemin. Ve Salatu ve Salamu ala Eşref al-Enbiya’i ve İmam el-Murselin, Seyidina ve Mevlana Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.

Hamd, göklerde ve yerde bulunanların hepsinin sahibi olan Allah'a mahsustur. Ahirette de hamd O'na mahsustur. O, hikmet sahibidir, her şeyden haberi olandır. Sadakallahül’l-Âzim. (34:1) Bütün hamdler, İlahi Huzur’un en şereflisi Seyyidina Muhammed’i (sav) Alemlere rahmet olarak gönderen Allah’a mahsustur. Tüm salat ve selam, Yaratılmışların Sultanı’na, Peygamberlerin İmamı’na, Makam-ı Mahmud’un Sahibi, Seyyidina ve Mevlana Muhammed Mustafa’ya (sav), onun Ehl-i Beyt’ine ve mübarek sahabelerine, bilhassa Dört Halife, Hulefa-i Raşidin, Hz. Ebubekir Sıddık, Hz. Ömer’ül Faruk, Hz. Osman-ı Zinnureyn ve Hz. Aliyy’ül Murtaza ile Kıyamet Günü’ne kadar onlara iman eden tüm inananların üzerine olsun.

Ey müminler! Ey iman edenler! Bu mübarek Cuma gününe hoş geldiniz. Mübarek Muharrem ayının son Cuma gününe hoş geldiniz. Bir hafta içinde Sefer ayına gireceğiz. Şeyhimizin bize bu ay için tavsiyesini dinleyelim, “Neredeyse bir hafta sonra Sefer ayı başlıyor. Sefer ayı her zaman zorluk ve cezalandırma ile gelir. Hz. Muhammed’in (sav) ümmeti dikkatli olmalı. Bu ay içinde 70.oo0 bela yeryüzüne iniyor. Eski zamanlarda insanlar, kendilerini bu küfürden korumak için çok özel şeyler yaparlardı. Eğer hiç bir şey yapmıyorsan, boş yere sokaklarda koşturma. Evinde otur, dua et, daha fazla zikir yap. Eğer gerekli değilse, dışarıda çok fazla kalma.”

Bugün Cuma. Bu günün ne kadar mübarek olduğunu anlayın. Bu gün cennetler ve yeryüzünde özel kılınmıştır. Ve imam, o minberin basamaklarından çıktıktan sonra, aslında mübarek Peygamber (sav)’in makamında oturuyordur. Çünkü Cuma günü, birleşme günüdür, ümmetin buluşma günüdür; ümmetin Peygamber (sav) ile bağlantı günüdür. Bu içinde olduğumuz son yüzyıla kadar, bu bağlantı canlıydı ve Peygamber’e (sav) kadar uzanan zincir korunuyordu. Çünkü Mekke’den Medine’ye, İstanbul’dan Endonezya’ya, Afrika’dan Asya’ya; her bir camideki, her bir imam, hutbeye Halife’nin adıyla başlıyordu; Peygamber (sav)’in yeryüzündeki gölgesinin adıyla başlıyordu. Hilafet var olduğu sürece, İslam’ın bayrağı da dalgalandı. Hutbe Müslümanları, Peygamber (sav)’e, itaatkârlık, teslimiyet ve muhabbette bir araya getiriyordu.

Ama Müslümanlar, 100 yıl önce bunu kaybetti. Neden? Çünkü Hilafet’in sonlanmasını istediler. Çünkü Müslümanlar, “Bizler artık, Allah’ın gölgesi altında olmak istemiyoruz. Bizler artık ResulAllah’ın temsilcisinin koruması altında olmak istemiyoruz. Biz batıyı izlemek istiyoruz. Batılı olmak istiyoruz. Demokrasi istiyoruz. Milliyetçiliği istiyoruz.” dediler. Peki, bu neden oldu? Çünkü İslam’ın düşmanları, Müslümanlar üzerinde en büyük oyunları oynadı. Müslümanları kandırarak, onların, İslam’ın geri kalmış ve cahilce olduğunu; Batılı yaşantının ise modern ve akıllıca olduğunu, düşünmelerini sağladılar. Müslümanlara, onların tarihinin barbarlık ve katliam üzerine kurulu olduğunu söylediler. En kahraman Müslümanları, en kötü insanlarmış gibi tanıttılar. Müslümanlara, onların uygarlığının bitmiş olduğunu söylediler. Müslümanlara, Sultanlarının zalim kimseler olduğunu söylediler. Müslümanlara, dillerinin çok basit olduğunu söylediler. Ve onlara, “Bizim tarihimiz, doğru olan tarih. Bizim kahramanlarımız gerçek kahramanlar, bizim uygarlığımız modern bir uygarlık, bizim giysilerimiz medeni giysiler. Bizim dilimiz, sofistike bir dil. Bizim gibi olun ve mutlu olun. Bizim gibi olun ve zengin olun. Bizim gibi olun ve bu dünyayı elde edin.” dediler. Ve balıkları yakalar gibi, kancayı onlara geçirdiler. Birçok Müslüman yemi aldı ve bu tuzağa düştü. O zamandan beri, bizler acı çekiyoruz ve bunun sonuçlarına katlanıyoruz. O halde, bundan nasıl kurtuluruz? Yakalanmış olduğumuz bu hastalıktan nasıl kurtulabiliriz?

İster Müslüman olmayan bir ülkede yetişmiş, ister Müslüman bir ülkede yetişmiş olsun; birçoğumuz, hala bu hastalıktan etkileniyoruz. Genç bir yaştayken, bu hastalığa tutuluyoruz. Bize kahraman diye, üzerine kırmızı haçlı parlak bir zırh giymiş, bir adamı öğretiyorlar. Kahramanlarımızın, Müslümanlara saldıran Haçlılar olmasını sağlıyorlar. Bize büyük uygarlıklar olarak, Romalıları, Bizanslıları, Fransızları, İngilizleri öğretiyorlar. Perdenin arkasında hilafeti düşürme oyunlarını kuranlardan, medeniyetin nasıl olması gerektiğini öğreniyoruz. Bugün dilimiz bizden alınmış durumda, bu yüzden atalarımızın dillerini unuttuk; onlarla bağlantımızı yitirdik. Evet, bu Müslümanların hali... Peki, ama çözüm ne? Çözüm kimde?

Doğudan batıya, kuzeyden güneye bak; hiç kimse bunun hakkında konuşmuyor. Mevlidin haram mı helal mi olduğu hakkında, istinca hakkında ve daha bir sürü şey hakkında, gerçekten sorun olmayan her şey hakkında konferans yapıyorlar. Esas sorunları bir kenara bırakıyorlar.

Bu zamanda, insanları gerçek sorunlarla yüzleştiren, Müslümanları uyanması için sarsan, bu hastalığın çaresine sahip olan tek kişiler; Büyük Şeyhimiz ve Şeyhimiz. Şeyhimiz, Sahibul Sayf Şeyh Abdülkerim el-kıbrısi el-Rabbani söylüyor; “Müslümanlar, Batının insanlığa tanıttığı yanlış hayatları; batılı düşünce yapısını, ikiyüzlü olan ‘demokrasi’ adı altındaki tüm saçmalıkları izlemeye çalışmaktansa, geri dönmeye çalışmalı.” Peygamber (sav)’e ve onun bize getirdiğine geri dönmeliyiz. Çünkü onların hiçbiri eskimedi; hepsi canlı ve dipdiri. Bize 1400 yıl önce getirdiği ne varsa, bugün de hayatımıza uyuyor. “İslam gericidir, bizi geriye götürür” diyen biri varsa, yüzyıllarca İslam’ın doğu, batı, kuzey ve güneyde nasıl yönettiğine bakmalı. Tarihe bakmalı. Çok uzağa gitmenize gerek yok, sadece bir yüzyıl öncesi.

Bir sayfa geriye git ve ümmete bak; İstanbul’da bulunan bir yönetim sistemi ve doğudan batıya, kuzeyden güneye tüm dünyayı yönetiyor. Onlar bugün sahip olduğumuz teknolojiye sahip değildi. Onlar tüm dünyayı birbirine anında bağlayan bu iletişim teknolojisine, bugünün araçlarına sahip değildi. Ama onlar 72 farklı milleti, farklı ırkları, farklı insanları, farklı dinleri yönetebilme yeteneğine ve kapasitesine sahipti. Tüm farklı insanlar, birbiriyle savaşmadan, hepsi beraberce mutlu, hayatlarından memnun şekilde yaşıyordu.

Ey iman edenler! Eğer, 100 yılı aşkın süredir esiri olduğumuz, bu hastalıktan kurtulmak istiyorsak, tarihimizi bilmeliyiz. Tedavi tarihimizi bilmekten, onu yaşamaktan geçiyor. Tarihimizle bağlantıda olmalıyız. Çünkü İslam’ın tarihi, şanlı ve heybetlidir. Bir kere gerçek kimliğini bilirsen, kimliğinin Müslüman olduğunu bilirsen, Hz. Muhammed (sav)’in ümmeti olduğunu bilirsen, başka bir şeye ihtiyacın olmaz.

Günümüzde birçok insan, bunu da olabildiğince yanlış anlıyor. Vahhabiler, tarihimizin sadece ilk dört halife, İbni Teymiye ve Abdul Vahab ile sınırlı olduğunu söylüyor. Bu yanlış! Bu şekilde tarihi bilemezler, çünkü İslam’ın hala yaşayan geleneğiyle bağlantıyı kesiyorlar. Çünkü İslam 1400 yıl boyunca canlıydı, canlı kalmaya da devam ediyor, o büyüyor ve EvliyaAllah ile daha da güzelleşiyor. Yani bu gelenek, Dört Halife’den sonra bitmedi. Devam etti ve Osmanlı İmparatorluğu’na kadar gelişti. Osmanlıları bilmeyen ve saygı göstermeyen kimsenin, tarihle hiçbir bağlantısı yoktur. Devleti Aliye’yi duyduğunda kalbi saygı ve haşmetle titremeyen kimsenin, kesinlikle bizim geleneğimizle bir bağlantısı yoktur. Çünkü Osmanlılar, tüm saltanatlarında İslam’ı taşıdılar ve onurlandırdılar. Ve onlar sayesinde, İslam mükemmel bir hale geldi. Bir kere bu tarihi bildiğimiz zaman, başka hiçbir şeye ihtiyacımız olmaz. Bu tarihi çocuklarımıza öğretmeliyiz. Çünkü Şeyhimizin söylediği gibi, “Çocuklarımız Mehdi (as)’ın neslindendir inşallah-u Rahman.” Biz bitmiş olan, eski bir tarih öğretmiyoruz; çünkü Osmanlılar yeniden yükselecek. Vallahi, yeniden yükselecekler.

Hangi kahraman İslam’ın kahramanlarından daha büyüktür? Hz.Ebu Bekir, Hz.Osman, Hz.Ali ve Sahabe-i Kiram’dan daha büyük kahraman kimdir? Osman Gazi’den daha büyük kahraman kimdir? Fatih Sultan Mehmet’ten, Ulubatlı Hasan’dan daha büyük kahraman kimdir? Muhteşem Sultan Süleyman’dan daha büyük kahraman kimdir? Yavuz Sultan Selim Han’dan daha büyük kahraman kimdir? Sultan Abdülhamit Han’dan daha büyük kahraman kimdir? Allah’ın aslanı, Sahibul Sayf Şeyh Abdülkerim el-Kıbrısi el-Rabbani’den daha büyük kahraman kimdir? Bu Sahibul Sayf’in cemaatinde öğrendiğimiz şey. Atalarımızın tarihini öğreniyoruz; böylelikle onlar gibi olabiliriz. Müzelerde bize gösteriline hayran olmayı değil, kendi geleneklerimizi öğreniyoruz; böylelikle onları yeniden gerçekleştirebiliriz.

Tıpkı Osmanlılar gibi… Bir zamanlar onlar çadırlarında oturuyordu; çok basit bir hayat yaşıyorlardı ama tarihlerini kalplerinde hatırlıyorlardı. Onların kalpleri Allah’ın razı olduğu geleneği yaşatmak için yanıp tutuşuyordu. Ve Allah (cc) onları, İslam’ın İmparatorluğu’nu kurmakla şereflendirdi. Yanlışa düşme, bu iş Sahibul Sayf’in işi. O söylüyor, “Bu İslam ve onunla gurur duymalısınız. Kendinizle gurur duyacağınız hiçbir şeyiniz yok. Sizde olan ve üstünlük olarak görebileceğiniz hiçbir şeyiniz yok. Ama İslam’dan gurur duymalısınız. Biri karşınıza geldiği zaman, ‘Evet, ben Müslümanım ve ben bunu taşıyorum’ diyebilmelisiniz. Tavuk gibi korkak olmayın. Eğer öyle olacaksanız, benim yanımda yeriniz yok. Diğer Şeyhlere gidin. Korkak olan diğer imamların yanına gidin. Benim hiçbir şeyden korkum yok. Bizim Allah’tan başka bir şeyden korkumuz yok. Biz İslam’ı yüksekte tutuyoruz ve tutmaya devam edeceğiz. Eğer bunun içindeysen, sen de yüksek tutmalısın.”

Ey iman edenler! Ey müritler! Ey Osmanlı torunları! Osmanlı’nın Mehter Marşının sözlerini asla unutmayın:

Bu kitaplar Fatih'tir; Selim'dir Süleyman'dır Şu mihrap Sinanüddin şu minare Sinan'dır. Haydi artık uyuyan destanını uyandır.

Ey iman edeler, uyuyan bir efsane var. Gidip onu uyandırmak ve İslam tarihinde yeni bir sayfa açmak için niyet etmeliyiz. Bu amacı asla kaybetmemeliyiz. Şeyh Efendi’nin sözleriyle sonlandıralım; “Uyuyan efsanevi tarihini uyandır ya da onlar seni uyandıracak ve diğer tarafa yollayacaklar. Dikkatli ol. Herkes uyanmalı. Bu gösteri değil. Bu gerçek. Benimle olan herkes buna hazır olmalı.”

Bu kadarı sizin ve benim için yeterli.

Şeyh Lokman Efendi

Sahibul Sayf Şeyh Abdülkerim’in Halifesi

24 Muharram 1437 (6 Kasım 2015)

Osmanlı Dergahı, New York

93 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page