top of page
  • Yazarın fotoğrafıOsmanli Naksibendi Hakkani

"Hala Ahiretin peşinden koştuğunu nasıl anlarsın?"


BismillahirRahmanirRahim

Soru: Nefsin tarafından kandırılmadığını nasıl anlarsın? Allah yolunda koştuğunu

düşünürken, ya aslında dünya ve nefsinin peşinde koşuyorsan?

İnsanlar buraya dergâha, bu dağın başına, dünyadan uzaklaşmaya geliyorlar. Buraya dünyanın peşinde koşmaya gelmiyorsunuz. Soru şöyle; “Soru şu: nefsinin seni kandırıp kandırmadığını nasıl anlarsın? Allah yolunda koştuğunu düşünürken ya nefsinin ve dünyanın peşinde koşuyorsan?”

İnsanlar sana bir şey söylediklerinde, onlara hemen, “Ben haklıyım. Ben doğruyum, yanlış olan sensin. Doğru ya da yanlış olduğumu söylemene gerek yok, bana hiçbir şey söylemene gerek yok.” diye cevap veriyorsan, evet bu nefstir. Bu da gösterir ki, sen söylediklerinde ister haklı ol ister haksız, ister bana katıl ister katılma, ister itaat et ister etme, teslimiyette ol ya da olma, ya da sadece Allah yolunda ol... Ama esasında sadece kendi nefsinin peşinden, kendi inadının peşinden koşuyorsun. O zaman bunu nasıl anlayacağız, nasıl kendimizi kontrol edeceğiz? Madem öyle, özellikle buradaki müritler ile ilgili konuşalım ki herkes payına düşeni alsın.

Bizler, Ahir Zaman'ın fitnesinden kaçmak için, bu dağın başına geliyoruz. Peygamber (sav)'in sünnetine uyarak, sade bir şekilde yaşayabilmek için; dinimizi yaşayıp, Allah’ı (cc) hatırlamak ve Şeyhimizin yolunu takip etmek için buradayız. Her birimizin niyeti bu değil mi? Eğer bu dağın başına, dünyanın peşinde koşmaya gelen varsa yanlış yerdedir. Ama Allah dünya işlerini de bizim için kolaylaştırıyor. Niyetimiz doğru olduğu için, burada olduğumuz zaman, dünya bizim peşimizden koşuyor; bizim için kolaylaşıyor. Biz dünyanın peşinden koşmak zorunda kalmıyoruz. Dünya açılıyor, kolaylaşıyor; o bize geliyor. Çünkü biz, her ne istiyorsak, aslında bu dünya için değil; Ahiret için istiyoruz. Daha iyi ibadet etmemizi kolaylaştıracak ya da daha iyi müridolmamızı sağlayacak şeyleri istiyoruz. Peygamber Efendimiz (sav)’in ve Şeyhimizin himmetiyle de Allah açıyor.

Yani niyetimiz doğru olmalı. Ama niyetinin doğru olup, olmadığını nasıl bileceksin? Bir yıl önce, on yıl önce niyetin öyleydi. Ama şimdi yaptığın işlere bak. Ahiret için uğraştığını söylüyorsun ve bu dağın başındasın. Peki, hala Ahiret için mi uğraşıyorsun, bundan nasıl emin olabilirsin? Bu konu, geçen haftalarda verdiğimiz hutbeyle ilgili, samimiyet ve ikiyüzlülük hakkındaki hutbe ile ilgili...

İkiyüzlülük. Peki, ikiyüzlülük nedir? Mübarek kimselerin söylediği gibi “İkiyüzlülüğü ve ikiyüzlülükten korkmanın ne demek olduğunu, samimi olan kimselerden başkası anlayamaz. Yalnızca samimi olan kimseler, kendilerini ikiyüzlü olarak görürler.” Siratul Mustakim’de olup olmadığını nasıl bileceksin? Kendini sorgulamıyorsan, bunu bilemezsin. Günlerini nasıl geçirdiğine bakmıyorsan, yaptığın işleri sorgulamıyorsan bunu bilemezsin. Sadece “Acaba bunu Allah rızası için mi yapıyorum?” diye sormak değil; yaptığın işlere bakıp, ne yaptığını görmek, “Hayır, yaptığım şey hala yeterli değil.” diyebilmek ve samimiyetle bakarak, "Yaptığım işte yeterli olmayan şey ne?" diyerek onu bulabilmek. "Bu söylediklerim, Şeyhimizin sözleriyle ve onun yaptıklarıyla uyuşuyor mu? Şeyhimi örnek alıyorsam, onun söyledikleriyle benim yaptığım işler uyuşuyor mu?”

“Ne yapıyorsun?” diye kendine sor ve kavga et kendinle. “Bu işi yaptım.” diyorsun. “Bu işi düzgün yaptığını nereden biliyorsun? Kabul edilip, edilmeyeceğini nereden biliyorsun?” diye kendine sormalısın.

Görüyorum ki çoğunuz kendinizi sorgulamıyorsunuz. Kendini yeterince sorgulayan bir kişi, başkaları onu sorguladığında hemen kendini savunmaya geçmez. Çünkü bunu zaten her gün kendine yapıyorsundur. Her gün kendi nefsine bakıp, “Ey nefsim, sen en büyük eşeksin” diyorsan, kendine “Ben en büyük eşeğim” diyorsan, “Ben münafığım, ben şeytandan bile daha beterim” diyorsan; ama bunu sadece dilde değil, gerçekten söylüyorsan, “Bunu ve bunu yaptım, çünkü bunu ve bunu yapmadım. Ya Rabbi, sana teslim oldum, anladım ve bağışlamanı diliyorum.” diyorsan… İşte o zaman birisi gelip, senin hakkında bir şey söylediğinde, senin hakkında söylediği doğru olsun ya da olmasın; buna üzülmezsin. “Ben zaten bunu her gün kendime söylüyorum." dersin. Bu kişi özellikle de dergahta ise, Şeyhimiz tarafından bize bir şey göstermek, bir şey hatırlatmak için gönderilmiştir diye düşünürsün, “Bunun içindeki dersi almalıyım” dersin. Fakat şimdi böyle mi? Erkekler, kadınlar, herkes birbiriyle kavga ediyor. Herkes birbirine “Hayır eşek olan sensin. Ben en iyisiyim. Ben biliyorum, sen bilmiyorsun” diyor, birbirleriyle kavga ediyorlar. Birbirimiz için yaptığımız küçük şeylerden kavga ediyoruz. Küçük şeyler için bile kavga ediliyor. Hiç bir zaman uzlaşma yok. Hiç bir zaman nefsini bastırmak yok.

Kendini sorgulamazsan, bilemezsin. Eğer kendini sorgularsan, cevabı bileceksin. Sorgulamaya başladığında, kendine “Tüm bu işleri yaptım, ama yaptığım bazı şeyler tam olmadı, işin bu tarafı çok iyi olmadı. Onları düzeltmeye çalışmalıyım.” dersin. “Bugün ibadet ettim; ama içine daha fazla samimiyet, daha fazla his, daha fazla aşk koymaya niyet etmeliyim.” dersin. Cumaya geliyorsun, bunu daha da fazla samimiyetle yapmak için niyet etmelisin. Her Cuma gününde, “Bugün en şerefli, en mübarek gün” diyerek hatırlatıyoruz. Kendine “Bu güne gerçekten hak ettiği önemi veriyor muyum?” diye sormalısın. Üzerine alıp, kendini sorgularsın; kendinle tartışırsın. İşte o zaman, kendinle kavga edip, bu kavgada kendini yendiğin için cevabı bulacaksın. O zaman dünyanın peşinden koşup, koşmadığını anlayacaksın. O zaman nefsinin seni kandırıp kandırmadığı sorusunun cevabını kendin bulacaksın.

Nefsin seni nasıl kandırabilir ki? Her gün kendini gözlemleyerek, “Ey nefsim, beni bugün de oyuna getirdin.” diyorsan, nefsin seni nasıl kandırabilir? O zaman birisi seni eleştirerek, işinin eksik yanlarını söylerse; bunu ister gülerek söylesin, ister bağırarak söylesin; sen onun söyleyiş şekline aldırmadan, sadece içinde ki özü, asıl demek istediği şeyi alırsın. Oysa herkes, şekilde takılıp kalıyor. Söylenen sözün özünü, ruhunu alıp, “Evet, haklısın” diyerek hak verdiğin zaman, kandırılmazsın. Çünkü kendini izliyor ve her şeye dikkatlice yaklaşıyor olursun. Ama bazen bakıyor, bakıyor; çok içine giriyorsun ve o zaman da görmüyorsun. Ama her zaman kendini gözlemlemeye çalıştığın için, senin göremediğin zamanlarda da, birisi bir şey söylediğinde, Şeyhin bir şey söylediğinde, sohbette ya da ayette söylendiğinde, bir şey sana dokunur ve fark edersin. “Evet bu benim için.” diyerek, onu kendi üzerine alırsın. Çünkü o zaman kalbin açıktır ve kalbin, “Bu benim için söyleniyor” diyecektir.

Senin kendini gözlemlemende, tefekküründe, düşünmende eksik olan ne varsa, işaretlerle sana gösterilir ve hemen tamamlanır. Özellikle müritler için durum böyledir. Mürit olan biri için, yalnız bırakılmak çok iyi, çok saygın bir mevki değildir. Kimse sana dokunmuyor, kimse sana bir şey söylemiyor, sen kimseye bir şey söylemiyorsun. Yalnız bırakılıp terk edilmişsin, bir mürit için bu iyi bir şey değildir.

İnşallah daha iyi olmalıyız. Çünkü işaretler, Şeyhimizin yakında geleceğini gösteriyor. Bizi gördüğünde “Hiç değişmemişsin, gittiğimden beri bir adım bile ilerleyememişsin.” demesini istemeyiz. Bir şeyler yapmış, gelişmiş, buna sahip olmuş, şuna sahip olmuş olabiliriz; ama biz ne kadar değiştik? Biz nasıl geliştik? Kendimiz üzerinde ne yaptık? Bunu nasıl görebileceksin? Bunu nasıl anlayacaksın? Kendini ne ile ölçüyorsun? Şeyh Efendi gittiğinden beri kendini hangi terazide tartıyorsun? Kendi üzerimde çalıştım mı? Nefsim üzerinde çalıştım mı? Yaptığın hizmete bak. Yetkisi olan insanların, senin yaptığın işler için olan yorumlarına bak. Buna nasıl cevap vereceksin?

Allah bizim için kolaylaştırsın İnşAllah. Bunlar karışık zamanlar. Aklınızı karıştırmayın. Çünkü dergâhta her şey çok net. Kabul etsen de etmesen de, nefsin bu kabul etse de etmese de dergâhta her şey çok net. Bu anlayış meselesi değil. Bunların çoğunu benden daha iyi anlıyorsunuz. Eğer anlayamıyorsanız, zaten içinizde yok demektir. Söylediklerimi herkes anlıyor, demek oluyor ki o içinizde. Bunu zaten biliyorsunuz. Bunu zaten biliyoruz. “La ilaha illaAllah”, sadece bir kelime değil. Bize öğretilen bir ayet de değil. Onu zaten biliyoruz. Çünkü Ayet-i Kerime söylüyor, “Her çocuk, Müslüman olarak doğar.” Peygamberler bize bunu hatırlatmak için geldiler. Kuran-ı Kerim’deki birçok ayet, “Hatırlamıyor musunuz?” diye başlıyor. Hatırlamalıyız inşaAllah. Allah beni affetsin.

Fatiha.

Şeyh Lokman Efendi Hz. Sahibul Sayf Şeyh Abdülkerim el-Kıbrısi el-Rabbani (ks) Halifesi

Osmanlı Dergahı, New York 8 Safer 1437 20 Kasım 2015

123 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page