top of page
Yazarın fotoğrafıOsmanli Naksibendi Hakkani

Üç Aylarda Kendimizi Arındırmaya Niyet Edelim


BismillahirRahmanirRahim

Gün, güneşin batmasıyla başlar. Peygamber Efendimiz (sav)’in nurunun babasından annesine geçmesi de böyle bir gece de olmuştu. Melekut Alemi’nde, bu gece Regaib Gecesi olarak adlandırılır. Bu dünyada hiçbir meleğin kalmadığı, hepsinin Kabe’nin etrafına çekildiği, Semavatın tüm meleklerinin Kabe’nin etrafında toplandığı gecede, Allah (svt) sordu: “Ben’den dileğiniz nedir Meleklerim?” Melekler ise, “Bu geceyi kutlayanları affedip bağışlaman dışında hiçbir dileğimiz yok ya Rabbi!” dediler. Bizim için. Melekler kendileri için ibadet etmezler, bizim için ederler. Bizim içi dua ederler. Allah (svt) da şöyle buyurmuştur, “Kendi kudret ve şanım üzere yemin ederim ki, dilediğinizi verdim.” İnşaAllah, Allah ömür verirse yakında da Mirac Gecesi’ne, Peygamber Efendimiz’in Rabbiyle olmak için tüm Semavatı geçerek İlahi Huzur’a yükseldiği Gece’ye gireceğiz.

Şaban Ayı’nın 15’inde ise Berat Kandili var; hesapların yapıldığı, geçmiş seneden günümüze kadar yapılan her şeyin hesaba çekilip yazıldığı ve Kıyamet’e kadar açılmamak üzere mührünün basılıp o aleme gönderildiği gece. Hepimiz okula gittik. Çalışmadınız, derslere girmediniz, hiçbir şey yapmadınız diyelim ama ertesi gün sınav var. Ne yapmanız gerek o zaman? Sabahlamanız gerek. Allah açık bir şekilde belirtmiş. Berat Kandili’nde sizin tüm amellerinizi toplayacağım. O gece için Allah, eğer bu kadarcık bile bir ibadet yaparsanız, tüm sene yapmışsınız sayılırsınız, diye buyuruyor. Ramazan Ayı’nda ise Kadir gecesi vardır ki, son on gecesinde saklıdır. O ayın içinde saklıdır.

İslam’da beş Mübarek Gece vardır ve bunun dördü bu Üç Aylar’da saklıdır. eğer Rabbimizin kıymet verdiğine kıymet verirsek, eğer O’nun sevdiklerini seversek, o zaman kalbimize gelen hakiki sevgiyi de hissederiz. O zaman kalbimizi şununla bununla bölüyor olmayız. Allah ömür verirse, bu Mübarek gün ve gecelere temiz bir şekilde girmeye niyet ediyoruz. Ölüm Meleği bizden hiç de uzakta değil. Ölüm birçok kişi ziyaret etti ve etmeye de devam ediyor. Peygamber Efendimiz (asvs)’dan gelen şu deyişteki gibi, “Ölümü yattığın zaman yastığının altında, kalktığın zaman burnunun dibinde bil.”

İslam’da ölümü hatırlamak, üzgün olmak, kederlenmek, her şeyin sonunun geldiğini düşünmek değildir. Bu, bizim gerçek hayatımızın başlangıcıdır. Eve geri dönüş yolculuğumuzun başlangıcıdır. Bizim evimiz burası değildir. Bu dünya, aşağıların da aşağısı olarak tarif edilmiştir, bizim evimiz burası değildir. Bizler sadece geçiş yapıyoruz. Sadece yolculuk ediyoruz. Çok daha güzel bir evden geldik. Birbirimizi bulmak, Allah’ı bilmek ve O’na ibadet etmek için buraya gönderildik ve geri gideceğiz. Her inanç, her gelenek, her din bunu söylemektedir. Her şeyden evvel, bu dünya güvenilmezdir. Bu dünya geçicidir. Bu dünya size karşı bir oyun ve tuzaktır. Ve bu dünyanın başına gelen tüm belalar, başındaki tüm sıkıntılar insanoğlunun onu eve çevirmeye çalışmasından kaynaklanmaktadır.

Birbirleriyle savaşıyorlar çünkü bir türlü paylaşamıyorlar. Çünkü sonsuza dek yaşayacağımızı zannediyorlar. Hiç kimse sonsuza kadar yaşamaz. Ancak her Peygamber, asıl evimizi bırakıp buraya geldiğimizi ve oraya geri döneceğimizi bildirmek için gelmiştir. Peygamberler geldi, onların varisleri geldi. Ve insanoğlu olarak da onları birer rehber olarak kabul edip, onları izleyerek bu tuzağın içinden geçtiğimizde, kendimizi bu dünyadan kurtarıp asıl hakikatimize döneriz. Burası bir tuzaktır.

Ruhsallığın yolu işte budur. Fizikselliğin yolu değildir bu. Dünyevi insanlarla konuşursanız onlar size başka şekilde söyleyeceklerdir. Fakat hayatın ne yiyip içtiğimiz ya da nasıl giyindiğimizle ilgili olmadığını anladığınızda... Canımız, içerideki ruhumuzdan gelir. Bir kere ruh çekildi mi, beden yere düşer. Yüz kiloluk güçlü kuvvetli bir adam bile olsa düşecektir. Yiyip içip, güzel güzel giyinmek, hayatın keyfini sürmek için oradan oraya koşturuyoruz. Çocuklarımıza öğrettiğimiz tek şey beş duyularını nasıl tatmin edecekleri. Ancak hiçbir Peygamber bu dünyada nasıl zevk-ü sefa süreceğimizi öğretmek için gelmemiştir. “Bir çizgi çekin ve o sınırı geçmeyin,” derler. O sınırı geçmediğiniz zaman ruhunuz daha da canlı hale gelir ve bir gün Rabbinize dönmek için kendinizi bu beş duyunun hapishanesinden kurtarırsınız. Çünkü dönüşümüz O’nadır.

Gün gelecek, birbirimizde farklı yaratılmadığımızı idrak edeceğiz. Gün gelecek, bu dünyaya gönderilmeden önce beyaz ya da siyahi, Pakistanlı, Afgan, Çinli ya da Türk diye bir ayrım olmadığını idrak edeceğiz. Hepimiz bire ruhuz ve gerçek kimliğimiz de odur. Aynı zamanda birbirimize imtihan olmak için gönderildik buraya. Ve dönerken de siyah, beyaz, Çinli ya da Pakistanlı olarak dönmeyeceğiz, hayır. Ruh olarak döneceğiz. O yüzden de bize ruhsallığı öğreten insanların kimseyle bir problemi yoktur. Çünkü sizi bu halinizle görmezler. Onlar sizi yaratıldığınız şekilde görürler. Ve yaradılışımız da, Mevlana Rumi’nin dediği gibi, eğer bir kimse ondan nasıl bir nur yayıldığını bilir, o nuru yayarsa, o nur bin tane güneşi bile kör eder. Allah bize bunu bahşetmiştir. Ve Allah taraf tutmaz, “Bunu sadece beyazlara verdim, siyahilere veremem. Sadece Çinlilere veriyorum, esmer tenlilere vermem,” demez. Bu herkese verilmiştir. Arada bir ayrım yoktur. Çünkü bizler Hazreti İnsan olarak yaratılmışız. Hazret, Mübarek kişi demektir. Mübarek İnsan. Birer Halifetullah olmak için yaratıldık. Yaradılış gayemiz budur ve Peygamberler de bunu hatırlatmak için gelmişlerdir. Rabbimizi temsil etmek için yaratıldık. Halifetullah olmak için yaratıldık. Başka bir şey değil.

İnşaAllahu Rahman Allah bizi affetsin. Yavaş yavaş Peygamberlerin ayak izlerini takip etmeye çalışıyoruz. Anlamaya ve en büyük düşmanımızın, nefsimizin üzerine basmaya çalışıyoruz. Düşmanı dışarıda aramayın. En büyük düşman her zaman içerideki düşmandır. Dışarıya yüzlerce parmaklık çekebilirsiniz ancak içerideki düşman kapıyı açtığı vakit her şey içeri doluşur. Ve Osmanlı Nakşibendi Tarikatı, içimizdeki düşmanların farkına varmamız içindir.

Bu düşmanlar öncelikle bizim egomuz, nefsimiz, şeytan, heva ve heveslerimiz ve dünyadır. Salihlerle beraber olduğumuzda, yavaş yavaş yaradılış gayemizi de anlamaya başlayacak ve Peygamber Efendimiz (asvs)’ın vazifesini devam ettirmeye, ona göre yaşamaya başlayacağız. Neydi onun vazifesi? O, Rahmeten lil Alemin’dir. Alemlere Rahmettir. Komşusuna merhametli olmayan bir Müslüman, Müslüman değildir. Mümin kişi, Müslüman kişi, herkesin gelip onun yanında huzur bulduğu, güvende hissettiği kişidir. Öyle olmalı ki, başkaları onun yanına geldiği zaman kendi onurlarının korunacağını bilmelidirler. Bütün Peygamberlerin sünnetidir bu. Bunların hepsi, şu an dünyanın ihtiyacını duyduğu ruhsallığın içinde mevcuttur zaten. Dünyanın daha fazla alime ihtiyacı yok. Daha fazla kişinin kitap okumasına ihtiyacı yok. İnsanların kalplerini açıp, bu kitabı (kalp kitabını) okumalarına, onu anlamalarına ihtiyacı var. O vakit bu dünya için de, hepimiz için de bir arada yaşamak çok daha kolay olur. Çok kolaydır, çünkü nasıl insanca yaşanacağını bilir ve bunu paylaşırsak, Allah’ın bu dünyada yaratmış olduklarıyla, değil bir milyar, değil yedi milyar insan, yetmiş milyar insan da gelse rahatça yaşayabiliriz.

“Onlar insan değil. Ten rengim yüzünden, uyruğum, dinim yüzünden ben onlardan daha insanım,” dediğimiz anda hiçbir şey yetmemeye başlar. İşte o zaman dağlar kadar bile altınınız olsa, bir parça ekmek yiyen yaşlı bir adam gördüğünüzde elinden ekmeği kaparak, “Bu benim!” demeye başlarsınız. Ancak İslam öğretiyor ki, “Eğer bir kişiye yeterse, iki kişiye de yeter. İki kişilik varsa, üç kişiye de yeter.” Yani ne kadar çok paylaşırsanız, ne kadar fazla verirseniz, daha fazla rahmet ve bereket bulursunuz. Daha fazla lezzet almaya başlarsınız. Şeyhimiz, Sahibul Saif Şeyh Abdül Kerim el Kıbrısi el Rabbani’nin bize öğrettiklerinin izinden gitmeyi umut ediyoruz.

İnşaAllah, bu mübarek zamanlarda, birazcık geriye çekilmemiz tavsiye edilir. Çok azla etrafta koşturmayın. Bu Receb Ayı halvete çekildiğimiz aydır. Eğer çok meşgulsek ve halvete giremiyorsak, inzivaya çekilemiyorsak, biraz vakit ayırın ve bir yere oturun. Bilhassa İkindi ve Akşam vakti arasında, güneş batmadan önce. Oturun ve biraz zikr yapın. Hiçbir şey bilmiyorsanız bile önemli değil, sadece, “Allah, Allah, Allah,” deyin. Onu da yapmak istemiyorsanız, “Ya Rabbi,” deyin, “sadece Seninle olmak istiyorum. Sadece burada oturmak ve Seninle birlikte olmak istiyorum. Bunca zamandır Sen’den kaçıyordum, sadece Seninle birlikte oturmak istiyorum. Sen her daim benimle birliktesin. Sen şah damarımdan bile daha yakınsın bana.” Oturun, o zaman bu kutsal aylardaki halvetin sevabını alırsınız inşaAllah. Tövbe edin, bağışlanma dileyin, sadece Allah (svt)’dan değil, birbirinizden de dileyin. O ay bu aydır. Çünkü Allah buyuruyor, “Her şeyi bağışlayabilirim ancak Benim huzuruma şu iki günah ile gelmeyin: Şirk- ki Allah isterse bağışlayabilir, O’nu kim durdurabilir? Ancak ikinci günah olarak da şunu söylüyor: Başkalarının hakkı ile gelmeyin huzuruma. Onlar sizi bağışlayana dek sizi bağışlamayacağım.” Bu İslam’da çok önemli bir şeydir. Çünkü herkesi birbirine daha da yakın kılmak, daha iyi geçinmelerini sağlamak ve birbirlerine ulaşıp af dilemeleri içindir.

İnşaAllahu Rahman.

Ve min Allahu Tevfik.

Al Fatiha.

Selam Aleykum ve Rahmetullahi ve Berekatühü.

Şeyh Lokman Efendi Hz.

Sahibul Sayf Şeyh Abdülkerim El-Kıbrisi'nin (ks) Halifesi

New York

Osmanlı Dergahı

9 Receb 1438

6 Nisan 2017

Sohbetin İngilizce orijinal metnine buradan ulaşabilirsiniz.

154 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comentários


bottom of page