top of page
  • Yazarın fotoğrafıOsmanli Naksibendi Hakkani

Seyyid Hacı Fuat Rabbani (ks)


BismillahirRahmanirRahim

Seyyid Hacı Fuat Rabbani, Şeyhimizin babasıydı. Şeyh Efendi, Şeyh Mevlana’nın, Hz. Ebu Bekir Sıddık, Peygamberimiz için neyse, Seyyid Hacı Fuat’ın da Sultanul Evliya’ya öyle olduğunu söylediğini anlatırdı. Onun yanı başında oturup, bütün hayatı boyunca ona hizmette durmuştu. Zamanımızın en büyük Evliyalarındandı. Gizlidedir ve Onun makamı da milyarlarcasından sırlıdır.

Şeyh Efendi, onun hakkında birkaç bir şeyi açmıştı, hayret vericiydi. Hak olduğunu da biliyorsunuz, çünkü daha önce hiç böyle bir şey işitmemişsiniz. Zahiri gözle baktığında, normal, sıradan bir insan. İşe gidiyor, ailesi var, çocuklarını büyütüyor; ancak içi derya deniz. O deniz bile onun içinde kaybolur gider.

Bu yolun tohumlarını bu ülkeye eken kendisiydi. Bu ülkeye, ta Beyaz Saray’a kadar gelip nazar etmiş, her yere manevi bayraklarını dikmişti. Sonrasında oğluna, yani Şeyhimize, estağfurullah ondan bu şekilde bahsetmek istemeyiz ama aralarındaki ilişkiyi ve sevgiyi gösterebilmek için söylüyoruz. Ki yine zahiri gözle baktığınızda yakın değillermiş gibi görünebilirler. Başka birine sevgi gösterebilir, başka birisi ona daha sevecen gözükebilir. Ancak sevginin birçok farklı şekli vardır. Oğluna şöyle dedi: “Seninle bu sokaklarda la ilahe illallah dedirteceğiz. Ahir zamanda, Mehdi Aleyhisselam’ın sancağının yükseleceği yer de burasıdır.”

Bizler onun dualarının sonucuyuz. Birazcık kaçamak yapalım diye gelmedik buraya. Ya da yapacak hiçbir şeyimiz olmadığı için ya da sadece birazcık temizlenelim diye gelmedik. Bizler onun dualarının ürünüyüz. Bu söylendiği zaman, bizi bu noktaya getirebilmek için, sancağı alıp devam ettirebilmemiz için başka başka alemlerde farklı şeyler hareketlenmeye başladı.

Seyyid Hacı Fuat Rabbani. Rabbani; bunun ne demek olduğunu anlıyor musunuz? Rabbani? Bu öylece, öyle istedik diye herhangi birine verilecek bir sıfat değil. Bizler sadece o vazifeyi devam ettiriyoruz ve bizim vazifemiz de o sancağı açmak. İnsanlar gelirse gelir, gelmezse gelmezler. Ancak bizim işimiz o sancağı açmak ve elimizden gelenin en iyisini yaparak göstermek. Çağrı yapmak; “Bunlar son çağrılar, gelin,” demek. Gelmek isterlerse gelirler. İstemezlerse gelmezler. Ancak bizim vazifemiz çağrıyı yapmak.

Peki nasıl layıkıyla yapacağız çağrıyı? Çağrıda bulunduğumuza inanıyor muyuz? Buna inancımız var mı? İnanıyoruz, peki kaçımız bunu kuvvetli kılmak için kendimize hatırlatıyor? Neye çağırıyoruz? İnsanları Mehdi Aleyhisselam’ın, Hakkın tarafına çağırıyoruz. Buna inanıyor muyuz? Hayatımızı buna göre mi yaşıyoruz? Buna göre yaşıyoruz ve şeytanımız da, deccalimiz de bizi kandırmaya çalışıyor. Buna karşı mücadele ediyor muyuz? Yoksa öylece kaybolup gidiyor muyuz? Bu bağlantıyı kurmadığınızda, hayatınız ufacık olur. Buradaki yaşamınız, öncekinden de küçük bir hale gelir. Çünkü asıl noktayı kaçırıyorsun. Asıl kısmı unuttuğunda, varoluş amacını unuttuğunda, bütün bu dünyaya, her şeye sahip olsan da, manası yoksa, manası yoktur. Kolayca son verirsin. Hiç sorun değil. Birçok insanın hali bu şimdi. Şeytan herkese fısıldıyor: Hayatın anlamsız. Kaygılısın. Depresyondasın. Şuyun var buyun var... Bu neden böyle? Çünkü insanlar arzularını yaşamaya koşturuyorlar. Başka bir şey değil. Arzularını giderip kendilerini mutlu etmeye bakıyorlar. Çünkü arzuları bunu söylüyor; kendini mutlu etmelisin, diyor. Mutluluğun Yaratıcısı ne diyor, ona hiç bakmıyor. Yani nefsinize ve şeytana göre mutluluk için birçok farklı uğraş var. Fakat hiçbir anlamı yok. Ancak bir kere manası oldu mu, içinde bir niyet oldu mu, gelen gül olmuş, dikeni olmuş, hiç fark etmez. Artık anlamlıdır, çünkü Allah’tan gelir.

Bunu hatırlamalısınız. İyice açığa kavuşturmalısınız. Sohbet o yüzden, her gün, her hafta bize hatırlatmak için vardır. kendimize gelelim. Aksi takdirde, manasız, amaçsız, hiçbir şeyin farkında olmadan, Ahsen-i Takvim yolunda bir adım bile atmadan geçip giden milyarlarca kişiden biri oluruz.

Bu zatlar geldiler, yaşadılar ve doğudan batıya, kuzeyden güneye her yere ayak izlerini bıraktılar. Şimdi o izlerden yürüme sırası bizde. Yürüyün. Şereflidir. Manalıdır. Allah ve Peygamberi’nin rızası ile doludur. Ona sıkıca tutunun inşaAllahu Rahman.

Bu kişiler çok olağanüstü zatlar. Onların ismini duymakla bile çok şeref buluyoruz. Onların isimlerini anabiliyor olmamız bile bize büyük şeref. Çünkü onların isimleri bile, dünyada onları bilenler... O kadar güçlü, o kadar mübarek zatlardır ki, isimlerini anabilmek bile sadece bir avuç insana verilmiştir. Geri kalanı, onların isimlerini bile ağzına almaya cüret edemez. Bunlar güzel isimlerdir. Bunlar çok büyük isimlerdir, en büyük isimlerdir. Öylece buluverdik. Bunu hatırlayalım. Bu isim, dünya Ahiret her kapıyı açar.

Bu kadarı yeter.

Ve min Allahu Tevfik.

El Fatiha.

Amin.

Şeyh Lokman Efendi Hz.

Sahibul Sayf Şeyh Abdülkerim el-Kıbrısi el-Rabbani (ks) Halifesi

Osmanlı Dergahı, New York

16 Safer 1440

24 Ekim 2018

Sohbetin İngilizce aslına buradan ulaşabilirsiniz.

463 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page