top of page
  • Yazarın fotoğrafıOsmanli Naksibendi Hakkani

Ricalullah’ın Yüzü Hakkın Aynasıdır


BismillahirRahmanirRahim

Sultanların ve Evliyaların fotoğraflarını astığımızdan bahsediyorsun. Onları bu şekilde göz önünde tutmak önemli, çünkü günümüzde bize birer hatırlatıcı ouyorlar. Hatırlamamız için birer araçtırlar, çünkü Allah (svt) rızası için yaşamış, ve Allah rızası için ölmüştür onlar. Onlar Ricalullah’tır, Allah’ın Erleri’dir. Dünyaya işaret etmezler, arzularımıza işaret etmezler. Halifelerin resimleri, Evliyaullah’ın resimleri, Salihlerin resimleri Allah (svt)’nın rızasına işaret ederler. Herkes pek bir alakadar oluyor, bu günlerde herkes çok saf maşaAllah, o kadar temizler ki, resim koyamazsın diyorlar. Bu arada da binlerce çirkin resme bakıyorlar. İnsanlar birazcık anlayış sahibi olmalı, başkalarını yargılamayı bırakmak için birazcık sağduyu ve haya sahibi olmalı. Evliyaların ve Halifelerin resimleri önem taşıyor, çünkü günümüzde her yerde o kadar çok resim görüyoruz ki, hiçbiri Allah ve Peygamberi’ne (sav) işaret etmiyor. Yalnızca bu dünya için olan arzularımızı körükleyip, Allah’la olan bağlantımızı, gerçek insanlarla, gerçek hayatla olan bağlantımızı kesiyorlar.

Hiç resim olmadı mı zannediyorsunuz? Her zaman resim vardı. Adem Aleyhisselam Cennet’ten bu dünyaya gönderildiğinde ona bir kutu verilmişti. Ve o kutunun içinde 124.000 Peygamberin resmi vardı. Bunu nasıl buldunuz? Ve diğer önemli zatların resimleri de vardı. Ve Hz. Mehdi (as)’ın da. Ve Mehdi Aleyhisselam’ın Halifelerinin de, ta Kıyamete kadar ne olacaksa, hepsi vardı. Ve onu muhafaza edip, “Senden sonra gelecek olan kişi budur,” diyerek halefine, Şit Aleyhisselam’a verdi. Bir sonrakine, bir sonrakine, bir sonrakine, böylece herkeste, kıyamete kadar günümüzün deyişiyle yüz tanıma vardır. Vehhabiler buna ne diyecekler şimdi? Ah, her şeyi inkar edecekler. Tabii ki öyle olacak, Peygamberi inkar edip, Efendimiz (asvs)’ın makamını tanımazken nasıl olur da bir şeylere inanabilirsin? O kutu şu anda bizde değil. Vatikan’da. Kaybolmuştu. Peygamber Efendimiz (sav) zamanında alındı.

Ebu Süfyan, Sahabe olmadan önce, Efendimiz (sav)’in ve yaptıklarının kuvvetle karşısında duran kişilerden biriydi. Peygamber Efendimiz (sav)’in amcalarından biriydi, öyle değil mi? Çok yakını. Ticaret için sık sık Romalılara, o zamanlar Bizans’tı, gidiyordu. Herkesle çok yakın ilişki içindeydi; Kisra Sarayı’na, imparatorların saraylarına, diğer birçok ileri gelenlerin saraylarına girebiliyordu. Üst düzeyde biriydi. Ve dönemin Bizans İmparatoru Heraklius ile bizzat gidip, özel olarak görüşebiliyordu. İmparatorun, son Peygamber’in işaretini beklediğini bilmeden onunla konuşuyordu. Çünkü İmparator imanlı biriydi ve Son Peygamberin gelişini bekliyordu. Aynı şekilde dönemin Rahipleri de zuhurat vaktinin geldiğini farkındaydı. Dönemin Yahudileri de biliyordu. Sadece yıldızları okuyarak bilebiliyorlardı. Yıldızları okuyarak, Peygamberin doğmuş olduğunu görebiliyorlardı.

Ebu Süfyan, imparatora gidip, birisinin kendini Son Peygamber olarak ilan ettiğini anlatıyordu. İmparator ona birkaç soru soru ve ardından, “Özel odama buyurun,” dedi, “Kendisini tarif edebilir misiniz?” bir kutu çıkardı. Oldukça sıra dışı bir görünümü vardı bu kutunun. Bir şey Cennet’ten geldi diye içinin illa ki mücevherlerle, elmaslarla, altın ve paralarla dolu olacağını düşünmeyin. Bunlar dünyaya ait. Bu dünyadan. Eğer gözleriniz dünyeviyse, onu hiçbir şeye benzetemezsiniz. Tıpkı Topkapı Sarayı’ndaki Musa Aleyhisselam’ın asası gibi. Sıradan bir asa gibi gözükür. Ancak iman gözünüz açıksa, o asanın aslen bir ejderha olduğunu, bu dünyanın tüm Nemrud ve Firavunlarını yutacağını anlarsınız. Fakat bu gözlerle baktığınızda, hiçbir şeydir. Tıpkı Peygamber Efendimiz (sav)’in bu dünyadan olmaması, fiziksel varlığının bile bu dünyadan olmaması gibi. Gölgesi yoktur. Ondan gelen hiçbir şeyde kirlilik yoktur. Ama cahil insanlar bakıp, “Sıradan bir insansın,” demişlerdir. Hatta kara cahiller, “En çirkin insan sensin,” der, haşa estağfurullah. Değil mi? Çünkü nefslerinin gözünden bakıyorlar.

İmparator kutuyu çıkardı, içinden yeşil ipek örtüyü çıkarıp, “Son Peygamber olduğunu iddia ettiğini söylediğin kişi bu mu?” diye sordu.

Ebu Süfyan, “Hayır, bu Ebu Bekir,” dedi. İmparator bir başkasını çıkardı.

“Bu mu?”

“Bu Ömer.”

Bir başkasını çıkardı, “Bu mu?”

“Bu Osman.”

Bir başkasını çıkardı, “Bu kişi mi?”

“Bu Ali.”

Bir tane daha çıkardı, Ebu Süfyan, “Evet, bu o,” dedi.

İçinde Cennetten gönderilen daha birçoklarının daha resimleri vardı. Çünkü bu kadar önemli bir şey öylece havada bırakılmaz. Her şeyin açık olması gerek. Net olması gerek. Ehl-i Beyt’ten bazılarının resimleri de vardı. Mehdi Aleyhisselam’ın resmi, diğer önemli zatların, Ahir Zaman için önem taşıyanların resimleri de mutlaka içindedir. Çünkü bir insanın Hakkı tanıması çoğu zaman kelimelerle olmaz. Çoğu zaman sesle bile değildir. Yüz iledir. Peygamber Efendimiz (sav)’in yüzü ile tüm batıl yok olur; sadece Hak kalır. Ve kalbi açık olanlar, Onu gördükleri zaman, sadece yüzünü görmeleriyle beraber iman ederler. İnanırlar. Ve o imparator da inandı. Ve Ebu Süfyan’a dönüp, “Hiç yalan söyler mi?” diye sordu.

“Hayır, o asla yalan söylemez. Kırk yaşına gelmiş, bu zamana kadar hiç yalan söylememiştir. Kendisi Muhammed-ül Emin olarak bilinir.”

Bunun üzerine, “Dostları kimdir? Etrafında kimler bulunur?” diye sordu.

“Önemsiz insanlar,” diye cevapladı.

“Kimdir onlar?”

“Yetimler, fakirler, dullar...”

İmparator, “Ah, bunlar Peygamberliğin alametleridir,” dedi. Ve başka şeyler de sordu.

İkinci Cahiliye Devri’nde yaşıyoruz. Özellikle şimdi önemli. Yüz, önemlidir.

Ama sen şimdi şöyle soruyorsun, biz onları görüyoruz, onlar da bizi görüyorlar mı? Dua ediyorlar mı? Dediğim gibi, bizler, bu cemaatimiz, imanımız, zikrlerimiz, onların dualarının birer neticesidir. Bizim kendi gayretlerimizin değil, onların dualarının ürünüdür. Birincisi, kimin dualarının neticesidir? Kimin? Hz. İbrahim (as)’ın. Onun duası bu değil miydi? Kim için dua ediyordu? Sadece kendi soyu için dua etmiyordu. Ki Peygamber Efendimiz (sav) onun soyundan gelir. Peygamber Efendimiz (sav) ve Ahir Zaman insanları, bilhassa Efendimiz (sav)’in ümmeti için dua ediyordu. Bizler onun dualarının mahsulüyüz. Müminler olarak her namazımızda tekrar ediyoruz. Bizler onların dualarının neticesiyiz. Peki bizi izliyorlar mı? İzlemekten fazlasını yapıyorlar. Dikkatli olmalı mıyız? Atalarımızın kimler olduğunu, ne kadar önemli olduklarını, Allah için yaşamış ve Allah için ölmüş olan bu kişilerin ölmüş olmadıklarını, kabirlerinde diri ve canlı olduklarını bilmemiz gerek. Onların ne yaptıklarını zannediyorsunuz? Orada başka başka vazifeleri var onların. Vazifelerinden biri de, hala daha bu dünyada yaşayanlardan olduğumuz için, henüz daha dünyevi vazifemizi bitirmediğimiz için, bizim için dua etmektir.

Yardıma ihtiyacı olanlar biziz, onlar değil. Gidip Fatiha okuduğunuzda, aslında onlar için değil, kendimiz için okuyoruz. Ne zannediyorsunuz, gidip Fatiha okumamız onları bir yere mi getirecek? Bizim duamız nedir ki; okuduğumuzda onların makamı yükselecek öyle mi? Hah. Bu aynen bir dolu illetten muzdarip olan bir hastanın gidip doktora yardım etmeye çalışmasına benziyor. Hasta ameliyat odasına bile giremez, değil mi? Eğer çok hastaysanız, herkese bulaştıracağınızı söylerler ve daha ilk kapıdan bile geçemezsiniz. Görüyor musunuz, Onlar yine de ne kadar merhametli? “Olsun,” diyorlar, “Gelin, ellerinizi açın. Dua edin.” Sakın onlara yardım ettiğinizi düşünmeyin. Siz kendinize yardım ediyorsunuz. Çünkü, şimdi orada burada duyuyorum, insanlar o kadar kibirli ki, “Kabirleri ziyaret edip Allah’a onların makamlarını yükseltmesi için dua ediyoruz,” diyorlar. Sen kimsin ki? Mühim neyin var ki Allah, “Tamam, seni dinleyip makamını yükselteceğim,” desin. Sen gidip onlardan dileyeceksin. Bizim gidip dilememiz gerek. Fakat böyle söyleyerek sadece saygısızlık ve sevgisizlik gösteriyoruz. Bir şey yapamayacağımızı biliyoruz. Tüm kirliliğimizle onların yanına gelip bizi yükseltmelerini diliyoruz. Hepsi bu.

Biliyoruz ki, Müslümanlar olarak Ehl-i Sünnet’e tutunuyoruz, ancak Ehl-i Sünnet sadece Peygamber ne yaptıysa onu yapmak demek değildir. Ehl-i Sünnet, bir isnad, bir silsile var demektir. Sadece birbirimizle ya da geçmişteki kişilerle değil, geçmiş geçmiş nesillerle de var. Anlıyor musunuz? Diğer alemlerde de bir silsile var. Bu yüzden bazı kültürlerde gidip tüm atalarımız için, tüm göçmüşler için dua ediyoruz. Şimdi diğer kültürlerde bunu bir tapınmaya çeviriyorlar. Göçmüş olanları ilahlaştırmaya başlıyorlar. Bizler ilahlaştırmıyoruz. Muhtaç olanlar olarak, Peygamberimiz (sav)’in şefaatiyle Allah (svt)’dan diliyoruz. Muhtaç olmayanlardan da bize yardım etmelerini diliyoruz.

Yani evet, bizi izliyorlar. Neler söylüyoruz, neler yapıyoruz diye çok dikkatli bir şekilde izliyorlar bizi. Allah’tan bize güç vermesini diliyoruz. Birçok kişi, “Ah böyle konuşamazsınız,” diyecek. Hatta Tarikat ehli kişiler bile, “Böyle söyleyemezsiniz. Sadece bir kapı vardır,” diyorlar. SübhanAllah. Allah (svt) Rahman ve Rahim’dir. Kapı hala açık. Acele edelim.

Ve min Allahu Tevfik.

El Fatiha.

Şeyh Lokman Efendi Hz.

Sahibul Seyf Şeyh Abdülkerim El-Kıbrisi'nin (ks) Halifesi

Osmanlı Dergahı, New York

26 Safer 1439

16 Kasım 2017

Sohbetin İngilizce aslına buradan ulaşabilirsiniz.

366 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page