BismillahirRahmanirRahim
Bizim bir şey bildiğimiz yok; ben bir şey bilmiyorum. Bildiklerim, Şeyhimin okyanusundan bir damla sadece. O da bana izin verirse inşaAllah. Bir şeyler gönderirse, ancak o zaman konuşabiliriz. Göndermezse de, bilmiyorum. Her şeyi bilmek değil benim sorumluluğum. Şimdi soruya geri dönüp, "Bilmiyorum," diyebilirim. Bunu sen düşünmüşsün, sen anlat bana, derim (Şeyh gülüyor.) Fakat öncelikle, bize bir şeyler göndermesi için, gerekli olanı göndermesi için O'ndan (Şeyhimizden) medet diliyoruz.
Eskiden Cuma'da Hutbe'nin sonunda her imamın dediği bir şey vardı. Bir kaide vardı, zorunlu bir şey değildi, vacib değildi ancak tavsiye edilirdi:
"Şüphesiz Allah'ı zikretmek en büyük şeydir."
"Ve le zikrullahi ekber" (45/Ankebût:45)
Gayet açık bir şekilde zikir diyor. Başlangıç için sana bir örnek vereyim:
BismillahirRahmanirRahim Zekatın şartları nedir? Zekat üçüncü şarttır. Hemen namazdan sonra gelir. Çok önemlidir. Allah (svt) her zaman namaz ve zekattan birlikte bahsetmiştir. Namaz, Allah'ın senin üzerindeki hakkıdır. O yüzden farzdır. Zekat ise Yaradan'ın değil de başkalarının yani yaratılmışların senin üzerindeki hakkıdır. Kısacası hakkını vermekle ilgili bir şey bu. Bize her şey verilmiş, biz de şimdi onların hakkını vermek durumundayız. Basitçe söylemek gerekirse, zekat kırkta biridir. Verasetten dolayı hesap yapılması gerekiyordu. Beyt-ül mal'a ne kadar gitmesi gerekiyor, varislere ne kadar, babana ne kadar, Müslümanların çok varlıklı olduğu dönemde tüm bunların hesaplanması gerekiyordu. Ve koca bir ilmi, matematiği bunun üzerine kurdular; çok pratik bir konuyu çözmek için. Yani bu demek oluyor ki, İslam oldukça pratik bir şeyle başlıyor. Kimsenin anlamayacağı, bu dünyadan olmayan çok çok büyük manevi bir konuyla başlamıyor. Çünkü, biz neredeyiz? Bu dünyadayız. Ve Peygamberler, bizi bu dünyadan daha yüksek bir şeye çıkarmak için gelmişlerdir. Yani adım adım; ilk önce bu dünyanın ne olduğunu anlamamız gerek. Bu dünyanın hakkı ne? Sonra adım adım kendi insanlığımızı, başkalarının hakkını anlamaya başlayacağız. Daha da yükseğe çıkıp geri dönebilirsin. Ancak eğer şu anda bulunduğun yerin hakkını vermiyorsan, mümkün değil, hiçbir şekilde geri o yolculuğu, o yükselmeyi yapamazsın. Allah (svt) bundan bahsediyor.
Ben alim değilim, özellikle de Arapça alimi değilim ama Şeyhimiz bir şeyler anlamamızı isterse, o zaman anlarız. Ben de anlamaya çabalıyorum. Dediğin gibi namazın birçok şartı var- ki bugünlerde insanlar bilmiyorlar. Namazın farzları nedir diye sorsak, çoğu alim bile bugün bunu inkar eder, "Gerek yok," derler. Özellikle de günümüzün modern facebook alimleri, "Gerek yok," der. İmam Ebu Hanife'ye göre namazın farzları nelerdir? Kaç tanedir? Bilmiyorsunuz. Genel bilgi bu. On iki tane, değil mi? Altı tanesi namazın dışında, altısı da namazın içinde. Yani daha Allah (svt)'ya olan hakkını yerine getirmeden önce yapman gereken birçok hazırlık bulunuyor. Ve bu hazırlıkların hepsi de niyet etmekle ilgili değil. Aynı zamanda kendini de temizlemen gerek. Çünkü bu dünyada yaşıyoruz. Her şey bir arada olmalı. Şimdi, Allah, Zikrullah'ı hemen namaz ile birlikte anıyor. Namaz olmadan zikrullah yapamazsın. Bir sürü sözde alim var ki, "Namaz kılmaya gerek yok. Ben sadece Allah'ı anacağım," diyorlar. Yani bir adım atıyor, sonra da aynen aşağı düşüyorsun.
Allah'ı zikretmek nedir? Allah'ı zikretmek, Rabbin hakkında ne düşündüğüne de bağlı. Rabbini nasıl düşünmek istiyorsun? Çünkü Allah ne buyuruyor: "Ben, kulumun zannı üzerineyim." Yani zikir yapmadan önce, zikrin bir hazırlığı var. Ve zikrin hazırlığı sadece namaz değildir. Namaz, zikre fiziksel olarak hazırlanmaktır. Tıpkı namazda olduğu gibi öncesinde niyet etmen gerekiyor. Bu çok önemli, bir çok hazırlık yapman gerekiyor. Zikir yapmadan önce, namaz fiziksel bir hazırlıktır. Allah'ı hatırlamanın bir de manevi tarafı var. Hatırlamanın, zikrin ne olduğunu anlamadan önce, eğer nasıl hazırlanacağını bilmiyorsan, yani ne yaptığını bilmiyorsan, tespihi öylece Allah Allah Allah Allah diyerek çekiyorsan, bu da bir tür zikirdir ama en büyük zikir değildir. Bu tıpkı şuna benziyor, Şeyh Efendi, Şeyh Mevlana'dan anlatmıştı. Etrafındakilere bakıyor; "Ah bu oturanlar zikir yapıyorlar, rabita yapıyorlar maşaAllah." Birazdan rabıtaya geçiyoruz. Ve Şeyh Mevlana bakıp, "Bu kişi karısıyla rabıta yapıyor, Şu kişi işiyle rabıta yapıyor, şu kişi arzularıyla rabıta yapıyor," diyor. Yani aslında herkes rabıta yapıyor; tıpkı herkesin aslında bir şeye taptığı gibi. Ama hangi İlaha tapıyorsun? Yani aslında herkes anıyor, zikrediyor. Tek anmayanlar kimlerdir? Deliler ve onlar da hiçbir şeyden sorumlu değillerdir. Ama normal sıradan insanlar olarak sen anarsın. Peki neyi anarsın?
Şimdi, Allah dışında kalan her şeyi kalbinden çıkarmak ve Allah'ı anmak, Tarikatın verdiği eğitim budur. Çünkü aksi takdirde sadece bir vazife alıyorsun. Herkes vazife alabilir. Herkes 1000 tane, 200 tane şunu okuyacağım diyebilir. Bunun için neden bir Şeyhe ihtiyacın olsun ki? Ve Şeyhin görevini de sadece "Sen şunu okuyacaksın, sen bunu, sen şunu," diye yazıp vermeye indirgiyorlar. Peygamberler ne yapıyordu? Ne yapmıştı Peygamberler? Bizi aşağı halimizden, aşağı dünyadan çekip çıkarıp daha yüksek bir yere taşıyorlardı. Bu demek oluyor ki, bu aşağı dünyada da ibadet edebiliriz ancak bu aşağı dünyanın ibadeti olur. Daha yüksek dünyada da ibadet edebilirsin. Ama bu aşağı dünyanın ibadetinden farklıdır. Belki şekil olarak aynıdır ama esasen tamamen farklıdır. Bu aynen şunun gibi: Kabe'nin etrafında tavaf eden insanlar var, birbirlerini itip kakarlar, kavga ederler. Ancak Kabe'nin üzerinde başka bir seviyede tavaf eden insanlar da vardır. Ve o tavaf edenler arasında bir kademede de Mevleviler vardır, hem Kabe'yi tavaf ederler hem de kendi yörüngelerinde dönerler. Ancak hiç birbirlerine değmezler, birbirlerine karışmazlar. Ve onun da üzerinde bir seviye vardır, bir seviye daha... Öylece hiç durmadan devam eder; Allah'ın Arşı'nın limiti boyunca, Allah'ın Arşı'na dek devam eder.
Anmak (zikir)... Neyi anmaya çalışıyorsun? Nakşibendi Tarikatı'nın dahil olduğu nokta budur işte. Çünkü şüphe etmene ve yaptığın her şeye bir soru işareti koymana sebep olacaklar. Zikrediyorsun ama yanlış bir zikr. Neyi zikrettiğini bilmen gerek. Düşünmen ve anlaman gerek. Böylece yaptığın şeyleri gaflet içinde yapmamış olursun. Neden Şeyhimiz bunca yıl boyunca buna (gaflete) konsantre oluyordu? Özellikle de göçmesinden birkaç yıl önce? Gaflet, zikrin tersidir. Bu çok ince bir konu. Çünkü gaflet içinde de zikr yapabilirsin. Diyelim ki böyle, "Allah Allah Allah" diyerek tespih çekiyorsun, ama bu kalbini harekete geçirmiyor, sadece dilini hareket ettiriyorsa hiçbir şeydir. Yine zikirdir ama gerçek zikir değildir. Oturup gerçekten konsantre olarak "Allah Allah Allah" diyebilir ve onu kalbine işleyebilirsin ancak bunu ne için yapıyorsun? Birçok insan zikri bir şey için yapar. Peki Allah'tan istenilen ne? Bu aynen Sultan'a gidip de, Sultan'dan altın istemek, mücevher istemek gibidir. Sultan, "Hazinem şurada," diyor, buradaki her şeyin sahibi benim. Her şeyin. Benim huzurumdasın, ne istiyorsun? Sultanların Sultanı'nın huzuruna gelenlerin bazıları şeker istiyorlar. "Mücevherlerim var," diyor. Biraz akıllı olanlar, "Mücevher istiyorum," der. Ancak daha da akıllı olanlar, onlar ne isterler Sultan'dan? Kendisini. "Seni istiyoruz," derler.
Şimdi, başka bir seviyeye, başka bir safhaya gelmiş oluyorsun. Başlangıcı var, sonu var. Oradan yeni bir başlangıç, yeni bir son, yeni bir başlangıç... Çünkü Allah'ı istediğini söylediğinde, önce kendini bitirmen gerekiyor. Çünkü İlahi Meclis'de, "Vahdehu lâ şerîke leh"tir (O tektir, O'nun ortağı yoktur) Veli olduğunu, Evliya olduğunu zannetmen hiç fark etmez, hala varsın, hala daha var olduğunu biliyorsun, o zaman Allah'a meydan okuyorsun demektir. Çünkü sadece O vardır. Ancak hiçbir şey olma düzeyine gelebilmek de çok acı vericidir. Bu şunun gibidir; yukarı çıkıyorsun, şimdi tekrar aşağı inmen ve hatta daha da derine inmen gerekiyor. Tekrar yukarı, daha da yukarı çıkıyorsun, şimdi geri gelmen ve ondan da derine inmen gerek. Sürekli devam ediyor. Ne kadar derine inersen, o kadar yukarı çıkarsın. Daha yukarı çıkman, ne kadar derine inebildiğine bağlıdır. Şeyhimizin dediği gibi: "Sen kendini sıfır yaparsın, Allah Bir'dir. Beraber on olursun." Orada durma, der. Daha da sıfır ol. Sonra 100 olacaksın. Daha da sıfır yap kendini; 1000 olacaksın. Çünkü Mümin kişi takılıp kalamaz. Çünkü Mümin belli bir seviyede takılıp kaldığı zaman, bu şirke dönüşür. Var olduğunu düşünmeye başlar. Bunun için, kendini var olmamaya eğitmek için ise yine aşağı inmen, daha derine inmen gerek. Daha temel şeylere. "Fena" gibi havalı kelimeler kullanmak istemiyorum. Bir kere teslimiyetin tam olduğunda, ve "Sen varsın, Sadece Sen varsın," dediğinde, o zaman zikretmiş olacaksın.
Ama sana şunu sorayım, "Sen mi Allah'ı anıyorsun, yoksa Allah mı seni anıyor?" Allah'ın seni anması, seni O'nu anmandan daha öncedir. Allah (svt) buyuruyor,
"Fezkurûnî ezkurkum" (Beni anın ki, Ben de sizi anayım-2:152)
Bundan çok çok çok çok uzaktayız. O seviyenin ne olduğunu görebilmek için sadece birazcık banıp tadına bakıyoruz. Bizim önümüzde Şeyhimiz var. Eğer mürşidimizin andığı şekilde anamıyorsak, o zaman Peygamberimizin andığı şekilde anamamış oluruz. O zaman da kesinlikle Allah (svt)'yı anamayız.
İnşaAllah en temel nokta, teslimiyet. O zaman Allah'ı anman öylesine bir şey için olmaz; Allah, ibadet edilmeyi hak ettiği için olur. Bizler O'na hak ettiği şekilde ibadet edemeyiz, ancak O ibadet edilmeyi hak ediyor. Böyle olunca, Allah (svt) ile ilişkin tamamen farklı olacak. Çünkü bak, insanlık tarihinde, Adem Aleyhisselam'dan beri müminler hiç çoğunluk oldular mı? Hiçbir zaman olmadılar. Hiçbir zaman. Peki Allah (svt) hiç vazgeçti mi? Biz kimiz ki, bizden, "Beni anın ki, Ben de sizi anayım," diye ricada bulunuyor. "Bana seslenin." Özellikle de bu son ümmete. Adem Aleyhisselam'a bakın. Çocuklarından kaçı O'na inandı? Nuh Aleyhisselam. Tüm dünyada sadece 73 kişi inandı. İbrahim Aleyhisselam. Kaç kişi inandı? Tek kişiydi O. Ulu'l Azam Peygamber, en büyük Peygamberlerden biri, ardından gelen bütün Peygamberlerin Babası; tek kişiydi. O yüzden sıfatlarından biri Halilullah, Allah'ın Dostu'dur. Ateşe atıldığı vakit, melekler bu yüzden ağlıyordu. Ve Allah hiçbir şey yapmıyordu, müdahalede bulunmuyordu. Ve,
"Ya Rabbi, lütfen buna bir son ver," diye O'na sordular.
Allah da, "Gidin. Gidin ve kendisine sorun," dedi.
"Lütfen ya Rabbi!" dediler, "Eğer o ölürse, bu yeryüzünde Seni anan hiç kimse kalmamış olur."
"Kendisine gidin. Görün bakalım sizin yardımınıza ihtiyacı var mı."
Allah Dostu'na sürekli bir imtihan geliyor. Öncesinde oğlu, şimdi bu. Allah Allah. O ise, "HasbunAllahu ve ni'mel vekil" diyor. Allah'a tam teslim olarak, tam bir tevekkül ile, bu tabiatın yaratıcısı Allah'tır; gayri-tabii de yapabilir, tersine de çevirebilir, O zaman yaradılıştaki her şey, zaman, mekan, ışık, şu bu, hepsini Allah istediği yöne, istediği şekilde çevirebilir. İbrahim Aleyhisselam tek kişiydi. Bakın. İsa Aleyhisselam, Ruhullah, en büyük Peygamberlerden biri; on iki kişi vardı. Ve başı dertte olduğunda hepsi de O'nu bıraktılar. Hepsi O'nu terk etti. Onlara sadece "Ben dua ederken uyanık kalın," dedi. "Uyanık kalın. Ben içeride olacağım. Düşmanlar beni almaya geliyor. Ben Allah'a dua ederken uyanık kalın," dedi. Hepsi uyudu. Şimdi anlıyor muyuz, Şeyhimiz neden sürekli, "Uyanın, uyanın, uyanın," diyordu? Böyle kolay bir durumda bile nefsimizin üzerine oturamaz ve uyanık kalamazsak, tabii ki Kur'an dinlerken de, zikr yaparken de Şeytan sana saldıracak. Kendini şeytan sana saldırırken eğitmezsen, gerçekten şeytana karşı saldırıya geçmen gerektiğinde ne olacak? Eğitilmemişsen yapamazsın.
Peygamberimiz (asvs) en büyük Peygamber'dir. Elhamdülilah. 124.000 kişi, 124.000 Sahabesi geldi. Çok kişi vardı. Bugün bile iki milyar Müslüman var diyebiliriz ama yine de çoğunluk değil. Hiçbir zaman çoğunluk olmadı. Hiçbir zaman da çoğunluk olmayacak. Çoğunluk olacağı tek vakit ne zaman? Ancak deccal mağlup olup, İsa Aleyhisselam gedliğinde ve Altın çağı kurduğu zaman; ancak o zaman dünya her türlü kafirlikten, her türlü kafirden arınmış olacak. Bir tek o zaman. Allah'ın sözleri doğrudur. İntikamı gelecek.
Şimdi, bir kere Allah'ı anmanın ne demek olduğunu anlamaya başladın mı, yeniden aşağı ineceksin. Tıpkı Peygamber Efendimiz (asvs)'ın Mirac'a çıkması gibi. Sahibul Kab-ı Kavseyn. İki yay arasındaki bir mesafede, hatta daha da yakın bir mesafede Rabbi ile buluştu. Ancak yine de geri döndü. Küllen değil, hiçbir zaman oradan küllen geri dönemezsin. O'ndan bir şey geri döndü. Ama geri döndü. Ne yapmak için? Aralarında hiçbir ayrım gözetmeksizin insanoğlunu kurtarmak için geri döndü. Allah'ı ananlar, Zikrullahi Ekber'e sahiptirler. Şimdi tekrar aşağı inmeleri ve devam etmeleri gerek. Ne zamana kadar? Allah (svt), Peygamber Efendimiz (asvs)'a şöyle buyurdu, "Sana ümmetini temiz pak ve güzel bir şekilde verdim, onlar kendilerini kirlettiler. Onlar Sana emanet. Bana yeniden temiz pak ve güzel bir şekilde döndürmen gerek." Şimdi yeniden aşağı inip çalışmaya başlıyorsun. İşleri yapıyorsun. Şimdi artık o Nübüvvet sırrına sahip olmaya başlıyorsun diyebiliriz. Süslü kelimelere gerek yok. Sadece insanları kurtarıp Allah'a geri götürmek için. O kadar. Her Peygamberin vazifesi budur. Adım adım. En azından Şeyhlerimizin bulunduğu yere, ne yaptıklarına, vazifelerinin ne kadar ağır olduğuna kısacık bir göz atabiliyoruz.
Allah bizi ve acziyetimizi bağışlasın inşaAllah. Onların hürmetine Allah bizi Mümin olarak yaşayan, Mümin olarak ölenlerden eylesin.
El Fatiha.
Amin. Selam aleykum ve rahmetullahi.
Şeyh Lokman Efendi Hz.
Sahibul Sayf Şeyh Abdulkerim el Kibrisi (ks) ‘nin Halifesi
Osmanlı Dergahı, New York
24 RebiülAhir 1439
11 Ocak 2018
Sohbetin İngilizce aslına buradan ulaşabilirsiniz.
Comentarios