top of page
  • Yazarın fotoğrafıOsmanli Naksibendi Hakkani

Kalpten Gelen İlim


BismillahirRahmanirRahim

Hasbunallâhu ve ni’mel vekil. Bize fayda getirecek bir şeyler göndermesi için, inşaAllah Şeyhimizin himmetini diliyoruz. Tarikatuna sohbet vel hayru fi cemiyye. Bu Tarikat, sohbet üzerine, cemaat üzerine kaimdir. Sohbet nedir? Oturup beraber çay kahve içmek midir? Birçok kişi var, geliyorlar, çocukların da zikre geldiğini görünce çok bozuluyorlar. “O kadar para harcıyorsun, o kadar benzin tüketiyorsun. Hiç Kur’an açıp da Kur’an öğretti mi? Hiç bir Hadis kitabı açıp sana Hadis öğretti mi? Yapmıyor. Bu nasıl bir Dergah? Nasıl bir Şeyh? Nasıl bir imam?” diyorlar. Çünkü Müslümanlar, “Summun bukmun umyun fe hum lâ yerciûn” olmuşlar; sağır, dilsiz ve kördürler, artık göremezler. Göremezler. 21. yüzyıl insanı, özellikle de kendine Müslüman diyenler aynen böyle olmuşlar. Bu sözleri söylüyorsunuz da, sizin nasıl bir İslami hayat biçimi sürdürdüğünüzü görüyoruz. Hiç. Bir hiç. Çocuklarınız her Cuma gecesi, her Perşembe gecesi kulübe gitseler —Şeyh Efendi diskotek derdi kulüplere, biz de öyle demeliyiz, diskopek, çocuklarına harcayabilmeleri için para verirler. “Git kızları gör, git şunu gör...” Ama çocuklarının gelip de, onlara hiçbir şey vermeyen, rüşvet vermeyen ve tek yaptığı da kendilerini uyandırmak için, adam etmek için, mümin yapmak için, ihlaslı kılmak için onları duvardan duvara vuran bir adamı dinlediklerini görünce, hoşlarına gitmiyor. Bunun İslami olup olmamakla bir ilgisi yok; mesele, gücünü yitiriyor olmak. “Hayır,” diyorlar, “Çocuklar bana itaat etmeli!”

O zaman Kur’an’ı açıyorlar. O zaman, “Görüyor musun? Bak, Kur’an ana-babana itaat etmen gerektiğini söylüyor,” diyorlar. Bre, annen baban seni cehenneme sürüklüyorsa, ona itaat etmek istiyor musun? Buyur git, itaat et. Annen baban seni cehenneme sürüklerken, git onlara itaat et bakalım. Eğer anne baban seni Cennete götürüyorsa, o zaman kesinlikle itaat etmelisin. Ehl-i Cennet olanlar diğer Ehl-i Cennetleri de tanır zaten. “Bizler aynı yöne gidiyoruz,” derler, “O yüzden hoşnuduz. Devam edin, onları bu ahir zaman fitnesinden çekip çıkarın. Haftada bir gün gelip otursunlar ve sohbet dinleyip zikir yapsınlar.”

Kolayca Kur’an’ı açabiliriz. Kolayca bir Hadis kitabı açabiliriz. Fakat Sohbet nedir? Sohbet, Kur’an’dır. Sohbet, Hadis’tir. Sohbet, Kur’an’ı robot gibi okumak değildir. Hiçbir iznin yokken saçma sapan tefsirler yapmak değildir. Sohbet, Kur’an’ın özüdür, Hadis’in özüdür. Kur’an’dan ve Peygamberimiz (asvs)’ın sözlerinden, şu anda, bu hafta, bu ay, bu yıl, cemaat için gerekli olanları almaktır. İhtiyaç duyulanı. Birine bir şey verdin diyelim, değerli bir şeyse ancak o kişinin ona ihtiyacı yoksa, hiçbir faydası olmayacaktır. Bir kişi hastaysa ve ilaç lazımsa, mesela bazı tanıdıklarımız var, şeker hastası. Bunun ilacı, şeker yemeyeceksin, diyoruz. Ama nefsine uymadığı için bu dediğimizi beğenmiyor, onun yerine, “Sana şunu yazıyorum, böylece şeker yiyebilirsin. Endişelenme,” diyen başka bir doktora gidiyor. Yani kişi hala daha uyanmıyor. Aklını başına toplayıp da, “Bir gün ayağım kesilmek durumunda kalabilir,” demiyor. Değil mi? Diyabetlerde böyle. Kendi işkembemden konuşmuyorum. Tüm bunları yaşamış insanlar var.

Ancak sen o kişiye farklı bir tip ilaç veriyorsun. Ağrı kesici veriyorsun. Aslında ağrı kesici, demek, “Bu ilacı al, ondan sonra şeker yiyebilirsin. Zararlı etkilerini hissetmeyeceksin,” demektir. O ilacın birine faydası dokunabilir belki ama daha farklı bir ilaca ihtiyacı olan kişiye faydası dokunmayacaktır. Yani tüm mesele, insanlar sohbete geliyor da, aradığınız ne? Anlıyor musunuz? Doktora gidiyoruz, çünkü biliyoruz ki rahatsızlanmışız, hastayız. Öyle olunca doktorun söylediklerini dinler ve ilacı alırsın. Ancak bir insan hasta olduğunu düşünmüyorsa, kalbinde bir hastalık olduğunu düşünmüyorsa, o zaman kendisine kırk tane de doktor gelse, hiçbir faydası dokunmayacaktır.

Yani her şey yine kişinin kendisiyle ilgili ulaşacağı bir anlayışa geliyor. Kur’an’dakilerin, Hadis’tekilerin, Evliyaullah’ın sözlerindekilerin özünü alıyor ve arayanlara veriyor. Aramıyorsan bulamazsın. O zaman bin tane söz işitmene de gerek kalmaz. Sırf birkaç kelimeyle, “Tamam, bu kadar,” dersin, “Doğru olan bu.” Kavramaya, almaya başlarsın. Boşaltmaya başlarsın. Kabını boşalttığın zaman da, tazesi gelmeye başlar, taptaze bir lezzeti olur. Eğer kendinizle çok doluysanız, tek bir damla bile koyamazsınız oraya. Üç Aylara, mübarek aylara gelmiş bulunuyoruz. Mübarek Receb Ayı, Allah’ın Ayı, geçen senekinden daha farklı geçiyor. Başka bir Rahmet, başka bir tecelli iniyor. Başka bir ağırlık iniyor. Bizler Cihad-ı Ekber’de bulunuyoruz. En büyük cihad, en büyük mücadele, nefsimize karşı olan olan mücadeledir. Bu ay tohumları ekme ayıdır. Nefsinize karşı savaşmak için Ramazan Ayı’nı beklemeyin. Pek bir şey elde edemezsiniz. Ramazan Ayı, hasat edeceğiniz zamandır; rahmetini şimdiden hissetmeye başlarsınız.

Şimdi bir takım zorluklardan yaşıyoruz. Sorun değil, çünkü bu yol çetin yoldur. Rahatlık yolu değildir. Ne zamandan beri Tarikat en rahat yol haline geldi, bilmiyorum. Ne zamandan beri? Ne zamandan beri, bilmiyorum. “Ah ama Mevlana böyle söylüyor.” Sen Mevlana’nın, Şems-i Tebrizi’nin elinde nasıl bir eğitimden geçmek zorunda olduğunu anlıyor musun? Şems-i Tebrizi. Şiirdeki kısmı hatırlıyor musun? Şems-i Tebrizi’nin yazdığı şiir. Anlayın, Mevlana Rumi’nin nasıl bir terbiyeden geçtiğini birazcık olsun anlayabilmek için... Magribden maşrığa, kuzeyden güneye herkes, “Bu din, sevgi dinidir. Ben sevgiyim, sen sevgisin, her şey sevgiden ibaret,” diyor. Ama sevgi (love) kelimesini kullanıyorlar. Çünkü batıda, sevgi çoğunlukla belden aşağısını ifade ediyor. Belden aşağısı, yani bütün arzularınızı. Fakat aslında kelimenin kendisi ne? Aşk. Aşk, sevgi midir? Aşkı tercüme bile edemezsiniz. Bir tutkudur. Aşk, sizi ele geçiren, sizi tüketen, sizi mahveden bir şeydir. Bittin, yandın artık. Batılı bir sevgi anlayışı değildir bu. Ve şimdi... Mevlana Rumi’ye manevi terbiye veren kişi kimdi? Şems-i Tebrizi. Ne diyordu şiirinde?

Mürid: BismillahirRahmanirRahim. Bana Platon’un ya da Lokman Hekim’in bilgisiyle bile gelsen, bir nazarımla seni cahile çevirebilirim.

“Bana bütün ilimlere sahip olarak bile gelsen...” Günümüz insanı Platon’u bile öğrenmiyor. “Platon? Play-doh mu? Şu eline alıp sıktığın şey mi?” Biz de, “Evet,” diyoruz. Hz. Lokman’ın hikmetini bile öğrenmiyorlar. “Bunlara bile sahip olsan, dünya ve ahiretin ilmine bile sahip olsan,” diyor. Dünya ahiret... Şems-i Tebrizi’nin söylediği bu işte. Eflatun’un, Platon’un felsefesindeki yeryüzünün tüm ilmi ve hatta en hikmet sahibi Hz. Lokman’a verilen ilim bile, Şeyhin tek bir nazarı ile... Şems-i Tebrizi kim? Şeyh. “Seni bir ümmi yaparım,” diyor. Ümmi ederim. Ah, şimdiki müridler Şeyhi sorguluyorlar. Aynen devam edin. Mevlana, Şems-i Tebrizi Hz.’nden sual etmiş miydi? Şems-i Tebrizi, Tebrizi Şems, Mevlana’nın sahip olduğu zahiri ilme sahip miydi? Hmm? Birçok insan, “Hayır,” diyecek. Sahipti, ancak göstermiyordu. Sahipti ancak o ilim kitaplardan gelen bir ilim değildi. Zira kitaplardaki ilim ruhtan gelir, öyle değil mi? Onu yazan kişiden gelir. Onu yazan kişi de, kalem değildir, el değildir. Kişinin kalbidir. O kişinin kalbine konulan şeydir. Şems-i Tebrizi, Mevlana’nın Mevlana’sı, öyle bir kalbe sahipti ve kalbe de erişimi vardı. O yüzden kitaplara başvurmasına gerek yoktu. Ve diyor ki, “Bir nazarımla, seni ümmi yaparım, tahsilsiz bırakırım. Her şeyi unutmana sebep olurum.” Şeyhimizle beraber oturduk ve bunu deneyimlediğimizi, yaşadığımızı biliyoruz. Mesele ümmi olmaya geldiğinde... Ha, bir kere ümmi olduk mu, bir kere kabımızdakini boşalttık mı, o zaman onu saf kaynaktan gelen şeylerle doldurabiliriz. Nefsimizden değil. Çünkü öğreneceğimiz her şey, sahip olduğumuz tüm ilim de nefsimizden geliyor. Ve Evliya, “Bir bakışımla seni bitiririm,” diyor. Biliyoruz, Şeyhimizde gördük bunu.

Başka ne diyordu?

Mürid: BismillahirRahmanirRahim. Bizim gibi hizmet kemerini takarsan, sana Hz. Süleyman’ın krallığını verebilirim.

Hizmet kemerini giyersen, kul olursan, hizmet edersen, Hz. Süleyman’ın krallığı verilir. Şeyhimizle burada bulunmamızın sebebi bu da değil. “Lütfen, bize Süleyman’ın krallığını ver. Bak, ben de kul oldum,” diyenler gibi oturmuyoruz onunla. Size verecek bir şeyi yok ki, sadece suratınıza güler. Ancak, “Kulun olmama izin ver, çünkü ben sana aşık oldum. Senden ayrı bir hayat da düşünemem. Köpeğin olmama izin ver,” dersen... A-ha, insanlar bazen köpek olmanın kolay bir şey olduğunu zannediyorlar. Bakıyoruz. O kadar da kolay değil. Hiç sormayın. Köpeğe uyurken taş atarsınız, yalnızca yerinden kalkar ve gidip başka yere yatar. Size havlamaz, sizinle kavga etmez. Ceza verin, koşar gider. Bir bakarsınız, yanınıza çağırırsınız, kuyruğunu sallaya sallaya gelir. Şikayet etmez. “Sen de kim oluyorsun?” demez. “Bana böyle davranamazsın, hata yapıyorsun,” demez. Şeyhimizi duyduk, ilahiyi söylüyordu. “Ya Resulullah, Kıtmir’in olayım,” diye sadece söylemekle kalmıyordu, öyleydi de. Bunu hayatından görebiliyorduk. Hiçbir şeyi bu dünyanın ona bir şeyler vermesi için veya Ahiretin ona sunacakları için yapmıyordu. Yapıyordu çünkü aşka düşmüş, o aşk okyanusunda yok olmuştu. Artık bir seçim şansı yoktur. “Her nereye götürürsen beni, ben varım. Asilik etmeyeceğim. Tek bir parmağımı bile kaldırıp karşı koymayacağım,” diyordu. Devamlı olarak teslimiyet gösteriyordu.

Bu eğitim kolay değil. Bakıyoruz, eğitmiyoruz bile daha. Biliyorsunuz, askere gittiğinizde yaptıkları ilk şey nedir? “Bu kıyafetler benim, bana ait,” dediğin giysileri giymeyeceksin, derler. Kimliğinizden soyup çıkarırlar. Değil mi? Üniforma giyersiniz. Herkesle aynı gözükürsünüz. Saçınızı aynı şekilde kesersiniz. Aynı yemeği yersiniz, aynı şeyde yersiniz; her şey aynıdır. Bu gerçek bir eğitim değil, sadece bir başlangıçtır. Sadece bir başlangıçtır. Günümüzde insanlar daha en başta şikayet ediyorlar. Daha eğitime bile geçilmemiş. Düşünün yani. İslam oyun değildir. Tarikat oyun değildir. Ahir Zaman hadiseleri oyun değildir.

Allah beni affetsin, size rahmetiyle muamele etsin inşaAllah. Bu yola sıkıca tutunalım. Bu sözler bana ve dinlemek isteyen kim varsa, onlara. Size kalmış. Sevgi cinsinden bir Tarikat arıyorsanız, bulabilirsiniz. Öylesi dışarıda çok. Mehdi Aleyhisselam sevgi getirmeye gelmeyecek. O, Şeriat getirmeye geliyor. Allah’ın İntikamını getirmeye geliyor. Sevgi, intikamdan sonradır. Bu ne demek? Adalet sağlanmalı. Adalet yerine geldikten sonra, evet, ondan sonra Rahmet açılır. Çünkü insanlar idrak ederler.

Allah beni affetsin, inşaallah. Allah kalplerimizi Rahmetle doldursun, yaptığımız şeyleri merhametle yapalım. Allah bu yolda kalplerimize hiçbir fitne, hiçbir kuşku, hiçbir şüphe koymasın; bizleri güçlü kılsın inşaAllah.

Ya Rabbi, bu mübarek ayda Senin affına sığınıyoruz. Bizleri temiz olanlardan eylemeleri için tüm Veli Dostlarından ve Şeyhimizden af diliyoruz.

El Fatiha.

Amin.

Selam aleykum ve Rahmetullah.

Şeyh Lokman Efendi Hz

Sahibul Sayf Şeyh Abdulkerim el Kibrisi (ks) ‘nin Halifesi

Osmanlı Dergahı, New York

18 Receb 1439

5 Nisan 2018

Sohbetin İngilizce aslına buradan ulaşabilirsiniz.

407 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page