top of page
  • Yazarın fotoğrafıOsmanli Naksibendi Hakkani

Dünyadaki Sorunlar ve Sorumluları


BismillahirRahmanirRahim

İnşaAllahu Rahman, birkaç kelime konuşabilmek için Şeyhimizden destur istiyoruz, ki içinde yaşadığımız şu fitneyi anlayabilelim. Sevgi çağında, muhabbet devrinde yaşamıyoruz. Kim bunun sevgi çağı olduğunu söylüyor? Biz demiyoruz. Şeyhimiz de demiyor. Siz hangi gezegende yaşıyorsunuz acaba da, bunun sevgi çağı olduğunu söyleyebiliyorsunuz? Bunun sevgi devri olduğunu söylemek için en müsait yer Amerika, değil mi? (Şeyh gülüyor) sevgi devri mi? Ya da Avrupa’da; sevgi çağı mı var? Ya da Hindistan’da, ya da Asya’da? Bu zaman birbirine karşı sevgi, muhabbet ve hoşgörü zamanı mı? Hayır, değil. Şu anda bizim sorumluluğumuz etrafımızdaki nefretin ne olduğunu bilmek; ki böylece kendimiz de onun içinde yer almayalım. Anlıyor musunuz? İnsanların, Allah (svt) rızası için değil de, sırf kendi nefsleri uğruna sevip nefret ettikleri ve şu anda içinde bulundukları öfke ve fitnenin içinde yer almayalım. Çünkü hak ve batıl hala daha mevcut. Hakkı sevmeli, batıla buğzetmelisiniz. Mümin budur. Eh, eğer münafıksanız, durum değişir. Münafıksan her şeyi yapabilirsin. Hiç karışmam. Ancak “Emr-i bil maruf nehyi anil münker” varsa, bu hala daha Hak ve batılın mevcut olduğu anlamına gelir. İmanımızın temeli budur. İyi olan bir şeyi teşvik etmeli; kendi mertebenizle bağlantılı olarak, kötülükten de sakındırmalı, men etmelisiniz. Sessiz kalamazsınız. “Sorun yok kardeşim, yargılama,” veya, “Devir sevgi devri. Her şey için izin vardır,” diyemezsiniz.

“Artık sevgi zamanı. Sevgi devrinde her şey mubahtır. Şeriat yok, her şey mubah,” diye söyleyecek olan Deccal’dir. Şeriatı kim getirecek peki? Mehdi Aleyhisselam. Mehdi Aleyhisselam, “Hak ve batıl ayrıdır,” diyecek. Mehdi Aleyhisselam için hazırlananların hayatlarında çoktan Hak ve batıl bellidir. Batılın ortasında yaşıyor olabilirsin ancak onu sevmezsin. Onu hoş karşılayacak bir milim bile yer bulamazsın kalbinde. Bulamazsın.

Bir adam varmış; tam bu konuya uygun bir hikaye, çok dindar birisiymiş. Her daim ibadet ve zikir halindeymiş. Şehirde yaşıyormuş, dört bir tarafı da batılla çevriliymiş. Ve bir gün, Allah (svt), o bölgenin üzerine azap ve felaket indirmesi için bir Melek göndermiş. Ki bugünlerde artık hiçbir Müslüman dünyadaki felaketlerin müsebbibinin Allah olduğuna inanmıyor. “Yo, hayır,” diyorlar, “Hava koşullarından.” “Jeolojik değişimler bunlar,” diyorlar, “Bir doğa olayı.” Yani, “Doğanın bir Yaratıcısı yok,” demiş oluyorlar. Yaradan’ın Allah olmadığını, başında Allah olmadığını, olayların meydana gelmesini irade edenin Allah olmadığını söylemiş oluyorlar. Müslümanlar artık buna inanıyor. Allah (svt) Meleğini gönderdi ve, “O şehre lanet indir,” dedi. Melek ise, “Ya Rabbi, size malum olduğu üzere, orada yaşayan bir kişi vardır ki, tüm hayatını sadece size taat ve zikirle geçirmiştir. O şehre lanet ve felaket indirmemi dilerseniz, o kişi de o lanet ve felaketin altında kalacak. Ancak o ibadet eden, Abid bir kimsedir,” dedi.

Peki Allah (svt) ne cevap verdi? “O kişiye, durmadan bana ibadet halinde olan kişiye tüm şehre verdiğimden on kat daha fazla ceza indir,” dedi. Çünkü neden? Çünkü kalbinde insanların yaptığı o yanlış şeylere karşı muhabbet besliyordu. Şehirdeki insanların işlediği günahlara karşı bir nefret duymuyordu. Hakkın yanında durmuyordu. “Bu yanlış,” demiyordu. İlk önce ellerinle, sonra dilinle, sonra kalbinle... Bu demek oluyor ki, kalbiyle bile, “Eh, ne yapabiliriz ki? Problem değil,” diyordu. Allah, “Bu abidin Bana ibadeti sıfırdır. Onu on kat daha fazla cezalandır,” diye buyurdu.

Bu dünyada yaşayan nice böyle kişi var! Nice alim var, nice liderler, cemaat liderleri böyle konuşuyor. “Tabii yani, biz karışamayız,” diyorlar. Karışamayacağımızı söylemek durumundasın öyle mi? Artık kendi çocuklarına bile karışamaz, onlara ne yapacaklarını söyleyemez haldesin. Fakat kalbinden, “Sorun değil,” demek zorunda mısın?

Hayır. İmanın en düşük seviyesi, kalbin ile “Hayır” demektir. “Nerelere ulaşabiliriz, nasıl yardımcı olabiliriz?” diye bana soruyorsun şimdi. Bir şeyin yanlış olduğunu gördüğümüzde nasıl yapacağız? Şimdi... Bu dünyada kaç tane yanlış şey oluyor? Baştan aşağı, sağda solda bu dünyada milyarlarca yanlış şey oluyor. Allah ve Peygamberi (sav) nezdinde yanlış olan şeyler. Bunları sevemeyiz. Onaylayamayız. Hiçbir bahane bulamayız. Değiştiremeyiz de. Peki ne yapacağız o zaman? Ebu Zer Hz.’nin sünnetini izleyeceğiz. Kendimizi bir köşeye çekip ya Mehdi Aleyhisselam’ın ya da Ölüm Meleği’nin gelip bizi almasını bekleyeceğiz. Ancak gerekli olduğunda da konuşacağız. Eğer lazımsa, konuşacaksınız. “Buna katılmıyorum. Yanlış bir şey bu,” diyeceksiniz. Bizim de şu an yaptığımız bu. Böyle konuşmak bile herkese verilmiş bir şey değildir. Kesinlikle ellerimizle değiştirecek şekilde müdahil olamayız. Ancak bu farz-ı kifayedir. Bazı şeyleri değiştirmek farzdır.

Yanlış şeyleri görüp de, “Sorun yok,” diyemeyiz. Değiştirmek durumundayız. Kalbimizle değiştirmeliyiz. Bu ne demek oluyor? Gece gündüz ne olup bittiğini dert edinip, Allah’tan onu değiştirmeyi dilemelisiniz. Çünkü bunlar bizim elimizden geleni, bizim vesile olabileceklerimizi aşar. Yanlış olan ne varsa, baştan aşağı her şey yanlış. Liderlerden insanlara, halklara, ailelere kadar. Her şeyde yanlışlık var artık. Biz ne yapabiliriz? Kendi ellerimizle ne yapabiliriz ki değiştirebilelim? Kime erişebiliriz? Ailelerimize; o da dinlemek isterlerse. Öyle değil mi? Artık yakınımızdakileri bile değiştiremeyiz. Değiştiremiyorsak, en azından konuşabiliriz. Etrafınızdakilere konuşamıyorsanız, en azından kalbinizden söylemelisiniz. Bu da demek oluyor ki, sizinle aynı hislere sahip olan insanların etrafında bulunun. Başkalarının yanında çok fazla durmayın, onlarla çok fazla vakit geçirmeyin. Çünkü çok kolay bir şekilde fikrinizi değiştirirler. Hz. Ali (kv)’nin dediği gibi:

“Kişinin dini, arkadaşının dini üzerinedir.”

O halde kiminle arkadaş olacaksınız?

Yani, “Bu yanlış,” diyen insanlarla beraber olun. Böyle bir cemaatte olunca konuşmanıza da gerek kalmaz. Değiştiremezsiniz, değiştirmenize de gerek kalmaz. En azından imanın o düşük seviyesine sahip olmuş olursunuz. Peki bizim sorumluluğumuz ne? Bir bakmamız lazım. Neredesiniz? Siz nesiniz? Eğer bir ülkenin lideri konumundaysanız, sizin sorumluluğunuz budur. Halkın sorumluluğu değildir değiştirmek. Anlıyor musunuz? Hutbede söylediği gibi, bu demokrasi münafıklığı yüzünden şimdi soktukları en büyük fitne, “Yeryüzünde yanlış giden ne varsa, bu herkesin sorumluğundadır. Bunu hepimiz paylaşıyoruz. Eğer dünyada kirlilik varsa, bu kirliliğe son vermek herkesin mesuliyetindedir,” diyorlar. Kirliliğe yol açan kim? Buna kim sebep oluyor? Herkes mi kirliliğe yol açıyor? Hayır. En fazla kirliliğe yol açan kim? Kimler? Şirketler. Bütün bu çöpleri havaya, suya, toprağa salan onlar. Bunu biz mi yapıyoruz? Ama çok akıllılar; “Sosyal sorumluluk faaliyetlerinde bulunmalısın,” diyorlar. Şimdi bu şirketleri... Şimdi bütün dünya bir araya gelip bir şeyler yapsa bile, bu şirketlerin dünyanın, gezegenin sağlığının önüne koymuş oldukları devasa duvarda ufacık bir çentik atabileceğini düşünüyor musunuz? Her gün o kadar fazla zarar veriyorlar ki... Şirketlere bakın. Bu şirketler kim? Bu şirketlerin arkasında kimler var? Hükümetler. Hangi hükümetler? Doğusu batısı, kuzeyi güneyi, özellikle de kendilerine Müslüman diyen ülkeler. Şimdi oyun oynadıklarını anlıyorsun. Bir oyun.

Bunun sorumlusu onlar. İlk önce ellerinde güç, para ve kaynak sahibi olan liderler sorumlu. Ardından, tabanda yer alan bizler, sıradan insanlar. Çünkü bizim sözlerimiz hiçbir yere ulaşamaz. Ellerimiz hiçbir yere ulaşamaz. Hiçbir şey yapamaz. Ancak tüm bu yükü bizim omuzlarımıza yüklüyorlar. Biz hiçbir yere ulaşamazken, bizim sorumlu olduğumuzu söylüyorlar. Nasıl bir fitne bu? Çok akıllıca, öyle değil mi? Çok akıllıca. O kişi ne yapıyorsa, beyaz binadaki o kişi her ne yapıyorsa, insanlar neden hayrete düşüyor ki? Onun yaptıklarını bütün devletler yapıyor. Sadece o biraz daha açık yapıyor. Magribden maşrığa, kuzeyden güneye bütün devletler aynılarını yapıyor; özellikle de Müslüman ülkeler. Yardım etmeye meraklı olduklarını mı zannediyorsunuz? Hayır. O zaman görüyoruz ki, bunlar hiçbir şeyi değiştirmek istemiyorlar. Siz zannediyor musunuz ki, başımızdaki sorunlara, mesela diyelim ki bu ülkedeki uyuşturucu problemine son vermek için devletin yeterli gücü yok mu sanıyorsunuz? Tabii ki var. İnsanlar biliyordu gerçi ama, şimdi yavaş yavaş ortaya çıkıyor, bu sorunun büyük bir kısmını kendileri meydana getirdiler. Değil mi? Ve diğerleriyle kıyaslayınca, bu devlet belki de en şeffaf devletlerden biri. Her şeyi açıklıyorlar. İnsanlar, “Burada ne olup bittiğini bilmek istiyorum,” diyorlar, onlar da, “Tamam. Açmak, açıklamak durumundayız,” diyorlar.

Sorunları durduramazlar mı zannediyorsunuz? Bir gecede son verirler. Ülkelerdeki savaşlara son veremezler mi zannediyorsunuz? Bir gecede bitirebilirler. Ancak yapmak istemiyorlar. Bir de suçu bize atıyorlar. MaşaAllah. Ne kadar akıllıca. Suriye’deki savaşı durduramazlar mı sanıyorsunuz? Yapamazlar mı zannediyorsunuz? Evet, yapabilirler. Bir de, “Yo, hayır bu ülkeyi sevmiyorum. Hep bunun tarafındaydım ama şimdi başka bir büyük ülkenin yanında yer almak istiyorum. Onlar daha iyi,” diyenler var. Hah! MaşaAllah! Çok güzel, çok akıllısın maşaAllah. Tamam, şimdi ittifakını değiştiriyorsun. Şimdi açıkça görüyorsun onun ne yaptığını. Aslında her zaman yaptığı şeydi. Yani neydi? Müslümanları katletmekle meşhur olmuş. Yalnızca günümüzde mi yaşanıyor? Hayır. Zaten oluyordu bunlar. Bugün Halep’te yaşanan ne varsa, Guta’da yaşanan ne varsa, Burma’da yaşanan ne varsa, her zaman yaşanıyordu. Özellikle de ne zamandan beri? Hilafet’in düşmesinden beri. Her geçen yıl, her geçen dönem bir şeyler oldu.

Neden şimdi uyanıyor insanlar? Çünkü Facebook var, görüyorlar. Peki şimdi ne yapmaya çalışıyorlar? “Tamam; gerçeğin ortaya çıkmasına engel olamayız. O zaman içine yalan yanlış şeyler karıştıralım ki insanlar neyin doğru neyin yanlış olduğunu bilemesinler,” diyorlar. Fitne bu işte. Artık neyin Hak neyin batıl olduğu bilinmiyor. Ardından ne oluyor? İnsanların kalpleri ölüyor. Tüm o şeyleri her gün görseler bile, ölmüş oluyor. Çünkü içlerinde çok fazla sıkıntı hissediyor, “Ben ne yapabilirim ki? Elimden hiçbir şey gelmez,” diyor ve unutturacak başka şeylere bakıyorlar. Bir öyle bir böyle, bir öyle bir böyle... Bizi perişan ediyor. Peki ne yapabiliriz? Peygamber Efendimiz (sav)’in, Şeyhimizin birçok defa söylediği gibi, artık kendinizi geri çekin. Sade bir hayat sürün. Neyin doğru neyin yanlış olduğunu bilin. Dua edin. Ancak o sade hayatlarınızda da aktif olun. O vakit elleriniz dışarıda olup bitenlerin kanıyla kirlenmez. Peki bu zor bir şey mi? Tabii ki zor bir şey.

Çok basit bir şey mesela, “Yardım etmek istiyorum,” dersin, çok basit. “En azından biraz bağışta bulunayım,” dersin. Dışarıda kaç tane yüzlerce kurumun bunlar için bağış toplayıp da kendi ceplerine attığını biliyor musunuz? Doğru mu? Özellikle de mescidlerde. Gidiyorlar, Müslümanlar da, “Tabii yardım etmeliyim,” diyor. Onlar da kendi ceplerine atıyor. Eğer bu ülkede bir hayır kurumunuz varsa, topladığınız bağışların çoğunu kendiniz için kullanma hakkına sahipsiniz, yasa buna izin verir. Birisi gelip bana, “Bunların hepsi yanlış ama bir dernek buldum. Çok düzgün gibi gözüküyor aslında ama birazcık araştırma yapınca yöneticilerinin, hayır kurumundan altı sıfırlı maaşları olduğunu gördüm,” dedi. Aynen bu şekilde. Şimdi bir insan istese... İşte bu yüzden insanların kalpleri yanıyor, ve aşırı uçlara koşuyorlar. Bu şekilde olması için tasarlanmış.

O huzuru dağ başında bulun diyorum. Eğer onlara ulaşamıyorsak, bizim üzerimize düşen sorumluluk şimdi budur. Erişemiyorsanız, erişmeyin. Erişemiyorsanız, bir şeyler yapın. Oraya kadar ulaşamayız ancak belki erişebileceğimiz bazı Suriyeli kardeşlerimiz vardır, onlar biliyordur, onlar ulaşabilirler. Siz ulaşamazsınız. Farklı farklı ülkelerden gelen insanlar var. Bütün bu ülkelerde, bizim de parçası olduğumuz ülkelerde yardıma ihtiyacı olan insanlar var. Bu ülkede yardıma ihtiyacı olan insanlar var. O zaman bir şeyler yaparsın. Ve Allah (svt)’ya, “Ya Rabbi, bağışla beni,” diyeceksin, “O kadar uzağa erişemiyorum ancak en azından bu kadarını yapabiliyorum.” Fakat endişelenmeyin. Bundan öylece kurtulamayacaklar. Bu dünyada dökülen tek bir damla kan bile unutulmayacak. Hz. Mehdi Aleyhisselam geldiği vakit, Allah’ın gazabı ve intikamıyla gelecek. O zaman kalbimizde zalimlere karşı bir damla bile sempati olursa, bizler de zalimlerin tarafında sayılacağız. Yapılan kötülüklere karşı bir damla dahi anlayışımız varsa, bizler de onlardan sayılacağız. Ne kadar ibadet ettiğiniz, ne kadar namaz kıldığınız, hangi aileden geldiğiniz, dedelerinizin kim olduğu fark etmez. Anlıyor musunuz? Şunu asla unutmayın, Alemlere Rahmet Olanın amcası bir zalimdi. Alemlere Rahmet Olanın amcası, ateşin babasıydı.

Zaman, neyin ne olduğunu bilme zamanı. Kendinizi geriye çekin. Seccadenizde oturun ve anlayın. Nur toplayın. Zikir yapın. Diğer şeylerle çok fazla meşgul olmayın. Kalbinizi canlandıracak insanlarla beraber olun ve bekleyin. Allah izliyor. Peygamber izliyor. Melekler izliyor. Evliyaullah izliyor. Ulaşılması en zor mertebelerden biri, Allah’ın sıfatlarından elde edilmesi en zor olanı, Ya Sabur’dur. Allah’ın Sabur ismi. Sabırlı olmak. Allah’ın ne kadar sabırlı olduğunu görüyor musunuz? O her şeyi izliyor. En sevdikleri katlediliyor. Ne kadar sabırlı olduğunu görüyor musunuz? Evet, bizler Peygamber Efendimiz (sav)’in yolunu izliyoruz. Sabırlı olmalısınız. Kendinize odaklanın. Cihad zamanında değiliz. Yalnızca Halife cihad ilan edebilir. Şimdi, daha büyük bir cihadın, kendi nefsinize karşı, kendinize karşı yürüteceğiniz cihadın zamanı. Bunu yapın. Bu da onun bir parçası. Anlıyor musunuz? Ne hakkında konuşursak konuşalım, nefsiniz, “Bir şeyler yapmak istiyorum. Savaşmak istiyorum, bir şeyler yapmak istiyorum,” dediğinde, üzerine basıp, “Dur bir dakika. Emin misin?” demelisiniz. Çünkü kimin önde olduğunu bilmiyorsunuz. Şeyh Efendi’nin dediği gibi. Ne diyordu? Her taraf toz duman içinde. Önde at mı gidiyor, eşek mi bilmiyorsun.

Bu toz duman dinene kadar bekleyin. Toz dağılana kadar bekleyin. Etraf toz duman olmuş. Duhan var. Göremiyorsunuz. Dinene kadar bekleyin. Anlıyor musunuz? İnşaAllah Allah bizi samimi eylesin, samimi olanlarla beraber eylesin. Kalbimize fitnenin girmesine izin vermesin.

Ve min Allahu Tevfik.

El Fatiha.

Amin. Selam Aleykum.

Şeyh Lokman Efendi Hz.

Sahibul Sayf Şeyh Abdulkerim el Kibrisi (ks) ‘nin Halifesi

Osmanlı Dergahı, New York

3 Mart 2018

15 CemaziyelAhir 1438

Sohbetin İngilizce aslına buradan ulaşabilirsiniz.

101 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page