top of page
  • Yazarın fotoğrafıOsmanli Naksibendi Hakkani

Bugün Çarşamba


Euzubillahimineşşeytanirracim BismillahirRahmanirRahim

Destur Medet ya Sahibul Sayf Şeyh Abdül Kerim el Kıbrısi el Rabbani

Tarikatuna Sohbet vel Hayru fi Cemiyye

Bugün Çarşamba. Bu hikayeyi biliyor musunuz? Bugün Çarşamba. Biliyor musunuz? Biliyor musun (Şeyh, bir Müride soruyor)? Sana bakıyorum, sen başkalarına bakıyorsun. Bazı insanları hiç övemezsiniz. Bir kere övdünüz mü deliye dönerler. Bazılarını her daim övmek zorundasınızdır. Eğer övmezseniz deliye dönerler. Bazılarına da hiç dokunamazsınız bile. Dokundunuz mu deliye dönerler. Bazılarını ise sürekli dövmelisiniz. Dövmezseniz deliye dönerler. Biz hangi kategoriye giriyoruz? İşte marifet budur. Ve ne kadar taşıyabileceğini, hangi makama gelmen gerektiğini bilen kişi Şeyh’tir.

O hikayeyi biliyor musunuz? Bugün Çarşamba (Müridlere soruyor)? Evet ya da hayır diyeceksiniz. İşte bu da nefs. Evet ya da hayır. Biliyorsun ki büyüleyici, muhteşem bir cevap vermeyeceksin. Senin verebileceğin hiçbir şey yok. Neden tereddüt ediyoruz ki? bir şeye cevap verirken kendimizi göstermek istiyoruz. Doğru mu, değil mi? Bu da nefs işte. Sen, ben, hepimiz böyleyiz. Hepimizde var bu özellik. Önemli olan sen değilsin. Önemli olan cevaptır. Cevabı yoksa sende, söyle, “Cevabını bilmiyorum,” de. “Cevabını bağışlar mısınız lütfen?” konu seninle ilgili değil. Kimse seninle ya da benimle ilgilenmiyor. Kimse ilgilenmiyor. Hiç de öyle ilgi çekici değiliz aslında biz. İlgi çekici olan, içimizde bulunan ve dışarı çıkardığımız Peygamber (sav) nurudur. O zaman ilginç hale gelir. Bu Tasavvuf sohbeti. Öyle, “Aaaa... Eee...” dediğinde nefsin çıkıyor ortaya. Peygamber (asvs)’ı unut, Sahabe-i Kiram’da bile bu özelliği göremezsiniz. Tebe-i Tabiin’de de göremezsiniz. Göremezsiniz. Peygamber (asvs) yolunu izliyorsunuz, kolay olan ne var ki? Bazıları, “Çok kolay,” diyor, “bir tane sünneti tut, fena’ya ereceksin.” Peygamber Efendimiz (asvs)’ın bir sünnetini izlersen, Allah’la İlahi Birliğe, İttihad’a ulaşacaksın. Bunun doğru olmasını umarız. Çünkü bu zalim ve şeytani dünyanın sona ermesi için sabırsızlanıyoruz. Eğer bu söylenen doğru olsaydı, bu dünya bir Cennete dönüşmeliydi, çünkü herkes Allah’la bir olmuş. Ancak dünyanın her geçen gün daha da beter bir Cehenneme dönüştüğünü görüyoruz. Cehennemdekilerin yaptığı her günahı, gelmiş geçmiş 124.000 Peygamber’in ümmetlerinin işlediği günahların hepsini bu ümmet Ahir Zaman’da işler duruma geldi. O halde geldik. Değil mi?

“Bugün Çarşamba” bize öğretiyor ki... Tarikat bize neyi öğretiyor? İtaat etmeyi. İtaat etmek neden önemli? İtaat etmeden bağlanabileceğini mi zannediyorsun? “Ben sadece Allah’a itaat ederim. Sana etmem.” Şeytana döndün. “Yalnız Allah’a itaat ederim, sana itaat etmem,” dersen şeytan oldun. “Sadece Allah’a secde ederim,” diyor şeytan , “çamurdan yaratılmış Adem (as)’a etmem.” Yani Tarikatın içinde vahhabi oluyorsun.

En önemli şey itaattir. Tarikat, kendi nefsinize itaat etmemeyi öğretmek içindir. Size tayin edilmiş olan rehbere itaat etmeyi öğretmek içindir. “Hani nerede yazıyor bu? Kur’an’da nerede geçiyor?” Herkes Kur’an’a koşuyor. Gidip içinden bulmanı bekliyorlar. Ben neden bulup çıkarayım ki senin için? Her halükarda inkar edeceksin zaten.

BismillahirRahmanirRahim

“Allah’a itaat edin. Peygambere itaat edin. Sizden olan emir sahiplerine itaat edin.”

Muhkem (açık) bir ayet. Peygamber (asvs)’a itaat edenler, Peygamber (asvs) bu dünyadan göçtükten sonra kendi yerine bıraktığı kişilere itaat ettiler. Tebe-i Tabiin itaat etmiş olanlar demektir. Kime itaat ettiler? Sahabelere. “Biz Peygamber’e itaat ederiz,” demediler, “Sahabelere itaat ediyoruz,” dediler. Peygamber (asvs)’a itaat edenler Sahabelerdi. Tebe-i Tabiinler ise Resulullah (asvs)’a itaat eden Sahabelere itaat edenlere itaat edenlerdi. Bu zincirin neresinde olduğumuzu bilirsek, o vakit başımızı önümüze eğeriz.

Fakat günümüze kadar, bu Ahir Zaman’a dek, 1400 yıl boyunca hiçbir zaman Vahabiliğin getirdiği bidat kadar büyük bir bidat olmamıştı. Bizler Selefi’yiz çünkü Sahabelerle aynı seviyede bulunuyoruz, diyorlar, değil mi? Hatta bazıları Sahabelere de sövmeye başlıyor. Şiilerden bahsetmiyorum, “Gerçek Sünniler biziz,” diyenlerden bahsediyorum. Sahabelere küfrediyorlar. Bireyler değil, milyonlarca dolar destek alan, on binlerce, yüz binlerce takipçisi olan alimlerden bahsediyoruz. Hata bazıları, daha dün gelmiş İslam’a, henüz tuvalete nasıl gireceğini bilmiyor, bunca zamandır okuduğumuz Ettahiyyatü duasında, “Esselamü Aleyke Eyyühennebiyyü Ve Rahmetullahi Ve Berekatühü,” diyerek, Müslümanların 1400 yıldır yanlış okuduğunu söylemeye cüret edebiliyor. Çünkü Arapçada sadece hayattaki birine, “Esselamü Aleyke Eyyühennebiyyü,” diyebilirsiniz. Bu da Eh-i Sünnet vel Cemaat itikadına göre Peygamber Efendimiz (asvs) diridir. O en yüce şehittir ve şehitler ölü değildir. Diridir. Hazır ve de Nazır’dır. Ama köpeğin teki, “Herkes yanlış biliyor. Çünkü Peygamber ölmüştür,” diyor. Haşa estağfurullah. Çünkü kalbi kararmış. Peygamber ölü olduğu için, Esselamü Aleykum demeliymişiz. “Peygamber (asvs) zamanında öyle söylemişlerdi tamam ama bunu söyleyen Sahabe-i Kiram’dı. Böyle okuyorlardı çünkü Peygamber (asvs) o zaman fiziksel olarak hayattaydı. Vefatından sonra böyle okumamışlardı,” diyor.

Böyle söyleyerek küfretmeye başladı. Vahhabiler ise en ağır hakaretleri ediyorlar. Söyledikleri şeyler bir fikir ayrılığından ileri gelmiyor. Sana saydırdıkları zaman, yoldan çıktığını iddia ettikleri zaman kısaca senin ehl-i cehennem olduğunu söylüyorlar. İslam’dan çıktın, cehennemliksin diyorlar. Yanlış. Daha saymamı ister misiniz? İmamlar, Ehl-i Sünnet’e karşı, “Sizin canlarınız bize helaldir,” diye fetvalar veriyorlar, “Çocuklarınız bize helaldir, kölemiz olabilirler. Mallarınız bize helaldir. Bir günah işlediniz, katli vacibdir. Öldürün. Sizi öldürmek, canınızı almak vacibdir.” Bu hastalığın nasıl bir şey olduğunu anlayabiliyor muyuz? Ya da hala bir takım akademik nüanslardan mı kaynaklandığını düşünüyoruz? Fikir ayrılığı. Felsefi görüş ayrılığı.

Hakaret ediyor. Bu, Peygamber Efendimiz (asvs)’ın Hadisini doğrulamıyor mu? Ahir Zaman’ın alametlerinden biri değil mi? On beş alamet vardı değil mi? Ve o alametlerden biri neydi? Ümmetin sonradan gelen nesillere hakaret edecek. Bunun olduğunu şu anda görebiliyoruz. Hayatımız boyunca böyle oldu. Ve bunda da pek başarılı oluyorlar. Evet, o zamanlarda yaşıyoruz. Ahir Zaman’ın ne olduğunu anlamak, sadece bir takım YouTube videoları izlemekle olmaz. Arrivals falan... Sonra iyice dolup her şeyde deccal’in işaretini görmek. Her şey deccal’in alameti. Çünkü Allah (svt), çoktan Hilafet’i perdeledi. Hilafet’in manası ne? Allah'ın Halifesi. Allah’ın yeryüzündeki gölgesi. Allah Gölgesi’ni kaldırdığı zaman ne elde ederiz? Zifiri karanlık. O zaman baktığın her yerde, kaldırdığın her taşın altında göreceğin şey, Ke Fe Re olacak, Küfür.

İtaatin ne olduğunu anlamıyorsan, hiçbir zaman teslimiyet bulamazsın. Teslimiyetin olmazsa, İslam da olmaz. Allah’a itaat et, Peygamberi’ne itaat et, emir sahibi liderlerine itaat et. Bize tayin edilmiş olan liderlere. Ve Peygamber Efendimiz (asvs), bize varislerini bırakmıştır. Bu, İslam’ın ana yolundan çıkarıp atabileceğiniz bir konu değildir kesinlikle. Bir lideri takip etmek, bir rehbere tabi olmak, Tasavvuf’un, ruhsallığın esas yolunda bulunur, Sırat-ı Müstakim’in içindedir. Nasıl ki bir omurgamız var, aynen onun özü gibidir, onun içindeki sinirleridir bu. Omurganız kuvvetliyse, kemikleriniz de kuvvetlidir, sinirleriniz keskindir. Ama eğer değilse, bitti, hiçbir şey iş göremez hale gelir. Arada bağlantı kalmamıştır. Değil mi? Artık vücut ile beyin arasında bir bağlantı kalmadı. Hükmetmiyor. Hasta düştü. Acı içinde kıvranıyor. İşte bugün buna şahit oluyoruz.

Bugün Çarşamba. Size bugün Çarşamba hikayesini anlatayım. Bir grup kambur insan varmış. Eskiden herkes kendi gibilerle birlikteydi. O yüzden de eskiden, kambur sırtlı olanlar bir arada dolaşırdı. Ve bu kamburlardan biri, bir gün ıssız bir yerde yürürken, çember halinde oturan bir grup insana rast gelir. Başlarında sarıkları, yüzleri ay parçası gibi nur içinde parlıyor. Onlara bakınca içinde güzel bir his uyanır ve, “Biraz daha yaklaşayım bakalım, ne yapıyorlar,” der. Biraz daha yaklaşıyor ve bir bakıyor ki başlarında Şeyh, zikr yapıyorlar. Şeyh, “Allah, Allah, Allah...” diyor. Küçük bir grup. Onlar da aynen Şeyhin zikrettiğini tekrarlayıp, “Allah, Allah, Allah...” diyor. Kambur olan, “biraz daha yanlarına gideyim bakalım, çünkü içimde onlar hakkında çok güzel bir his var,” der. Bugün kendilerine Müslüman demeyen birçok insanın kalbi bile Allah’ın zikrini duyduğunda titriyor ve hoşlarına gidiyor. Ama Müslümanların çoğunun, Allah diyen Müslümanları işittikleri vakit, kalpleri kararıyor ve, “yanlarında bile oturmak istemiyoruz,” diyorlar.

Kambur adam gidip yanlarına oturdu. Şeyh, “Hasbinallah ve nimel vekil,” dediğinde herkes durdu. Ardından,

“Ey Cemaat, söyle: Bugün Çarşamba. Bugün Çarşamba,” dedi.

Fakat o gün Çarşamba değil, aslında Perşembeydi.

Bütün Cemaat, “Bugün Çarşamba, bugün Çarşamba...” diye zikre başladı. “Bugün Çarşamba,” diyorlar, kambur adam da, “Demin Allah derken, ben de onlara eşlik ettim. Hoşuma da gitti. Güzeldi. Şimdiyse ‘Bugün Çarşamba,’ diyorlar. Aslında bugün Perşembe ama ne olmuş yani? Bugün Çarşamba desem ne kaybedeceğim ki! Onlar, ‘Allah,’ der, ben de, ‘Allah’ derim. ‘Bugün Çarşamba' derler, ben de, ‘Bugün Çarşamba’ derim.” Ardından o da onlarla birlikte zikretmeye başladı: “Bugün Çarşamba, Bugün Çarşamba, bugün Çarşamba...” Sonra, “Hasbinallah ve nimel vekil” dendi ve bitirdiler. Şeyh ayağa kalktı, Müridler yanına gidip elini öptüler ve tekrar yerlerine oturdular.

Ardından Şeyh, “Ey İhvanlar,” dedi, “aranızda kambur biri var. O da bizimle birlikte olmak istiyor. Kalbi bizimle birlikte. Biz ‘Allah’ dediğimizde, o da ‘Allah’ der. Biz, ‘Bugün Çarşamba’ deriz, günlerden Çarşamba olmamasına rağmen o da tekrar eder. Bizimle bir oluyor. Sorgulamıyor. İtaatkar. Ne dersiniz, onun kamburunu alalım mı?”

İhvanlar, “Siz nasıl isterseniz Şeyhimiz,” derler.

“Yapalım,” der Şeyh ve Allah’a dua eder.

“Amin. Fatiha.”

Ve birden, doğduğu zamandan beri, bütün hayatında böyle eğik duran kambur adam dimdik ayağa kalkar. Çok şaşırır, hayrete düşer ve hemen koşmaya başlar. Hayatı boyunca hiç koşamamıştı. Ancak böyle kambur kambur yürüyebilirken, şimdi koşuyordu.

Koşup arkadaşını buldu ve, “Neler oldu hayatta inanmayacaksın!” dedi.

Arkadaşı ona bakıp, “Ne oldu sana?” diye sordu.

“Olanlara inanamayacaksın,” dedi, “Bir toplulukla tanıştım. Onlar ‘Allah’ derken ben de , ‘Allah’ dedim. Onlar, ‘Bugün Çarşamba,’ derken, ben de, ‘Bugün Çarşamba,’ dedim.”

“Ee?”

“Ve kamburumu sırtımdan aldılar.”

“Nerede bu insanlar?”

“İşte oradalar,” dedi.

“Gidip bulacağım onları.”

Arkadaşı da koşup onları buldu. Yanlarına gittiğinde oturmuş, “Allah, Allah...” diyorlardı. O da oturup, “Allah, Allah...” demeye başladı. Sonra, “Hasbinallah ve nimel vekil,” deyip Şeyh durdu. Herkes durdu. Ardından Şeyh, “Bugün Çarşamba, bugün Çarşamba...” demeye başladı. İhvanlar da onunla birlikte tekrarladı, “Bugün Çarşamba, bugün Çarşamba, bugün Çarşamba...”

Kambur adam, “Ama bugün Çarşamba değil ki,” dedi, “bir yanlışları var. Bugün Perşembe. Hatırlatırsam belki değiştirirler. Bugün Perşembe.”

“Bugün Çarşamba.”

“Bugün Perşembe.”

“Çarşamba.”

“Perşembe.”

“Çarşamba.”

“Perşembe.”

“Hasbinallah ve nimel vekil.” Zikr sona erer. Şeyh, “Ey ihvanlar,” der, “aramıza gelen biri var. Yaptığımızı beğenmiyor. Biz, bugün Çarşamba diyoruz, o ise bugün Perşembe diyor. Sanki biz bilmiyormuşuz gibi... Hah, çünkü aslında o bizimle birlikte olmak istemiyor. Arkadaşının kamburunu alıp, onun sırtına yükleyeceğiz.”

Böyle olunca, onun daha da fazla kamburu çıkar. İkiye katlanır. Yukarı bakar ama her şey gözden kaybolmuştur. Cemaati bir daha bulamaz. Ağlayarak arkadaşının yanına geri döner. Arkadaşı, “Ne oldu sana?” der.

“Senin kamburunu alıp benimkine yükledi.”

“Ne oldu?” diye sorar.

“Bugün Çarşamba,” dediler.

“Ee? Sen de bugün Çarşamba dedin mi?”

“Hayır demedim; bugün Perşembe. Çarşamba değil ki.”

“Bak işte. Bilmiyor musun?” dedi, “Bunlar Mübarek Zatlar. Onlardan daha mı iyi bildiğini düşünüyorsun? Belki bir şey yapmaya çalışıyorlar da sen anlamıyorsun. Biraz yol al bakalım onlarla, bak bakalım neler olacak. Ne kaybedersin ki? Neyi kaybedeceksin?”

Bu sözler hem bana hem de size. Ne demiştik dün? Bir eşkıya ile karşılaştığınızda dilinize mukayyet olun. EvliyaAllah öyle söylüyor. Bir hayduda, seri katile, yol kesiciye rast gelirseniz, ağzınızdan çıkanlara dikkat edin. Onlarla kibar konuştuğunuzdan emin olun, yoksa ya dilinizi ya da kafanızı keserler. Ancak, diyorlar, devam ediyor nasihat, Evliya’nın huzurundayken ise kalbinize mukayyet olun. Bu yol, kalbin yoludur. Kalbimize neyin girip neyin çıktığına dikkat etmeliyiz.

Allah bizi nefsimizin kötülüklerinden korusun. Allah bize selamet versin.

El Fatiha.

Selam aleykum.

Şeyh Lokman Efendi Hz.

Sahibul Sayf Şeyh Abdülkerim El-Kıbrisi'nin (ks) Halifesi

New York

Osmanlı Dergahı

4 Cemaziyel Ahir 1438

3 Mart 2017

122 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page