BismillahirRahmanirRahim
İsyankar olan kişi, bir acı ve zorluk geldiği zaman şikayet eder, küfreder, kavga eder, öfkelenir. Mümin olan kişi ise acı çektiği zaman sabırlıdır, kabul eder, Rabbine daha yakındır, anlıyor musunuz? Rabbi ile konuşur ve bu konuşma Allah (svt)’ya çok tatlı gelir. Her daim Rabbiyle konuşur, her daim ricada bulunur ve bu sözler Allah’a çok tatlı gelir. Yani sabrın niteliği çok önemlidir.
Kul sabırlı olduğunda, sabrın Allah’tan geldiğini anladığında ne yapabilir ki? Allah (svt) büyüklük iddiasında olan kulları sevmez, çünkü büyüklük Allah’a mahsustur. Allah, Rabbi’ne acziyetini bildiren kullarını sever. Anlıyor musunuz? Bu zamanda insanlar birbirlerine mütevazilik oyunu oynuyorlar, sahte mütevazilik: “Ah, hayır, ben bir şey değilim, sen büyüksün.” “Yok kardeşim sen mükemmelsin, ben hiçbir şeyim.” Hayır. Ağlamak istiyorsan ağla. Allah’a yalnızken ağla. Şov yapma. İnsanların önünde hiçbir şey göstermek zorunda değilsin. Özellikle de başkalarının önünde ne kadar iyi olduğunu gösterme. Yanlış yaptığın her şeyi başkalarından gizlemen gerekir, ne kadar kötü şey yaptıysan gizlemen gerek. Ama iyi şeyleri on kat daha fazla gizlemen gerek. Değil mi?
Peygamber Efendimiz (asvs) bildiriyor: “Sağ elin yaptığını sol el bilmeyecek.” Değil mi? Sağ elin yaptığı şeyi -birbirlerine çok yakın olmalarına rağmen- sol el bilmeyecek. Peki, iyi bir şey yapıp da bunu ilan ettiğinde, göstere göstere yaptığında ne olur? Bereketi gider. Bunda da bir parça gizli şirk vardır, çünkü başkalarını memnun etmek için yaparsın, Allah’ı memnun etmek için değil. Anlıyor musun? Başkalarını memnun etmek için. Bu zamanda, ne yaparlarsa şova çeviriyorlar. Rahmeti bereketi nerede kaldı? Bereketi kaçtı. Tüm cennetlerin ve dünyanın ilmine de sahip olsanız, inen bir rahmet kalmıyor. Çünkü edep, sağ elin yaptığını sol elin bilmemesi. Sadece kendi yaptıkları iyi şeyleri değil, çocuklarının, nenelerinin yaptıklarını bile Facebook’a koyup bütün dünyaya duyuruyorlar. Allah (svt) Kıyamet Günü’nde, “Taptığınız o sahte ilahlardan medet umun bakalım. Çağırın bakalım, hani ne işe yarıyorlar?” diye buyuracak.
Yani sabırlı olmaktan başka seçeneğiniz yok, sonra bu sabrı öfkelenmemek için, üzülmemek için kullanın. Kendinizi şikayet ederken bulduğunuzda, hemen kendinizi o durumdan çıkarın. Kendinizi, “Ben ne yaptım?” derken bulduğunuz anda geri çekin. “Şükür ya Rabbi, bana bunu verdin, daha kötüsünü hak etmeme rağmen, sen bana bunu verdin. Ya Rabbi, bu beni temizlesin! Beni sana yakınlaştırsın, bana daha fazla hikmet ve Senin aşkını versin,” demeyi alışkanlık edene kadar kendinizi geri çekin. Kulunun sözleri Rabbine tatlı gelmez mi sanırsınız? Tatlıdır. Çünkü Allah kulunun acziyetini bildirmesinden hoşnut olur, gücünü değil.
Kalbinizi düzeltmeye çalıştığınızda, önünüzde ne varsa onu kullanacaksınız. Çok okuyup, ezber yapmanıza gerek kalmaz. Başınıza ne geliyorsa, onu alırsınız. Ondan ders çıkarın, onu bir işaret olarak alın. O zaman onu kalbinize çekiyor olursunuz. Kimse size bir şey diyemez, kimse size bir şey demeden sizin kalbiniz bilmeli. “Tamam, şimdi bunlar yaşanıyor. Bunu, Allah’a daha da yakınlaşmak için bir fırsat olarak kullanayım,” demeli. Kendinizi şikayet ederken bulursanız, “Hayır,” deyin, geri çekilin. Bizler zayıfız, belki her zaman bunu yapamayız, ama savaştığınız sürece, size koruma ve bereket gelecektir. Anlıyor musunuz? İnşaAllah.
Özellikle de şikayet etmeyi bırakmalıyız. Şikayet etmeyin. Bugün sistem bize her şey hakkında konuşmamız gerektiğini öğretiyor. Kalbine ne gelirse hemen, dır dır dır, dır dır dır, söylemek zorundasın, “Ay tuvalete gitmem lazım.” Tuvalete gideceğini bana niye söylüyorsun? Yaptığın en ufak bir şeyi bile söylemek zorundasın. Konuş, konuş, konuş, konuş, konuş, konuş... Öyle olunca da bütün kontrolü kaybedersin. Tamamen kontrolsüz olursun. Ve çoğunlukla da kötü şeylerden konuşursun. Güzel şeylerde sessiz kalır, hep kötü şeylerden konuşmaya başlarsın. Senin kontrolün yok ama yazıcı melekler her zaman var. Şeyh Efendi onlara sekreterler derdi. Her şeyi yazarlar. Çünkü kalbinden geçirdiklerin Allah ile senin arandadır, şahit yoktur. Yanlış şeyler yapsan bile eğer şahit yoksa, senin üzerine hiçbir suç atamazlar. Ama şahidin varsa, o zaman en iyi hakim, en iyi avukat bile olsa, paçayı kurtarman çok zor olur, anlıyor musunuz?
İyi şeyler için de şahit tutmamak gerekir, çünkü memnun etmeye çalıştığımız Allah’tır. Bu devirde tam tersi olmuş, iyi şeylere tüm dünyayı şahit tutuyorlar. Neden? Çünkü onlar için yapıyorsun. Bu yanlış bir şey. Allah için yapıyorsan, kimseye göstermek zorunda değilsin. Peygamberlerin ve Evliyaların yolu budur. Kötü bir şey yaptığında ise, daha fazla gizlemelisin. Kimseye gösterip şahit tutmazsın, Allah’ın seni izlediğini bilir ve “Ya Rabbi, beni en güzel örtünle ört,” diye dua edersin. Nakşibendi müridi olarak her sabah bu duayı ederiz. “Beni en güzel örtünle ört.” Bunun için dua ettiğinde sen de örtmeyi bilir, başkalarının kusurlarını örtebilirsin. O zaman başkalarının yanlışlarını bakmak yerine iyi şeyleri görürsün. Neyin yanlış olduğunu bilirsin ancak neyin güzel olduğunu da bilir, başka şeylere odaklanmazsın. Açmazsın.
Bu zamanda, yaptıkları güzel şey ne varsa, her yerde söylüyorlar. Yaptıkları kötü şeyleri de her yerde söylüyorlar, şahitler ediniyorlar. Yanlış bir şey yaptıysan ve şahidin varsa, sana nasıl yardımcı olabilirler ki? Sana nasıl yardım edecekler? Özellikle de Allah, Peygamberi ve Evliyaullah aleyhine, Şeyhlerin aleyhine konuşuyorlarsa? Neden açmak zorundasın? Bu günlerde insanlar çok şımarmış, çok aptallaşmışlar. Tarikat, kült değildir ki. “Tarikattayım, kurtuldum, işte o kadar,” diyemezsin. Hristiyanlar böyledir. “Takip edin, kurtulursunuz.” Hayır; tarikat, İslam, “Takip et. Bu senin için bir başlangıç adımıdır,” der. Daha fazla mesuliyet alır, daha fazla sorumlu olmaya, sorumluluk almaya başlarsınız. Her şeye dikkat etmen gerek, artık bir yetişkin oluyorsun. “Şu kişiyi izliyorum, kurtuldum ben. Hiç şüphesiz kurtuldum, Cennet’e gideceğim, Şeyhim beni kurtaracak” diyemezsin.
Ehl-i Beyt’in yolu bu değildir. Bu iddiada bulunabilen kişiler çoktan her şeylerini feda etmiş, çoktan imtihan edilmiş, duvardan duvara vurulmuşlardır zaten. Şımarık kişiler değildirler. Bu günlerde, Şeyh ters bir şey söylediğinde hemen keyifleri kaçıyor, Facebook’a gidip dırdır yaparak şikayet ediyorlar, değil mi? Garez besleyip fırsatını bulduklarında da saldırıya geçiyorlar. Neden böyle yapıyorsunuz? Bu kült zihniyetidir. Geri çekilin, çünkü ne olacağını bilmiyorsunuz. Sen şimdi böyle bir anlayışla taraf tutacaksın, gerçekten kavga edip etmediklerini de bilmiyorsun. Bir yıl sonra, altı ay sonra, on yıl sonra ne olacağını bilmiyorsun. O zaman da çok... Bunun böyle olduğuna şu anda çok eminsin ama belki de seninle oyun oynuyorlar, ki genelde de öyle olur. O zaman da ona buna lanet okuyacaksın. Kendine daha fazla şahitler ediniyorsun sadece, anlıyor musun? Senin üstüne vazife değil, geri çekil.
Bu günlerde, insanlar karışmayı, özellikle de bizim cemaatimize karışmayı çok seviyorlar. Şeyh Mevlana’nın, “Karışmayın, benim iznim vardır,” demesine rağmen, Şeyh Efendi, “karışmayın, ben izin verdim.” demesine rağmen, hatta Şeyh Mehmet’in, “Karışmayın, ben izin verdim,” demesine rağmen karışmak istiyorlar. Biz de, “Karışırsanız, günahımızı alırsınız ama biz yine de devam ederiz. Bir ses, ya da bir milyon ses olmuşuz, biz yine de yolumuza devam ederiz, bırakmayız” diyoruz. Ne yapmaya çalışıyorsunuz? Müdahale ederek bizi daha da güçlendirirsiniz. “Yeni insanların katılmasını istemiyorum,” diyorsun, hiç fark etmez. İlgilenen insanlar bizim ne olduğumuzu anlamak için kendi akıllarını, kalplerini, imanlarını kullanmıyorlarsa, cemaatimizde öyle insanları zaten istemeyiz. Burada zayıflık istemiyoruz, güçlü olmaya çalışıyoruz. Bizler zayıfız ama burada hiçbir zayıflık istemiyoruz, güçlü olmaya çalışıyoruz. Anlıyor usunuz?
Yani ne kadar karışırlarsa, o kadar yükümüzü alıyorlar. Karışanlar da tokadı yerler, o kadar. Tokadı yediler, daha da devam edecek. Meşgul kalın. Kendimizle meşgul olalım inşaAllah. Kendi işinizle meşgul olursanız, kimseye karışmazsınız zaten. O kadar müdahale etmek istiyorsanız, gidin Hristiyanlara karışın. Gidin Yahudilere karışın, ya da Hindulara, laiklere. Neden “Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve Resuluhu” diyenlere ilişiyorsunuz? Neden, “Şeyh Mevlana’nın atamış olduğu herkes başımızın üstündedir,” diyen bir kişiye saldırıyorsunuz ki? Ah, çünkü şeytan üstünüze oturmuş da ondan. Siz de kült anlayışındaki gibi, “Ya bizimlesin ya da bize karşı” düşüncesindesiniz. Hayır. Allah Allah.
Herkes şeytanın ve nefsin tuzaklarına karşı ve de insanların nefs ve şeytanlarına karşı uyanık ve farkında olmalı. Anlıyor musunuz? Bize küfredenlerin, iftira atanların, hakkımızda yalan yanlış şeyler söyleyenlerin arasında olmak istiyorsanız yapmakta özgürsünüz. Ancak sonrasında içiniz pek rahat olmayacak.
Bizler en temiz kaynaktan, en temiz suyu içmeye çalışıyoruz; öylece oradan buradan içmeyiz. Ve dünya Ahiret, dünya için de, ahiret için de buna uygunuz. Bunun için kimseye gidip sormamıza gerek yok. Sahip olduklarımız bize yeter. Değil mi? Yeterlidir. Hem yalnızca bize değil, bizim gibi bin dergaha bile yeter. Yeterli, çünkü bizde ne varsa, neyi seviyorsak paylaşıyoruz.
Allah beni affetsin, size rahmetiyle muamele etsin inşaAllah.
Fatiha.
Şeyh Lokman Efendi Hz.
Sahibul Sayf Abdulkerim el Kıbrısi Halifesi (ks)
Osmanli Dergahı, New York 28 Şevval 1439 13 Temmuz 2018
Sohbetin İngilizce aslına buradan ulaşabilirsiniz.
Kommentare