top of page
  • Yazarın fotoğrafıOsmanli Naksibendi Hakkani

İslamiyet İlk Masumiyete İnanır


BismillahirRahmanirRahim

İslamiyet’te Araf diye bir şey yoktur. Katolik anlayışıdır bu. Hristiyanlık ya da Katoliklik hakkında çok fazla şey bildiğimi iddia etmiyorum ama Araf, onların anlayışına göre ne Cehennem ne de Cennettir. İslamiyet’te Araf diye bir şey yoktur. Araftakiler, Cehenneme ya da Cennete gitmez, ortasında sıkışıp kalırlar. Örneğin vaftiz edilmemiş çocuklar buradaki insanlardandır. Vaftiz edilmemiş çocuklarla beraber diğer insanlar da arafa giderler. Dediğim gibi konunun uzmanı değilim.

İslam ilk günaha inanmaz. İslamiyet ilk masumiyete inanır. Herkes, rengi, milleti, mensubu olduğu grup fark etmeden saf ve temiz doğar. Diğer gelenekler başka söyler. Onlar, ‘Bebek olarak doğdun ama henüz vaftiz edilmedin. Eğer vaftiz edilmezsen ve vaftiz edilmeden ölürsen, o zaman arafta kalırsın. Ne Cehenneme ne de Cennete girebilirsin. Ayrı kalırsın.’ Arafta olmak aynı zamanda bir cezadır. Bilemiyorum belki de kaldırmışlardır. Çünkü tutundukları bir dolu şey var ki, sonradan “Ah biz onu kaldırdık. Değiştirdik,” diyorlar. Kıbleleri Kudüs’tü, rahiplerinin yüzlerini Kudüs’e dönmesi gerekiyor ama onu da değiştirdiler. Şimdi rahip cemaate doğru bakıyor. Tam terse döndü. Bu da yeni bir gelişme, 1960’larda oldu. Yani, değişebilirler. İnsanlığın hali böyle.

İslamiyet’te araf yoktur. Cehennem, cezalandırma yeridir ancak Allah’ın bizi cezalandırmaya ihtiyacı yoktur. Allah için değil bu. Anlıyor musunuz? Cehennem, bizim temizlenmemiz içindir. Çünkü eser miktarda dahi, bir atom ağırlığınca bile kibir varsa içinde, dedikleri gibi, Cennetin Krallığına kabul edilemezsin. Peygamber Efendimiz (sav) diyor ki,

“Bir hardal tanesi kadar kibri olan Cennete giremez.”

İnsanlar nasıl bu kadar kendilerine güveniyor bilmiyorum. Kibrimiz ne durumda? Yirmi dört saat kibirliyiz. İnatçı olduğun vakit kibirlisindir. “Hayır, değilim.” Öyle olmadığını söylediğin an inatçı ve kibirli olmuş oldun. Anlıyor musun?

Herkes Müslüman doğar, tam bir teslimiyet halinde, masum. Onların değişmesine sebep olan ebeveynleridir, yani çevreleri. Eğer bir bebek, erişkin çağına gelmeden önce bu dünyadan göçerse, tamamen temiz bir şekilde çıkar ve doğrudan Cennete gider. Sadece Cennete gitmekle de kalmaz, giderken kendisine refakat eden kimdir? Hazreti İbrahim Aleyhisselam. İslam’ın güzelliğini görüyor musun? Allah’ın ne kadar merhametli olduğunu görüyor musun? O çocuğun yaptığı hiçbir şey yazılmayacak. Bir sorumluluğu yok. Peki kim sorumlu? Anne babası. Yetişkin olana kadar, kadınlar için on üç, erkekler için 16, sorumluluk ebeveynlerde. Bu zamanda artık anne babalar yetiştirmiyor çocukları. Hemen çocukları okula gönderiyorlar, okul ise yanlış olan ne varsa onları öğretiyor. Sonra on altı yaşına geldiklerinde... Ne, siz çocuk yetiştirmenin sadece arada bir camiye, mescide gelmeleri için zorlamakla mı olduğunu zannediyorsunuz? Onlara Kur’an öğretmekle olduğunu mu zannediyorsunuz? Ahlak nerede kaldı? Edep nerede? Yaşam tarzı nerede? “Ah, İslamiyet’te kot pantolonu çıkarıp şalvarımı gömleğimi giymeliyim” İşte böyle bir anlayışla büyüyorlar. “Haftada bir anne babamı memnun etmek için şunları okurum, ama eğer beni izlemiyorlarsa da gider arkadaşlarımla başka şeyler yaparım.” Anlayış yok. Sevgi, aşk bunun neresinde? Allah sevgisi, Peygamber (sav) sevgisi... Bu sevgiyi yaşamalısınız, alıp hayatınıza koymalısınız. Eğer hayatınıza uygulamıyorsanız, o zaman o sahte sevgidir. Sadece, “Tatlım, seni seviyorum” demek gibi, ama ne kirayı ödüyorsunuz ne de arabayı tamir ediyorsunuz; hiçbir şey yapmıyorsunuz.

Çocukları eğitecek olan sizlersiniz. Siz öğretmelisiniz çünkü bir yaşı geçtikten sonra öğretmek çok zor. Evliya Allah’ın dediği gibi, “Yetişkinlik çağından önce çocuklara bir şey öğretmek, taşın üstüne yazmak gibidir. Kazıyarak yazarsınız. Ancak erişkinlik çağını geçtikten sonra bir şeyler öğretmek, suya yazı yazmak gibidir.” O zaman çocuklarımızı ne zaman eğitmeliyiz? Ne öğreteceğiz? Dünyayı mı? Zaten dünyanın içine girecekler. Dünya onlara öğretecek, merak etmeyin. Sizin onlara Allah’ı öğretmeniz gerek. Allah’ı ve Peygamber (sav)’i nasıl öğreteceksiniz onlara? Allah ve Peygamberi’ni (sav) bilmeniz gerek. Çünkü ilk görecekleri kişiler siz olacaksınız, özellikle de anneler, ama bir çok Müslüman anne, annelikten kaçıyor. İlk eğitmenleri sizsiniz. Bebek daha karnınızın içindeyken Mümine, Müslime olmalısınız. Hamileyken istediğiniz her yere gidip istediğiniz her şeyi yapamaz, istediğiniz gibi konuşup, sonra da “Ah hormonlar yüzünden farklı davranabilirim,” diyemezsiniz. Hayır, dikkatli olmalısınız çünkü her gün melekler sizi ziyaret etmeye geliyor. Dikkatli olmalısınız çünkü yaşam o zamandan başlıyor. Anne bir şey yapıyorsa, babanın sakinleşmesi lazım, çünkü bebek şekilleniyor içeride. Doğduğu zaman da, sünnet 40 gündür, bebeği dışarı bile çıkarmazsınız.

Ama günümüzde bebek doğduğu anda fotoğrafını çekip her yere göndermeye başlıyorlar. Nazar var, anlıyor musunuz, nazar. Kötü göz. Gerçek bir şey bu. Peygamber Efendimiz (sav) “Nazar gerçektir,” diyerek şöyle buyurmakta:

“Dolunay gördüğünüzde bile MaşaAllah demelisiniz. Eğer MaşaAllah demezseniz, nazarınız aya kadar ulaşır.”

Bunun ne kadar önemli olduğunu anlıyor musunuz? Bu bir yaşam biçimidir. Bu edeptir. Bu ahlaktır. Yaşam tarzıdır. İbadetlerinizi yapıyorsunuz, daha birçok şeyi yerine getiriyorsunuz tamam ama İslam’ın yaşam biçimine sahip değilseniz, elinizde ne kalır ki? Hiçbir temeli olmayan bir kabuk kalır sadece. Her an bir rüzgarda devrilebilir.

Yani çocuklarınızı genç yaşta eğitirseniz anlarlar. Sonrasında, belli bir yaşı geçince artık siz sorumlu değilsiniz. İstediklerini yapabilirler. Ve seçim yapmayı onlara bırakmak gerekir ki, kendi ayakları üzerinde durabilsinler. Erkekler ‘anasının kuzusu’ kalamazlar. On altı yaşına gelmiş, hala annesinin biricik oğlu. Yirmi yaşında, anasının kuzusu; “çünkü annemi çok seviyorum.” Anneni sevmen, ana kuzusu olmanı gerektirmiyor ki. Bu tamamen farklı bir olay. Anlıyor musun? Çünkü özellikle de erkeklerin, erkek olabilmesi için büyümeleri gerekir. Böyle aynen bebek gibi kalamazlar. Kalınca ne olur? Aynı annelerine benzeyen bir kadınla evlilik yaparlar. Çünkü bir kadınla ilgili anlayışları yalnızca bu kadardır. Bir sonraki nesil daha kötü olacak. Sonraki nesil, daha da kötü.

On altı yaşında... Ancak Allah (cc) Peygamber Efendimiz (sav) vasıtasıyla şöyle buyuruyor,

“Sağ ve sol tarafınızda olmak üzere iki melek vardır.”

Zihninizdekileri bir kenara bırakın. Disney World’ün, Disneyland’in resmettiği gibi bir tane şeytan bir tane de melek fısıldamıyor kulağınıza. Hayır. İki melek, Kirâmen ve Kâtibîn, yazıcı melekler. Güzel bir şey yaptığınızda hemen yazılıyor. Ve niyetinize bağlı olarak sevabı da yediden yetmişe, yedi yüz bine kadar yazılabilir, tamamen niyetinize bağlıdır. Eyleme göre değil, niyetinize göredir. Aynen Nemrud’un ateşini söndürmeye çalışan karınca gibi. Ateşi söndürmeyi başaramaz. Belki ağzında taşıdığı su bir damla bile etmez ancak niyeti sayesinde, Allah o karıncayı yüceltmiştir. Allah Kur’an’da bizi değil, o karıncayı methetmektedir. Tabii ki o karıncadan daha iyiyiz ama şimdi her şey niyetlere göre. Sol taraftaki melek sadece kötü davranışlarınızı yazar. Ancak her şeyde görüldüğü gibi, melekler arasında da bir lider var. Demokrasi, “Yok hayır, lider yoktur. Herkes eşittir,” der. Meleklerde bile, bu iki melekte lider olan sağ tarafta durandır. Soldaki melek ise onu izler. Sol omuzdaki meleğin yazabilmesi için önce sağdakinden izin alması gerekir, “Bu Ademoğlu bunu bunu işledi, yazmak için iznim var mı?”

Sağ omuzdaki melek, “Bekle. Eğer Allah’tan bağışlanma dilerse yazma,” der. Allah ne kadar zaman tanıyor? “Altı saat geçsin, eğer tövbe etmezse, af dilemezse o zaman yaptığı hatayı yaz,” der. Ve bunun cezası bir tanedir. Bir hataya karşılık bir ceza. Eğer güzel bir şey yaparsan, bire yedi, yedi bin, yedi yüz bin verilebilir. Yanlış bir şey yaptığındaysa bire birdir. O da eğer Allah (cc)’dan samimi bir şekilde af dilenmezse. Eğer dilenirse, o zaman hiçbir şey yoktur, yazılmaz. Bu, Allah’ın Rahman ve Rahim oluşunu anlamamız için.

Yani Allah dediğimizde, sadece bir kelime değil, bir anlayıştan bahsediyoruz. Ve hiçbir gölgenin kalmadığı o günde, güneş tam üstümüzdeyken, Peygamberlerin bile Allah (cc)’ın hükmü karşısında titreyeceği Mahşer Günü’nde Adem Oğulları Adem Aleyhisselam’a koşup, “Lütfen, bizim atamız sensin. Bize şefaat et. Yardım et” diyecekler. Adem Aleyhisselam ise, “Ben size yardım edemem. Bir suç işledim. Yasak meyveden yedim. Size yardımda bulunamam. Benim hükmüm yaklaşıyor ve bundan da korkuyorum,” diyecek. Nuh Aleyhisselam’a koşup, “Sen bizim ikinci babamızsın. Yardım et. Bize şefaat et.,” diyecekler. O ise, “Yapamayız,” diyecek. Her Peygambere koşup şefaat dileyeceğiz. O zaman niye Allah’tan istemiyorsunuz? Allah’tan isteyin. Birçokları, “Hayır hayır. Peygamberin şefaat etmesi, Evliyaların şefaat etmesi diye bir şey yok. Doğrudan Allah’a gidilmeli,” diyorlar. Kıyamet Günü’ndesin, Mahşer Alanı’ndasın, Allah’tan dile. Hadiste,

“Yardım istemeyecekler,” diyor.

Allah’ın inayet ve Rahmetinin nereden geldiğini artık biliyorsunuz. Peygamberden ve onun varislerinden gelen Rahmetin nasıl iletildiğini şimdi anlayacaksın. En sonunda İsa Aleyhisselam’a gidecekler, “Sen RuhAllah’sın. Bizim için şefaat et. Sen günahsız doğdun. Şefaat et,” diyecekler. O da, “Yapamam,” diyecek, “çünkü benim ümmetim beni Allah yerine koydular, bana Allah’ın oğlu diyorlar.” Ve en sonunda Peygamber Efendimiz (sav) gelecek huzura ve bütün peygamberler, tüm insanoğlu ayağa kalkıp, “Ahmed geldi,” diyecekler. Çünkü onun Cennetteki ismi budur. “Ahmed geldi, bize şefaat et.”

Allah’ın hükmünü değil, merhametini diliyoruz. Allah’ın Rahmeti sadece Rahmetelil Alemin iledir, size ya da bana göre değil. Rahmetelil Alemin. Rahmetelil Alemin’i ne kadar izlerseniz, kalbinizde ne kadar rahmet taşırsanız, şefaat makamı, aileniz ve arkadaşlarınız için size dahi verilebilir. Tabii ki verilebilir. Kur’an bizim için şefaat edecek. Kur’an bize şahitlik edecek, değil mi? Hiçbir gölgenin kalmadığı o günde bize şefaat edecek daha birçok şey var. O zaman Allah’ın kubbesinin altında, O’nun gölgesi altında olmak için çabalamalıyız. Anlıyor musun?

Bizler Peygamber Efendimiz (sav)’in şefaatine layık değiliz. Bizler iyi insanlar değil, birer çer çöp yığınıyız. Hiçbir şey yaptığımız yok. Ancak Allah’ın Rahmetini diliyoruz. Ve ne kadar fazla isterseniz, Allah o kadar verir. İnşaAllah er-Rahman, Habibullah (sav)’in yüzü suyu hürmetine, Peygamber Efendimiz (sav)’in ehl-i beyti’nin yüzü suyu hürmetine, tüm Enbiya ve Evliyaların yüzü suyu hürmetine ya Rabbi, tövbelerimizi kabul et. Mübarek kullarının himayesini diliyoruz, dünya Ahiret bizi Kendi Gölgende tut ya Rabbi!

Ve min Allahu Tevfik.

El Fatiha.

Şeyh Lokman Efendi Hz.

Sahibul Sayf Şeyh Abdülkerim el-Kıbrısi el-Rabbani (ks) Halifesi

Osmanlı Dergahı, New York

Genel Zikr Sonrası Sohbet

10 Zilkâde 1437

13 Ağustos 2016

87 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page