top of page
  • Yazarın fotoğrafıOsmanli Naksibendi Hakkani

"Kendi sırrımızı keşfetmek"


BismillahirRahmanirRahim

Fatih Sultan Mehmet’in sırrı nedir? Neden yaratıldı? Ne yapmaya çalışıyordu? Neyi başardı? Ezeli ya da ebedi sebeplerden değil, bu dünyadan; yaşadığımız dünyadan bakalım. Şeyh Efendi ile sırlarımızı keşfetme hakkında ve sırlarımızı ölmeden önce keşfetme hakkında konuşuyorduk. Şimdi sen, “Nedir o sır?” diye soruyorsun. O sırrı, nefsimizi Nefs-i Emmare’den, Nefs-i Mutmain’e çevirdiğimizde; yani başına buyruk olan nefsi, itaatkâr olan nefse çevirdiğimizde bilebilir miyiz? Peki, o sır nedir? Onu anlayabilecek miyiz?

İpucu istiyorsan, ipuçları her yerde var. Sana sadece şunu söyleyebilirim… Sana, “Hz. Ebu Bekir Sıddîk, neden yaratılmıştır?” diye sorsam. Bizim seviyemizden, bu dünya şartları için soruyorum; onun ilahi varoluş sebeplerini sormuyorum. Onun yaratılış amacı neydi, neyi başarmaya çalışıyordu, hangi seviyede, hangi makamdaydı biliyor musun? Evet, bu çok açık. O, Peygamber Efendimiz (sav)'in en büyük destekçisi olmak için, onun en iyi arkadaşı olarak, ikilinin ikincisi olarak yaratılmıştır. Yaratılışta ikinci olandır. Bu amaç için yaratıldı ve o, bunun için her şeyini Peygamber Efendimiz’in (sav) yoluna feda etti mi? Elbette etti. Yüksek makamlara ulaştı mı? Ona verilen adlardan biri de 'Emin'di. Ona, ‘Sıddık-ul Ekber’ derlerdi, Bir diğer ismi de 'Emin'di. Bunu başardı mı? Evet, başardı. Şimdi yine size sorayım, peki ya Hz. Ali? Ya Fatih Sultan Mehmet Han? Kendi efsanesini yazdı değil mi?

İşte tüm bunlar ipuçları değil, bunlar size apaçık delillerdir. Dünya seviyesinden bakarsak, onların hepsi kendi sırlarını keşfetti. Ve onların her biri,-burada sadece bir kaçından bahsettik, daha milyonlar var- ve onların her birinin sırrı, İslam’a hizmet etmek ile ilgiliydi. Peygamber Efendimizi (sav) memnun etmeye çalışıyorlardı. Eğer bana, “Senin sırrın ne, senin görevin, senin işin ne?” diye sorarsanız; ben de sizin için çok basitleştirerek size soracağım. "Senin işin ne? Bu bir sır mı? Senden gizlenmiş mi? Başkalarına bakma, sen kendin ne yapıyorsun? Amacın ne? Bu yola ne için hizmet etmeye gönderildin? Gece ve gündüz bununla meşgul oluyor musun?" Eğer öyleyse, sen doğru yoldasın demektir. Bu senin yolculuğun...

Bunu henüz keşfedemeyen çok insan var. Dergâha yıllardır gidip geliyorlar, ama bunu henüz keşfedemediler. Geliyorlar, zikir yapıyorlar, her şeyi yapıyorlar; bütün ibadetleri yapıyorlar, sohbeti dinliyorlar, ama henüz kendi amaçlarını keşfedememişler. O zaman, Allah (cc) ve Peygamber’inin (sav) yolunda nasıl hizmet edecekler? Allah (cc) ve Peygamber’inin (sav) yolunda sadece oturmak değil, çabalamak; Sahabe-i Kiram’ın yaptığı gibi çabalamak. Onlar Allah’ın (cc), Peygamber’inin (sav) yolunda çabaladılar; EvliyaAllah, Tabii ve Tabiinler bu yolda çabaladılar. Osmanlılar bu yolda çabalıyordu. Bizim için de gayet basit, herkes bir köşeye çekilip, durup kendine sormalı; “Neden dergâhtayım? Gerçekten kime hizmet ediyorum?” Bahaneler bularak, “Aslında şunu yapmak istiyorum, ama yapamam, bunu yapmak istiyorum, ama yapamam.” deme. Hayır, kendine bahaneler bulma. Yalnızca, “Ne ile meşgulüm? Bu yolun hedefiyle mi, işleriyle mi, amacıyla mı meşgulüm? Yoksa yalnızca kendi kişisel işlerimle mi meşgulüm? Dergâha geliyorum. Dergâhta bulunuyorum, ama yalnızca kendi işimi düşünerek mi buradayım? Yani şu an başka bir yerde olsam da değişmeyecek olan bana ait işlerim, düşüncelerimle mi buradayım? Kendi evimde de olsam, başka bir yerde de olsam, başka bir ülkede de olsam fark etmeyecek olan şeylerle mi uğraşıyorum? Fakat, “Başka bir yere taşınsam, yaptığım her şey değişecek, çünkü benim dergâha ihtiyacım var. Çünkü burada çalışıyorum, bir şeyler yapıyorum.” diyorsan, o zaman bu göstergedir; bu yola başladığının göstergesidir ve bu yol sonsuzdur.

Mesela, “Benim sırrı ne biliyor musun? Yalnızca dergâhta yemek pişirmek.” diyorsun. Şimdi, dergâhta yemek pişirmenin bir müridin ulaşabileceği en yüksek makamlardan biri olduğunu söylemeyeceğim. Biz kimseye makam vermiyoruz. Senin de, benim de bir makamız yok. Ama bizim bir vazifemiz, bir işimiz var. Biz makamları hak ettiğimizi düşünecek kadar hayal dünyasında da değiliz. Bizim bir özelliğimiz yok. Bize “Burada otur.” Diyorlar. Ne yapabiliriz, oturuyoruz; ama buranın sahibi de değiliz, onlar geri gelene kadar buranın emanetçileriyiz. Böylesi iyidir, güvenlidir. Ama çoğu bir şey başardığını düşünüyor. Tarikatta bir şeyler başarıyorlar. Bir yere ulaşıyorlar ve “Burası benim yerim, kimseye vermem. Kimse bunu benden alamaz” diyorlar. Bre, hiç bir şey bizim değil. Bu makam bile bizim değil. Bizden önce de buradaydı, biz gittikten sonra da burada olacak. Makam da yok, unvan da yok.

Kimileri, “Ben Evliyayım.” diyor. Tövbe Estağfurullah. Eğer bunu söyleyip, böyle bir iddiada bulunuyorsan, zaten bu öyle olmadığının en büyük işaretidir. Hikmet sahibi kişi, bunu Peygamber Efendimiz’in (sav) bir sözünden hemen anlar; “İmanlı olanlar kişilerden başka hiç kimse, kendisini ikiyüzlü olarak görmez. Yalnızca imanlı kimseler kendilerini ikiyüzlü olarak görürler.” O halde nasıl bir Evliya, makamın kendisine ait olduğunu iddia edebilir? O halde durup, dergâhtaki işinin görevinin farkına varmalısın; “Benim dergâhta işim budur, vazifem budur.” demelisin.

Kendine sor,” Benim dergâhtaki görevim nedir? Ne yapıyorum, nasıl katkıda bulunuyorum?” İşte o zaman, görevini anlayıp, bunun için uğraştığında, yaptığın o hizmet sayesinde; onlar seni, sana ait olan makama kolayca ulaştırırlar. Fatih Sultan Mehmet Han’ın yaptığı her şey hizmetti. Sahabe-i Kiram’ın yaptığı her şey hizmetti. Evliyalar’ın yaptığı her iş, aslında hizmetti. Kendileri için yapmadılar. Kendine hizmet edemezsin. Ancak Allah’a (cc) hizmet edenlere, hizmet edebilirsin. Ve o protokole göre, yaptığı hizmete göre herkes bir makama konulur. Her bir makamın da ağır bir sorumluluğu vardır. Makam ayrıcalık getirmez, daha ağır sorumluluk getirir. Ama Allah yolunda çabalayan kişi, hiç bir zaman olduğu yerde takılmaz. Aynı şeyi tekrar tekrar yapsa da, daha fazlasını yapmak ister. Ruh, her zaman yukarıya çıkmak ister. Aşağıya inmek istemez, bu onun doğasına aykırıdır. Nefis, aşağı çekilir. Yer çekimi onu aşağıya çeker. Ama ruh, her zaman yükselmek, daha da yükselmek ister. Eğer engel olan bir şey varsa, bir şeyler başarmış ama daha yukarısı için önüne çıkan bir engel varsa; ruh çok rahatsız hisseder ve onu geçmek için, yükselmek için bir yol bulacaktır.

Yaptığımız her şey, olacak olan başka şeylerin hazırlığıdır. Olacak olan bu başka şeyler de, daha başka şeyler için hazırlıktır. Bu daha başka şeyler de, olacak olan daha büyük şeyler için hazırlıktır. Bu hiç bir zaman bitmez; birbiri ile bağlantılıdır. “Ben Mehdi (as) için hazırlanmıyorum, onun gelişine kadar bekleyeceğim, geldiği zaman hazırlanacağım” diyorsan, iki yüzlü olmakla kalmıyorsun, aynı zamanda zamanı geldiğinde sen hazırlıksız olmuş olacaksın. Hazırlanmaya da zamanın kalmayacak. Böyle düşünen insanlar, bizim de aptal olduğumuzu düşünüyor. Elhamdülillah, öyleyiz. Bizim nefsimiz aptaldır. O insanlar, buraya gelip, herkesin bir şeyler yaptığını görüyorlar. Şeyh Efendi’nin sohbetlerini, bizim konuştuklarımızı dinliyorlar. Osmanlılar hakkında, Deccal hakkında, Mehdi (as) hakkında, hazırlanma hakkında konuştuklarımızı dinliyorlar. Sonra “Siz burada yalnızca odun mu kırıyorsunuz? Ahıra mı gidiyorsunuz? Bir şeyler mi inşa ediyorsunuz? Bunu mu yapıyorsunuz? Mehdi (as) için hazırlanmak bu mudur? Ahırda kürekle hayvan pisliği temizleyerek, nasıl Mehdi (as) için hazırlanılır?” diyorlar.

Aslında bu şekilde konuşanlar, bir çobanın yaptığı işi aşağılayanlar, gerçekte Peygamberleri de aşağılıyorlar. Çünkü her Peygamber çobandı ve her Peygamber bizim yaptığımız tüm işleri yaptı. Elhamdülillah. Böyle işler her tarikattan insana da açılmaz. Git, başka dergâhlara bak. Açılıp açılmadığını gör. Ama onlar unutuyorlar. Allah bizleri böyle olmaktan korusun, ancak onlar kesinlikle Mekke’de 13 yıl boyunca mücadele edemezlerdi. Medine’de 10 yıl mücadele edemezlerdi. Her türlü zorluğun olduğu, insanların Peygamber Efendimiz’in (sav) sözleri dışında, dünyadan hiç bir umutlarının olmadığı o zamanlarda yaşayamazlardı. O insanlar, yalnızca Peygamber Efendimiz’in (sav) sözlerinden güç alıyorlardı. Bu onların imanını gösteriyor. Bunu göremeyenlerin, bir görüşü yok, aklı yok ve kesinlikle imanı yok.

Peygamer Efendimiz (sav), Uhud Savaşı için hendek kazarken, bir kayaya denk geldi ve kayaya üç kere vurdu. Her kayaya vuruşunda, kayadan büyük bir kıvılcım çıktı ve orada Peygamber’e (sav) bir şey açıldı. Efendimiz (sav) buyuruyor; “Orada düşmanımız Bizans’ın düştüğünü gördüm, İran’ın düştüğünü gördüm. Sonra, Bütün düşmanlarımızın düştüğünü gördüm.” Bu tıpkı, biz ahırda çalışırken başımıza gelen olay gibi; Şeyh Efendi büyük bir kayayı yerinden oynatmaya çalışıyordu. Ve dedi ki; “Rusya’yı devireceğiz, Çin’i devireceğiz, diğer rejimleri de devireceğiz.” Biz bir avuç insanız, ne paramız var, ne de gücümüz. Zaten parada da, güçte de gözümüz de yok. Peygamber Efendimiz (sav) de, o zamanda iman edenlere, inananlara; küçük bir grup insanla dünyanın o zamanki süper güçlerini devireceklerine dair söz vermişti ve onlar Peygamber'e (sav) inandılar. İnandılar, çünkü onların imanı vardı.

Başka bir tarikattan olan tarikat ehli biri “Mehdi (as)’a nasıl hazırlanmalı?” diye sorduğunda, ona, “Sen hiç bir şey yapma. Çünkü sen her şeyi yapsan da, sonuçta hiçbir şey olmaz. Çünkü inancın yok.” deriz. İmanı olan bir kişiye “Bulaşıkları yıka.” dediğimizde -her gün yemek yiyoruz ve birilerinin yıkaması gerek. Burası dergâh ve bu tip işler sırayla yapılıyor- o kişinin bulaşıkları yıkama şekli onun tutumunu gösterir. Mehdi (as)’a asker olup olamayacağı da ona göre belli olur. Buna inanan kişi, aldığı işi düzgünce yapar. Size yalan söylemiyorum. Önemli olan yaptığınız iş değil; işi yaparken ki tutumunuzdur. İşi nasıl yaptığınızdır.

Evet, onlar izliyorlar. Yaptığımız her şey, o zamana hazırlık içindir. Şu an yaptığımız her şey inşaAllah-u Rahman, olacak olan şeylere hazırlıktır. Bu hayatta ki her şey aslında öteki dünya için hazırlıktır. Yani bu hikâye hiçbir zaman bitmez. Bölümler hep devam eder. Asla bitmez. Bunu anlıyor musun? Buradaki hikmet, senin hikâyenin hangi bölümünde olduğunu anlamandır. Şu an kendi görevinin ne olduğunu, ne ile meşgul olman gerektiğini bilmendir. Her zaman tekrar tekrar söylüyoruz; “Kendi küçük dünyan ile meşgul olma. Dünyadan uzaklaşarak, bu dağın tepesine, dergâha, başka dünyalara dalmaya gelmedin.” diyoruz. Takılıp kalıyorsan, zor geliyorsa, şiddetlice dua et. Yardım iste. Ama yardım isterken, kibirli ve inatçı olma. Sana yardım geldiğinde eğer danışmazsan, Allah’tan (cc) gelen bu yardımı reddedebilirsin. Tıpkı suda boğulan bir adamın Allah’tan (cc) yardım dileyip, Allah (cc) onu kurtarmak için bir gemi gönderdiğinde, “Hayır, ben gemiden gelen yardımı kabul etmem, ben Allah’tan yardım istiyorum.” demesi gibi...

İşinin ne olduğunu anlamaya çalış. Bir işin yoksa kendi işini bul. Burası “Sen bunu, sen şunu, sen onu yap” denen bir yer değil. Çünkü dinde zorlama yoktur. Size hiç ne yapmanız gerektiğini söyledim mi? Dergâhta nasıl çalışmanız gerektiği söyledim mi? Kadınlara ya da erkeklere hiçbir zaman “Senin işin bu, bunu yapmalısın.” diye emir verdim mi? Hayır. Sizin kalbinizin çalışması gerek, bir tarafın sizi daha çok çekip “Buna yardım etmeliyim, bu işi yapmayı seviyorum, bu işte iyiyim. Biraz daha yapayım, biraz daha...” demen gerekiyor. O zaman sana “Burada rahat mısın?” diye sorarız. “Evet, rahatım.” Yani, size hiçbir zaman ne yapacağınız söylenmez. O tarafa kendiliğinden gidersin. Tarikatta her şey doğal olarak gelişir. Kalbin çalışıyorsa, o zaman bir tarafa yönelirsin. Yolunu bulursun. Allah bizim için kolaylaştırsın, inşaAllah. Bu kadarı yeterlidir. Bu sadece erkekler için değil; hem de kadınlar içindir. Kadınların daha çok işi var. Daha tam olarak başlamadık bile. Ama yalnızca birbiriniz ile uğraşmayın. Soğukkanlı olun. Her şeyde de çok fazla duygusallaşmayın.

El-Fatiha. Amin.

Selamun Aleykum.

Şeyh Lokman Efendi Hz.

Sahibul Sayf Şeyh Abdülkerim el-Kıbrısi el-Rabbani (ks) Halifesi

Osmanlı Dergahı, New York

22 Safer 1437 4 Aralık 2015

71 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page