top of page
  • Yazarın fotoğrafıOsmanli Naksibendi Hakkani

Perşembe Sohbeti: "Gaflete düşme, uyanık ol ve kendini gözlemle!"


BismilahirRahmanirRahim

Kişi gaflette olduğu zaman, hiçbir şekilde düzelmez. Eğer kişi gafletteyse, geçmişte ne yaptığını bilmiyordur ve onu yeniden tekrar etmeye mahkûm olacaktır, ta ki mezara girene kadar, işte o zaman cevap vermek zorunda olacak…

İşte bu yüzden buradayız. Neden buradayız? Bir şeyler yemek ve içmek için mi? Sosyalleşmek için mi? Sosyal bir kulüp olmak için mi? Sosyal kulüp nedir? İnsanlar sadece durmadan birbiri arkasından konuşuyor, tartışıyor, iftira atıyorlar. Bugünlerde insanlar, nasıl sosyalleşeceklerini de bilmiyorlar. Müslümanlar ve Müslüman olmayanlar. Bir gün mutlu, ikinci gün mutlu, üçüncü gün kavga ediyor. Neden? Çünkü kişi gaflette… Daha önce ne yaptığını sorgulamıyor, bakmıyor, görmüyor, gaflette. Gözlemlemiyor, hiçbir şey yapmıyor. Basit bir şeyi bile görmüyor, anlamıyor.

İnsanı gaflete düşüren nedir? Ne insana gaflet verir? Neden insan gaflette kalır? Eğer uyanıksan, bir şeyler kazanırsın. Gafletteysen, ne kazanırsın? Hiçbir şey. Hiçbir şey kazanmazsın. Üstelik şeytan seninle arkadaş olur. Olacak olan budur. Şeyh Efendi tefekkür ile ilgili kaç kere sohbet verdi? Kaç kere daha sohbet vermeli, kaç kere daha söylemeliyiz, tekrar etmeliyiz? Eğer bugün ne yaptığına bakmıyorsan, dün ne yaptığına bakmıyorsan, nasıl yarının bugünden daha iyi olacak? Nasıl bugünün dünden daha iyi olacak? Bugünlerde kim bunu düşünüyor? Eğer dün ne olduğunu düşünmüyorsan, sence bir yıl önce olan şeyi anlayabilecek misin? 10 yıl, 20 yıl öncesini anlayabilecek misin? Geçmişteki bir olayı alıp, bugüne koyup; iyice bakıp, gelecekte ne olacağını anlayabilecek misin? Ne büyük gaflet!

İnsanı gaflete düşüren nedir? Çok meşgul oluşu... Onun aklı başka yerlerde. Ne ile meşgul? Nefsiyle. Nefsin, sadece bu dünyanın serveti ve tutkularıyla ilgili olduğunu düşünme. Nefis ve şeytan seni hiçbir şey yokken kandırabilir, hiçbir şey için. Hiçbir şey kazanmazsın. Yaptığının ne olduğunu sorgulamazsan ve ciddiye almazsan, nasıl olacakta onu tekrar etmeyeceksin? Nasıl “Kendime dikkat etmeliyim. Bunu tekrar etmemeliyim.” diyeceksin? Belki ilk gelişinde, ikinci gelişinde, “Bana aniden geldi, farkında değildim.” dersin; üçüncü kere sana geldiğinde, yine farkında olmayacak mısın?

Alışkanlık haline getirip, yaptığımız birçok şeyi, bir kilometre uzaktan görüp geldiğini anlayabiliriz. Ama asıl sorun şu, kişi kendini gözlemlemiyor. Tüm dünyaya bakıyor, ama kendisine bakmıyor. Kendi içine bir ayna tutup, kendisine bakmıyor; anlamaya çalışmıyor. Ne yapıyordum? Ne yapıyorum? Ne yapacağım? Hayatımda ne yapacağım? Yarın ne yapacağım? Her zaman dünya işleriyle meşgul… Her zaman; dünya! Ya da yaptığın ama anlamadığın, kendi küçük işlerinle meşgulsün. Allah (svt) bize, ona kul olmamız için bir gün daha veriyor. Kulun, iman eden kişinin, bugünü dünden daha iyi; yarını da bugünden daha da iyi olmalıdır. Eğer dün ne yaptığına bakmıyorsan, nasıl bugün daha iyi olacaksın? Yarının nasıl daha da iyi olacak? Sen sadece kendini tekrar ediyorsun. Takılmışsın. Şaka gibisin, çünkü gelişemiyorsun; çünkü sen değişemiyorsun.

“Ben değişemiyorum” diyor, MaşaAllah. Çok güzel, değişemiyorsun, seni Cennet’e göndermeliyiz. Mezara gitmelisin anlaman ve kendine gelmen için. Kıyamet günü nedir? Bizim anlamamız ve fark etmemiz içindir. Cehennem ateşi nedir? Bizim anlamamız ve fark etmemiz içindir. Eğer anlamıyorsan, farkına varmıyorsan, asla gerçek evine geri dönemezsin. Asla Cennet’e geri dönemezsin. Bu şekilde Cennet’e gidersin, orayı da Cehennem’e çevirirsin. Anlıyor musun? Ama kandırılmışsın, herkes nefsi tarafından kandırılıyor ve sonra “Bilmiyorum” diyor. Çünkü anlamaya çalışmıyorsun, düşünmüyorsun; gerçekten ciddiye almıyorsun.

Tarikat, din… Diyorlar ki “Sana dergahta ne öğretiyorlar? Kur’an ve sünneti ne kadar öğrendin? Kaç tane hadis ezbere biliyorsun?” Onlar bununla ilgileniyor. Bir kâfir bile, buraya gelip Kur’an ezberleyebilir. Onlar bile hadisler hakkında kitaplar yazabilir ve bunu yaptılar da. O zaman bir insanı, mümin yapan, imanlı yapan nedir? Eğer Kur’an’ı, hadisleri alıp yaşantısına koyuyorsa… Sahabeyi Sahabe yapan da bu, münafıktan farkı bu!

İnsan düşünmek istemezse, Kur’an’daki ayete karşı gelmiş olur. İnsan farkına varmak istemiyor, uyanmak istemiyor. Uyu, uyumaya devam et. Öldüğün zaman, uyanacaksın. Ama çok geç olmuş olacak.Tarikata geldiğimizde, cemaate geldiğimizde, daha da uyanık olmamız gerekir. Ama o zaman, daha da gaflette oluyorsun. Neden peki? Neden daha çok gaflettesin? Demek ki, senin aklın kendin dışında başka şeylerle çok meşgul... Geçen günlerini ciddiye almıyorsun. Uyandığında, “Yeni bir güne başladım. Bugün benim niyetim ne?” demiyorsun. Birçoğunun uyandığında hiçbir niyeti yok. “Evet uyandım. Niyetim ne? İşe gideceğim.” Kaybettin. “Niyetim bu dünyada daha da fazla kazanmak.” Baştan kaybettin bile.

Niyetin ne? İman edenler olarak, bizim niyetimiz ne? Bizim niyetimiz, imanımızı güçlendirmek. Zayıflatmak değil. Çünkü Peygamber Efendimiz(sav) söylüyor, ‘Yarınımız bugünden daha hayırlı olmalıdır.” O zaman niyetimiz, “Ya Rabbi, imanımı yarın daha da güçlendir, sana daha iyi bir kul olabileyim. Uyandım, anlıyorum, kendime bakıyorum.” Olmalı. Ama bakmıyorsun, diğer insanlara bakıyorsun. O zaman çok güzel eleştirirsin. Çok çok güzel başkalarına fikir verebilirsin. Kişi için, çok güçtür, çok zordur; Allah rızası için bir şey yapmak, Dergâh için bir şey yapmak… İnsanları eleştirmek çok kolaydır, “O ne yaptığını bilmiyor. Ne yaptığının farkında değil.” Nasıl eleştirileceğini biliyorsun. Devam et, eleştir. Koruma altındakileri eleştirmeye başla. O zaman görürsün sana nasıl bir tokat gelecek…

Ama kendini nasıl eleştireceğini bilmiyorsun. Nasıl “Ben ikiyüzlüyüm, kendimi incelemem gerek” diyeceksin, bilmiyorsun. Sadece ağzını oynatıp, “Ben ikiyüzlüyüm, ben çok kötüyüm” diyerek, bir yandan yapmaya devam etmek; ikiyüzlülükten de beter. Her şeyi nasıl eleştireceğini çok iyi biliyorsun, ama kendini gözlemlemeyi bilmiyorsun. İşte bu yüzden gaflete düşüyorsun. Çünkü ciddiye almıyorsun. O zaman geçmişi tekrar tekrar, yeniden yaşarsın. O çemberi kıramazsın.Acı çekmekten kurtulamazsın. Çünkü nereye gittiğini bilmiyorsun. Eğer her gün mezara, adım adım biraz daha yaklaştığımızı anlarsak… Bizler her gün akşam namazından sonra cenaze namazı kılıyoruz. Neden? Geçtiğimiz 24 saat içinde, bu dünyadan göç eden ve kimsenin cenaze namazını kılmadığı insanlar için. Onlar için dua ediyoruz. Ama anlamıyorsun, sana kim garanti veriyor ki; bir sonraki nefeste, bir sonraki gün hala hayatta olacağını nereden biliyorsun? Sıradakinin sen olmadığını nereden biliyorsun?

Yani, gerçekten ders alıp, “Eğer şimdi kendi cenaze namazımı kılıyor olsaydım, gerçekten nasıl büyük bir belada olurdum” diye düşünüp, anlarsan; her gün uyumaya gitmeden önce, kendi kendini sorguya çekmeyi denersin, kitabını dengeye getirmeyi edersin. Dünya diliyle konuşalım. Ama sen kitabını nasıl dengeye getireceğini de bilmiyorsun. Nasıl her şeyi Rabbinle dengeleyeceksin, onu da bilmiyorsun. Nasıl Peygamberinle yapacaksın onu da bilmiyorsun. Şeyhinle nasıl yapacağını da bilmiyorsun. İnsanlarla nasıl yapacağını da bilmiyorsun. Sadece insanları yargılamayı ve eleştirmeyi biliyorsun. İşte insan bir noktada takılıp kalırsa, orada öylece durursa, artık şeytanı suçlayamaz. Suç kendisinindir.

Evet bağırıyoruz. Allah sana bağırıyor. Peygamberi sana bağırıyor. EvliyaAllah sana bağırıyor. Salihler sana bağırıyor. Diğer insanlar sana bağırıyor. Ama sen dinlemiyorsun. Şeytan sana bir kere fısıldıyor ve sen onu izliyorsun. Şehadetin ortasında, şeytan sana fısıldıyor ve sen izliyorsun. Biliyorsun, büyük bir belanın içindesin. Uyanmak istemiyor musun? “Ben çok yaşlıyım, değişemem” diye mi düşünüyorsun? Değişme. Aynı olarak kal. Mezara bırak, o zaman orası seni değiştirecek. Seni çok güzel değiştirecek. Seni değiştirmek için, öğütecek. Bu yeterli değil mi? Kıyamet günü seni değiştirecek. O zaman anlayacaksın. Bu da mı yeterli değil? Cehennem ateşi anlaman için seni değiştirecek.

Kaçabileceğini mi zannediyorsun? Bazıları gibi, kaçıyor, uyuyor; kaçıyor, uyuyor; “Nasıl bundan kurtulacağım? Nasıl bundan kurtulacağım?” Tipik Amerikan tarzı! Yanlış bir şey yapıyor, “Nasıl bundan kurtulacağım? Nasıl kaçacağım?” diyor. Karşılığını ödemek yerine, kaçmaya çalışıyor. Birinin ödemesi gerekiyor. Sen “Nasıl kaçarım?” diyorsun. Bu dünyada belki birazcık kaçabilirsin. Ama merak etme, mezarda kaçamayacaksın. Hiç şansın yok. Mezarda hiç fark etmez; sen mümin misin, kâfir misin; Allah’ın varlığına inandın, inanmadın fark etmez; öleceksin. Her birimiz öleceğiz. Sonumuz mezar olacak. Şu anda mezara ne gönderiyorsan, orada onu bulacaksın.

O yüzden, düşün. Düşün! Bizler Tarikat’tayız, o yüzden düşünmek zorundayız. Hayatımızda başımıza gelen her şey, bizi düşündürmek için. Çünkü her şey bir ayet, bize Allah’tan bir işaret… Allah bize işaret gönderiyor ve biz düşünmek istemiyoruz öyle mi? Okumak istemiyoruz öyle mi? Herkes Kur’an’ı yalayıp yutmak istiyor, Kur’an’ı ezberlemek istiyor, bir papağan gibi! Ama kalplerini okuyamıyorlar. Ve okumak için, ilk komut, gelen ilk emir; “İkra”. Peygamber önündeki kitaptan okumadı. O kalbine gönderileni okudu. Çünkü melek Cebrail (as), onun kalbine getirdi. O, kalbine yollananı okumak zorundaydı. “Oku.” Herkes “Evet, okuyorum” diyor. Çünkü nefsinle okuyorsun! Şeytanla beraber okuyorsun! İkinci komut neydi? “Allah’ın adıyla oku.” Okuyorsun, ama Rabbinin adıyla okumuyorsun; nefsinin adıyla okuyorsun. Hala kaybediyorsun. Çünkü herkes kendi Rabbini yaratıyor. Ama Allah kendine özgüdür. O devam ediyor, “Seni yaratan Rabbinin adıyla...” O yüzden, uyan. Seni Yaratan’ın farkına var.

Önümüzde uzanan uzun bir yol var. Önümüzde uzun ve çok tehlikeli bir yolculuk var. Bir rehberin var ve sen onun elini tutmak istemiyorsun; bunu yapmakta özgürsün. Ama tehlikeli taraflara düştüğünde, o zaman istediğin kadar bağır; “ben şunun, şunun oğluyum. Bu kadarına sahibim, şuna sahibim.” Seni o el dışında hiçbir şey kurtaramaz. Seni beslemek isteyen eli ısırma. Onu al ve öp. Allah beni affetsin ve sizlere rahmet etsin.

Uyan. Bu günlerde gaflete düşemeyiz. Çünkü gelen günler, tüm olanlar büyük olayların habercisi. Neredeyse yarışın sonuna geldik. Ama asla unutma, kendini asla garantide olarak düşünme. Sen garantide değilsin. Kim bunu söylüyor? Eğer sen, “Ben garantiledim, güvence altındayım” diyorsan, zaten gizli şirk yapıyorsun. “Ben karar verdim. Allah karar vermeyecek.” diyorsun. Çünkü kendi kendine karar veriyorsun. Ama Allah kalpleri döndürendir. O bizim kalplerimizi çeviriyor. Allah imansız birinin kalbini, imanlıya çevirebilir. Eğer nefsini izlersen; Allah, kendini imanlı sanan kişinin kalbini de imansız olarak döndürebilir. Asla unutma ki bizler iyi değiliz, Yezid’den daha iyi olamayız. Yezid, Peygamber(sav)’in yol arkadaşıydı. Yezid, Hz.Hüseyin’in dostuydu. Onlar birlikte büyüdüler. Birlikte oynadılar. Yezid, Peygamber Efendimiz(sav)’in, Hz.Ali’nin, Hz.Hüseyin’in arkasında namaz kılıyordu. Ama nefsi onu kandırdı. Şimdi Yezid’in adını duyduğunda, kalbinde onun için bir sevgi hissetmiyorsun.

Hiçbirimiz ondan daha iyi olduğumuzu söyleyemeyiz. Biz Peygamber ile tanışmadık. Biz onun arkasında namaz kılmadık. Ona açılanlara, sahip olmadık. Eğer bu Yezid’in başına geliyorsa, bize de olabilir. Eğer bunun farkındaysan, uyanıksan, o zaman düşmanının sana yaklaşmasına izin vermezsin. Eğer gafletteysen, düşman zaten evin içindedir ve sen farkında bile değilsindir. Silahını dışarıya doğrultuyorsun, ama düşman zaten içeride. Allah bizi affetsin. Selamun Aleykum rahmetullah ve berakatuhu.

Şeyh Lokman Efendi Hz. Sahibul Sayf Şeyh Abdülkerim el Kıbrisi (ks) Halifesi,

16 Muharram 1437 (29 Ekim 2015)

Osmanlı Dergahı, New York

172 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page