top of page
  • Yazarın fotoğrafıOsmanli Naksibendi Hakkani

İnsan Kendi Kendini Kör Eder


BismillahirRahmanirRahim

Tarikatuna sohbet vel hayrun fi cemiyye. Bizim tarikatımız sohbete, cemaate dayanır. sohbet istemiyorsanız, Tarikatı istemiyorsunuz demektir. Tarikatı istemiyorsanız Peygamber Efendimiz (sav)’in yolunda olmayacaksınız demektir. Ancak kendi nefsinizin yolunda olursunuz. Bu kadar. İslam yolunda, Tarikatta kendi nefsinin peşinden gitmek… Evet, bu olan bir şey. Peki ne zaman uyanacaksınız? Ne zaman birer yetişkin olarak anlayacaksınız? Belki sizin için bir şey var orada. Kesinlikle vardır. Şeyhimizin himmetini diliyoruz.

“Neden Allah’tan istemiyorsun? Biliyoruz ki her şeyin Allah’tan geliyor.” Siz hiç bir Sahabe’nin, “Ey Peygamber! Senden geleni kabul etmem ben, doğrudan Allah’tan alırım,” dediğini duydunuz mu? Hiç böyle bir şey duydunuz mu? Fakat günümüzde, “Neden bir Şeyhi takip etmek zorunda olasın ki?” diyorlar. Şeyh kimdir? Şeyh kimin varisidir? Enbiya’nın. Enbiya, Nebiler, gelmiş ve de gitmişlerdir. Onların bizi öylece bırakıp gittiklerini mi zannediyorsunuz? Biliyorsunuz, eğer ölecek olsanız, geride bir şeyler bırakırsınız ki, oğlunuza ve oğlunuzun oğluna geçip devam etsin. Peygamberler bu dünyadan gittiklerinde, öylece bırakıp gidecekler, öyle mi? Nasıl olduğunu düşünüyorsunuz?

Bana bir soru sordun: “Neden insanlar bu kadar kör?”

Çünkü kör olmayı istiyorlar. Çünkü şeytan, “Görmeyin,” diyor. Şeytan kördü. Küllen değil, O’nun zatına değil ama Allah’a şahitlik ediyordu. Kuşkusuz şu an bizim gördüğümüz gibi perdelerin arkasından görmüyordu. O Azazil olarak bilinirdi. Ama o kadar kördü ki, Allah ona, “Adem Aleyhisselam’a secde et,” dediğinde, aynen bugün birçok Vehhabinin dediği gibi, “Neden Adem’e secde edeyim ki?” dedi, “O bir insan. Ben sadece Allah’a secde ederim. Doğrudan O’na ederim,” demişti. İşte bu şekilde gerçekten Allah’a şirk koşmuş oluyorsunuz. Allah’tan ve benden başka hiçbir şey yok, demiş oluyorsunuz. Allah ve ben. Sadece ben ve Allah. Benim önümde hiçkimse yok. Hiçbir Sahabe böyle dedi mi? “Biz seni kabul etmeyiz, yalnızca Allah’ı ederiz,” demişler miydi? Evet, bunu diyenler Sahabe değildi. Evet, onlar Hariciler olarak bilinirdi. “Hilafet’i kabul etmeyiz. Halife’yi kabul etmeyiz. Sadece Allah’ın Kitabı’nı ve Allah’ı kabul ederiz,” dediler. “Ne Hz. Alİ’yi kabul ederiz, ne de Hz. Muaviye’yi. Sadece Allah’ı tanırız. Çünkü onlar birer insan ve karşılıklı savaşıyorlar.” Kendi nefslerine göre yargılıyorlar. Allah uğruna, kimin liderlik yapabilmede güçlü olduğunu bulabilmek için ictihad yapıyorlar. Hz. Ali savaşı durdurdu ve Haricilere dönerek onların başlarını kesti. Hariciler ibadetlerini ederdi, günde beş vakit namaz kılar, oruç tuta, her şeyi yerine getirirlerdi. Hatta Hz. Ebu Bekir Sıddık zamanında bir grup vardı; Hz. Ebu Bekir’i tanımaz, sadece Hz. Peygamber’i kabul ederlerdi. Peygamberimiz göçtü, tamam, bitti. Artık ben ve Allah var. Hz. Ebu Bekir bunlarla savaştı. Hepsinin kellesini uçurdu ve dönüp Sahabelere ve Tabiinlere, “Bugün,” dedi, “bir grup insanla karşılaşacaksınız. Aynı sizin gibi giyiniyor, sizinle aynı şekilde ibadetlerini yapıyor, tıpkı sizin gibi oruç tutuyor olacaklar. Zekat veriyor, Hacc’a gidiyorlar. Onlar size karşı savaşacaklar. Onlar, ‘Ya Allah,’ diyecek, biz, ‘Muhammed (sav)’ diyeceğiz. Çünkü onlar Hz. Ebu Bekir Sıddık’ı tanımıyorlar. ‘Neden onu tanıyalım ki? Sadece bir insan,’ diyecekler.”

Aynen günümüz Vehhabileri gibi, şeytana dönmüşler. Şeytan gibiler. Şeytan Hz. Adem’i tanımadı. Hz. Adem’i kabul etmedi. “Neden ona secde etmeliyim ki? O topraktan yaratıldı,” diyor. Çünkü kör.Allah’ın Hz. Adem’in içine ne koyduğunu görmedi. Günümüz Vehhabileri de böyle kör. “Şeyh de kimmiş? Tıpkı senin benim gibi biri. Pek bir şey bildiği yok. Daha Arapça’yı bile düzgün telaffuz edemiyor,” diyorlar. Çünkü Allah’In o kişinin içine ne koymuş olduğunu anlamıyorlar. Aynı şekilde, Ebu Cehil, Ebu Cehil olmuştur çünkü, Allah’ın Peygamber Efendimiz (sav)’in içine ne koyduğunu görmemiştir. “O mu? Yalnızca bir insan. Develere bakması için ona para veriyoruz,” demiştir. Peki insan ne zaman anlayacak?

Ne? Bu dinin sana mı geldiğini zannediyorsun? Kur’an sana mı indirildi? Peygamberimize (sav) indi. Sahabe-i Kiram’a bile değil, evvela Peygamber Efendimiz (sav)’e geldi. ve Peygamberimiz (sav) de Onu Sahabelerine, orada bulunanlara iletti. Tabiinler Kur’an’ı nasıl öğrendi zannediyorsunuz? Hz. Peygamber (sav)’den mi? Allah (svt)’dan mı? Sahabe-i Kiram’dan öğrendiler. Peki ya Tebeut Tabiinler? Demek ki isnad var, bir zincir var. İslam, İsnad’dır. Herkes bir başka şeye bağlıdır. Anlıyor musunuz? İsnad olmasaydı, Peygamber Efendimiz (sav)’e nasıl bağlanacaksınız? İlmi nereden alıyorsun? O yüzden günümüzde insanlar ilmini Yahudi diplomalarından alıyorlar. Medreselerden aldıkları da diplomalar, diploma mı? Hayır. Ne diploması? Eskiden Peygamberimiz (sav)’in diplomalar yazıp, “Çalış, sana diploma vereceğim,” dediğini mi düşünüyorsunuz? Hayır. O kişiye göre çalışılıyordu. 124.000 Sahabe’de tebliğ yapma izni herkese verilmemişti. Hz Ali (kv), ruhsallık hakkında konuşması için sadece bir kişiye, bir Tabiin’e izin vermişti. Sadece Hasan el Basri’ye. Geri kalanlara, “Konuşmayın,” demişti, “çünkü çok fazla fitne var.”

Eğer bağlantınız yoksa, kopmuşsunuz demektir. Bir kere koparsanız, o topluluğun dışında kalırsınız ve şeytan öylece üzerinize saldırır, nefsiniz sizi bir anda yakalayıverir. Baktığınızda, hakikatte 124.000 Peygambere ya da Kur’an-ı Kerim’de bahsedilen yirmi sekiz Peygambere bakarsanız, Hz. Adem (as)’dan bu yana dünya tarihinde çoğunluk Hakkı kabul etmemiştir. Öyle değil mi? Çoğunluk kabul etmemiştir. Hz. Nuh (as) zamanında kaç kişi onu kabul etmişti? Yetmiş iki, yetmiş üç. Gemiyi inşa etti, bir dağın başında yaptı gemiyi, Allah’ın azabının geleceğini bile bile, o dönemde yaşayan bütün ama bütün insanlığın sığabileceği büyüklükte yaptı o gemiyi. Peki kim girdi içine? Hayvanlar. O çağın insanları hayvanlardan da beter haldeydiler. Kabul etmediler. Ve Rahmet kapısı kapandığında, Rahmet kapıları kapandığında artık merhametli olmaya dahi iznimiz yoktur.Tıpkı Allah’ın azabının sel suları gibi, o selin suları sadece boğmuyordu, aynı zamanda da her şeyi yakıyordu. Yakıcıydı, sular yakıyordu. Hz. Nuh (as), suyun yükseldiğini görüyordu. Kendi oğluna bakıp gemiye gelmesi için çağırdı. Son çağrı. Ve Allah, Peygamberine, Alul Azam Peygamberi’ne şöyle buyuruyor, “Ya Nuh! O senin oğlun ama aynı zamanda da benim mahlukumdur. Ayrımcılık yapamazsın. Rahmet kapıları çoktan kapandı. Eğer onu bir kere daha çağırırsan, Peygamberliği senden söküp geri alırım.” Bunlar çok ağır sözler.

Çoğunluk Peygamberi takip etmedi. Çoğunluk. Bakın, Ruhullah, İsa Aleyhisselam, en büyük Peygamberlerdendi, değil mi? Allah (svt)’nın yarattığı en büyük Peygamberlerdendi. Onun vasıtasıyla birçok mucize göstermiştir. Ve Hz. İsa (as)’nın Peygamber Efendimiz (sav)’e ve bu ümmete yakınlığı öyle azametlidir ki, Efendimiz (sav)’in ümmetinden olabilmek için yeniden gelecektir. Tüm dünyaya değil, Beni İsrail’e gönderilmişti; peki kaç kişi takip etti onu? On iki. On iki kişi. Dünya gözüyle, dünya standartlarına göre bakılırsa her Peygamberin başarısızlıkla sonuçlandığını söyleyeceklerdir. Haşa estağfurullah. Ve her Peygamber, ümmetleri karşısında artık burasına kadar (Şeyh başını işaret ediyor) dolmuştu. Nuh Aleyhisselam burasına kadar dolmuştu; ellerini açtı ve Allah azabını gönderdi, değil mi? Başka hangi Peygamber? Şuayb Aleyhisselam. Başka hangi Peygamber? Hz. Yunus. Başka hangi Peygamber? Hz. Musa (as) bile Allah (svt)’ya “Bu kibirli insanlar karşısında ne yapmalıyım?” diye sormuştur. Her konuda kendisine sıkıntı yaratıyorlardı, sağa döndü, orada da sıkıntı çıkardılar. İtaat etmiyorlardı, tamamen boyun eğmiyorlardı. Fakat Peygamber Efendimiz (sav)’in ümmetinde milyarlarca kişi var.

Ne diyorsun? İnsanlar çok garipmişiz gibi bakıyorlar bize. Evet, iyi bir şey bu. Sanki bu dünyaya ait değilmişiz, normal değilmişiz gibi bakıyorlar. Sanki dışarıdaki insanlar normal, içki içmek normal, istediğin herhangi biriyle dışarı çıkmak normal... İnsanlar ikinci kere bile düşünmüyor. Uyuşturucu almak normal. Yalan söylemek, aldatmak, insanların kalbini kırmak, sistemin bir parçası olmak, bunların hepsi normal. İyi de, siz bu insanların kör olduğunu mu zannediyorsunuz? Ve sonsuza kadar mı körler? Hiç bilmediklerini mi sanıyorsunuz? Hiç mi fark etmediler? Onları da aynı Allah yarattı. Bu yüzden Şeyh Efendi Hz., “Elhamdülillah,” der. Allah, ölümü yarattı diye, “Şükür,” der. İster inanın ister inanmayın, fark etmez, ölüm orada duruyor. Allah’a inanmayan kafir, hangi kafir ölüme inanmaz ki? Deniyorlar. Firavun’un zamanından beri sonsuza kadar yaşamaya çabalıyorlar, değil mi? O yüzden bugün herkes Firavunlaşmış durumda. Çünkü yeteri kadar paran varsa, aynen Firavun’un yaptığı gibi vücudunu muhafaza edebilirsin. Fakat o koruma, aslında bir işkence. Halihazırda cehennemden gelen bir cezadır. Kısacası Firavunlaştık. Kısacası ölüm var. Hastalık var. Acı var. Sizin acılarınız değilse bile, başkalarının acıları var. Kimilerinin inandığı gibi, Allah (svt)’nın bizi yarattıktan sonra Kendini geriye çektiğini ve olup biten hiçbir şeye müdahil olmadığını mı düşünüyorsunuz?

Allah, şah damarımızdan da yakındır bize. Peygamber Efendimiz (sav) Rahmeten lil Alemin, Rahmetin Yaratıcısı da Rabbimizdir. Ve O’nun bize olan sevgisi, bir annenin yeni doğan bebeğine olan sevgisinden de üstündür. Demek oluyor ki, bize Allah’ı hatırlatacak, Ahireti hatırlatacak bir çok şey bulunuyor. Peki bir insanın buna inanmamasına sebep olan şey nedir? Bu doğal bir şey midir yoksa yapay mı? Tamamen yapaydır. Allah (svt) her insanın kalbinin içine iman koymuş mudur? Koymuş mudur? Evet. Çünkü her çocuk Müslüman doğar. Manası, her çocuk Rabbini bilerek doğmuştur; Rabbini bilir, Rabbine teslim olur. Eğer ki çocuk erişkin olmadan ölürse, doğrudan Cennete gider. Evliyalar ile aynı kademede yer alır. Masumdurlar. Mesuliyetleri yoktur.

Allah ilim vermiş, yeteri kadar Peygamber, yeteri kadar Kitap, yeteri kadar Evliya göndermiş, Evliyaullah da her yere yeteri kadar hatırlatıcı göndermiştir. Peki nasıl olur da bir insan hala Allah’ın olmadığına, bir Nizamın olmadığına inanabilir? Ancak kör bir insan buna inanabilir. Ve insan kendi kendini kör eder. Peki sizce ne zaman... Sizce bu şekilde mi devam edecek? Uyanacak. Böyle insanları nasıl ikna edeceksiniz? İkna etmeyin. Hayatın tadını çıkarmalarını söyleyin. “Ben içiyorum,” diyene, iç deyin. Seni içmekten alıkoyamam. Eğer birazcık içiyorsan, daha da fazla içmelisin. Her gün iç. Neden olmasın? Evliyaullah’tan büyük bir Veli diyor ki, “Eğer Allah’a inanmasaydım,” haşa estağfurullah, sadece kendini bir misal olarak veriyor, “eğer kafir olsaydım, uyumaya bile zaman harcamazdım. Çünkü hayatım tükenip gidiyor. Her saniyesinde, her anında hayatımın mümkün mertebe tadını çıkarırdım. Zamanımın yakında tükeneceğini bildiğim için uyku bile uyumaz, sadece dışarı çıkıp aldatır, yalan söyler, her önüme gelen şeyi yapardım.” Fakat insanoğlu, bilhassa 21. yüzyılın barbarlaşmış insanı birkaç bir şey yaptığı için, Allah’ın yarattıklarını yok eden birkaç şey yaptıkları için, bu dünyayı ben yarattım, kaderimi ben tayin ederim diye düşünüyor. İnsan nasıl böyle düşünebilir? Kendini anlamadığı zaman. İki nefes arasında hapsolduğunu anlamıyor. Peki ne zaman idrak edecek? Hastalandığı vakit, o zaman anlayacak.

Merak etmeyin, hastalık herkese erişecek. Şimdi söyleyin bana, bir insan bu şekilde acı çekerek uyanıyor ve Yaratıcısını idrak ediyorsa o hastalık bir ceza mıdır? Rahmettir. Allah (svt), Peygamber Efendimiz (sav)’in dilinden buyuruyor, çünkü Efendimizin söylediği her şey Allah’tan gelir, kendi nefsinden konuşmamaktadır. Şöyle buyuruyor: “Allah’ın kuluna bir diş ağrısı bile vermemesi, o kulunu sevmediğinin alametidir.” Çok garip bir zamanda yaşıyoruz. İmanımıza sıkıca tutunalım. Çünkü biz dünyanın ne söylediğine bakmıyoruz. Rabbimizin ne söyleyeceğine bakıyoruz. Rabbimiz bizden memnun mu, değil mi ona bakıyor, O’nun razılığı için çabalıyoruz.

İnsanlar uyanmış, uyanmamış, bu sizi ilgilendiren bir konu değil. Gerçekten samimi olanlar artık uyanmaya başlıyorlar. Onlara gelin, diyoruz. Diyebiliriz. Gerçekten inatçı olanlara da diyoruz ki, o nefs önünde dururken, seninle konuşmak için gökten kırk Peygamber bile inse, fikrini değiştirmeyeceksin. Bu benim sorumluluğum değil. Bizler bazıları gibi, “Ah bizler selametteyiz, o yüzden herkesi kurtarmamız gerekiyor. Herkesi kurtuluşa eriştirmemiz gerekiyor,” demiyoruz. Selamette olduğumuzu nereden biliyoruz? Güvende olduğumuzu nasıl bilirsiniz? Müslüman olarak nefesimizi vermeyi ümit ediyoruz. Evet. Fakat bunun böyle olacağından yüzde yüz nasıl emin olabilirsiniz? Yüzde yüz emin olabilir misiniz? Hayır. Yüzde yüz olur derseniz, zaten çoktan Allah olduğunuzu düşünüyorsunuz. İşte Tarikat, bizi İslam’dan saptıracak şeylerin farkına varabilmemiz içindir. Gizli şirk, Allah’tan şüphe etmek, Allah’ı sorgulamaktır; boyun eğmek değildir. Bu bizi dışarıda yaptığımız konuşmaya geri getiriyor. Daha size Rabbinizi öğreten kişiye boyun eğemiyorken, nasıl olur da Rabbinize teslimiyetle bağlanabilirsiniz?

Sahabe-i Kiram Hz. Peygamber (sav)’e teslimiyetle bağlanmışlar mıydı? Evet. Böyle yapmak zorunda değildiler. Bugünün anlayışına göre, Vehhabi anlayışına göre mecbur değildiler. “Aa teşekkür ederiz. Bize Kur’an’ı vermeye geldin demek. Artık Kur’an’ım var, çok teşekkür ederim,” diyebilirlerdi. Böyle mi davrandılar? Asla. Günümüz Müslümanları neden, “Teşekkür ederim. Benim bilgim var. Size ihtiyacım yok. Siz kimsiniz ki? Hoca mısınız? Benim hocaya ihtiyacım yok, bir Şeyhe ihtiyacım yok. Allah’a yakın olan kimseye ihtiyacım yok, çünkü ben Allah’a yakınım,” diyorlar? Sahabe-i Kiram’ın sünneti bu değil ki. Bu şeytanın sünneti. Bu noktalarda dikkatli olmalıyız. Bizi doğru akide anlayışına taşıyacak olan şeyler bunlardır.

Mezardayken dilin değil, kalbin konuşacak. Bugün herkesin dili konuşuyor. Herkesin ağzı konuşuyor, kalbi değil. Ancak mezarında yatarken konuşacak olan şey, senin kalbindir. Tarikat, kalbimizin içine bakmamız ve orada sadece Allah’ın bulunduğundan emin olmamız içindir. Başka bir şey değil. “Rabbin kim?” sorusu geldiğinde, ki bu “Kime hizmet ediyorsun?” demektir, “Karım,” demeyeceksin; ya da “Devletim,” ya da “Milletim,” ya da “Çocuklarım, kendim,” demeyeceksin. Birçok kişi, “Kendime,” diyor, “Kendime hizmet ediyorum.” Çok ruhsal olduğunu düşünen bazı insanlar görüyorum, hayatlarının en önemli on şeyini sıralıyorlar, birinci sırada Allah, ikinci kendim, üçüncü anne babam, dördüncü Şeyhlerim diyorlar. Kafalarına nasıl esiyorsa.

“Rabbin kim? Kime hizmet ediyorsun?” sorusu, Tarikatta her gün kendimize sormamız gereken bir sorudur. Bugün kime hizmet ediyorum? Bugün öfkeni ve kıskançlığını bir kenara bıraktın mı yoksa hala daha hiçbir şeyi önemsemiyor musun? İşte bugün ona hizmet ediyorsun. Rabbine değil.

Bizler kendimizi anlamak için buradayız. Ancak kendini anladığında Rabbini anlayabilirsin.

Ve min Allahu tevfik.

El Fatiha.

Şeyh Lokman Efendi Hz.

Sahibul Seyf Şeyh Abdülkerim El-Kıbrisi'nin (ks) Halifesi

Osmanlı Dergahı, New York

28 Muharram 1439 October 19, 2017

Sohbetin İngilizce aslına buradan ulaşabilirsiniz.

101 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page