Soru: Bazı insanlar küçük bir sıkıntı ya da imtihanda, imanlarını kaybediyorlar. Bazı insanlarsa en kötü sıkıntılar ve imtihanlar karşısında bile, imanlarından hiç tereddüt etmiyorlar. Bu güç nereden geliyor ve neden herkes için farklı? İmanımı nasıl onların seviyesine arttırabilirim?
BismillahirRahmanirRahim
Destur, Medet.
En önemli olan şey, imanımızı nasıl arttıracağımız ki; bu dünyada Allah’ın (svt) bize iyiyi ve kötüyü neden verdiğini anlayabilelim. Sadece kötüyü değil, iyiyi de. Çünkü bazı insanlar için, kötü olaylar imtihandır ve bazıları için de iyi olaylar. Hiçbir zorluğun olmaması iyidir, zorluğun olması kötüdür diye düşünmememiz gerekir. Yani en önemli olan şey; Allah’ın bizi soktuğu imtihanların hikmetini, bunların bize ne öğreteceğini, bizi nasıl daha iyiye doğru değiştireceğini ve onları geçmenin bizi nasıl yükselteceğini anlamak; bunu anlayabilmek için imanımızı arttırmaktır. Önemli olan budur. Bunu nasıl anlayacağız? Bu Tasavvuf’un, Tarikat’ın, Sufizm’in temellerinden biridir.
Şimdi, sadece iyinin ve kötünün ne olduğunu anlamayacaksın. İyinin ve kötünün hikmetini anlayacaksın. Bu hikmeti anladıktan sonra, kendi gözlerine göre olan iyiyi ve kötüyü yargılamayı bırakacaksın. İyi ve kötüye rehberinin gözleriyle bakmaya başlayacaksın; EvliyaAllah’ın gözleriyle, Peygamberin (sav) gözleriyle, Allah’ın (svt) gözleriyle bakmaya başlayacaksın. Ve sadece olaya, tek başına değil; o olayın etrafındaki her şeye bakacaksın. ‘Bunu buraya getiren neydi?’ diye sorgulayacaksın. O halde, biraz geriye çekilip, ‘Bu bana ne öğretecek?’ diye düşüneceksin ve anlayacaksın. Sonunda da ilerlemiş olacaksın.
Öyleyse şimdi başına gelen her olay, özellikle de sıkıntılar ve imtihanlar diyelim. Artık o sıkıntıyı tek başına, hareket etmeyen, statik, değişmeyen bir şey olarak görmeyeceksin. O sıkıntıya, o sınava, senin imtihanına; çok dinamik, hareketli bir şey olarak yaklaşacaksın.
Eğer sohbette oturuyorsan, Cemaat ile birlikte oluyorsan, Şeyhlerin ve EvliyaAllah’ın sohbetlerini dinliyorsan; onlar Peygamberler ve Evliyalar ve onların yaşadığı zorluklar hakkında konuştuğunda, Peygamberler, Evliyalar ve Salihlerin geçirdiği imtihanlar hakkında konuştuğunda, o zaman onların gözüyle görmeye ve anlamaya başlayacaksın. O zorlukları nasıl gördüklerini ve o zorlukların arkasında olan, Allah’ın (svt) koyduğu hikmeti anlayacaksın.
Buna bir kere bu şekilde baktığında ve anladığında, sonrasında çok fazla karışmazsın. Kendini olayların dışına biraz daha rahat çekebilmeye, daha net görmeye başlarsın. Kendini daha fazla geriye çektikçe, daha net görürsün: ‘Bu neden benim başıma geliyor?’ Çünkü akıllı bir kimse, bir mümin; Şeyhimiz birçok kere söylüyor; bir olaya iyi ya da kötü olarak bakmaz. Her olaya bir rahmet olarak bakar. Eğer iyi bir şeyse rahmettir, eğer kötü bir şeyse yine rahmettir.
Şeyhimizin söylediği, Büyük Şeyhimizin söylediği gibi, ‘Bu olay oradaki rahmet için yaşandı.’ O halde o rahmeti nasıl anlayabileceksin? Onun için bu gözleri, bu anlayışı kullanamazsın. Daha fazla yüksek anlayışa, yüksek görüye sahip insanlarla birlikte oldukça, yavaşça görme biçimin, hislerin ve anlayışın değişmeye başlayacak. Onlarla daha fazla zaman geçirdikçe, nefsini, kendi kimliğini daha fazla bir kenara koymaya başlar ve onların kimliğini alırsın, Allah’ın (svt) ve Peygamber Efendimiz’in (sav) iradesine erişebilmek için onların iradesini alırsın. Allah’ın (svt) yazmış olduğu kaderin güzelliğini daha fazla anlamaya başlarsın.
Bizler başımıza kötü bir şey geldiğinde, ‘Elhamdülillah’ deyip geçen statik, durağan insanlar değiliz. Tabi ki de ‘Elhamdülillah’ diyoruz, ama başımıza kötü bir şey geldiğinde önce, bizler inanan kimseler olarak; ‘Bu benim hatam. Bunun olması için ne yaptım?’ deriz. Eğer başına kötü bir şey gelirse bu söyleyeceğin ilk şey ve bu, Şeyhimizin bize yıllar boyunca öğrettiği şey. Sen ne yaptın? Neden böyle bir olay başına geldi? Deveyi önce sağlam bir kazığa bağlayıp, sonrasında mı güvendin? Deveyi bağlamadın bile. Allah’ın Peygamber Efendimiz (sav) aracılığıyla söylediği hadisi bu şekilde, çünkü Peygamber, Allah’tan geleni konuşur ve o diyor ki; ‘Önce deveyi bağla, sonra Allah’a güven.’ Birçok insan deveyi bağlamıyor bile. Önlem almıyor, sadece Allah’a güveniyorlar. Sonra bir şey olduğunda, Allah’ı suçluyorlar. Bizim yolumuzda, yaptığımız her şey için, Şeyh Efendi söylüyor; ‘Gaflette olma. Uyan. Önünde duran yaptığın şeyin ne olduğunu anla! Ruhsallık hakkında düşünmeye başlamadan önce, fiziksel olan ne varsa, küçük olsun ya da olmasın; sorumluluğun bu önündeki dünya. Onu düzgünce yap.’ Yaptığın sorumluluk sayesinde, tüm diğer büyük ruhsal dersler sana öğretilecek.
Çok fazla kitap okumana gerek yok. Çok fazla oturup durmana da gerek yok. Tefekkürde olduğun için anlayacaksın. İzliyorsun, gözlemliyorsun. ‘Eğer bunu böyle yaparsam, bu olacak. Eğer şöyle yaparsam, bu olacak. Onlar böyle yaptı, çünkü ben düşünmedim.’ Öyleyse, şimdi anlıyorsun; kaza diye bir şey yok. Eskiden hep merak ederdim; neden buna kaza diyorlar? Neden ‘Yolda kaza oldu’ diyorlar. Eğer gerçekten kazaysa neden polis gelip, bu taraf haklı, bu taraf yanlış diyor. Sadece bir kaza değil mi? Kaza demek, kimsenin suçu değil demektir. Öyleyse kimsenin suçu olmayan hiç bir şey yok. Öncelikle, ‘Bunda benim suçum ne?’ diye sorman gerekir. O zaman kontrol eder ve anlarsın. ‘Gafletim yüzünden, daha önce düşünmedim; bu yüzden oldu.’ Böyle dediğin zaman, kazanırsın. O olay senin için bile olsa, senin başına gelmiş olması bile gerekse, Allah’ı suçlamıyor, diğer insanları suçlamıyor; kendini suçluyorsundur. O zaman rahmet bulursun.
Bugün bize öğretilen şeyse, başımıza kötü bir şey geldiğinde, Allah’ı suçlamak, kaderi suçlamak. Peki, bu neden böyle? İyi bir şey olduğunda, ‘Allah’ demiyoruz. Sadece bir ağız alışkanlığı olarak ‘Elhamdülillah’ diyoruz, sonra ‘Çünkü ben bunu yaptım, ben yaptım.’ diyoruz. Ama Allah (svt) söylüyor; ‘Sana ne iyilik gelirse Allah’tandır. Sana ne kötülük gelirse nefsindendir.’ (4:79)
Şimdi tüm mesele senin nefsini anlamanda. Çünkü Şeyhimiz Sahibul Sayf Şeyh Abdülkerim Efendi söylüyor; ‘Mümin kişi, ona bir gül dikeni, bir iğne bile batsa, bunun sebebini bilmeli.’ Çünkü o kişi, devamlı olarak düşünüyor ve anlıyordur. Düşüncen ve anlayışın değişecek. İlk yıl başka, ikinci yıl başka, on yıl sonra başka, yirmi yıl sonra başka olacak; eğer aynı istikamette gidiyorsan. Her şeyi girdiğin ilk anda anlayacaksın sanma. Asla böyle olmayacak. Ama mümin kişi anlamalı, neden olduğunu bilmeli ve mümin olan kişi, iyi olanı alıp, kötü olanı bırakmalı.
Çünkü çoğu zaman, söylediğim gibi kötü görünen bir şeyde, senin için iyi bir şey olabilir. Birçok iyi gözüken şeyde de, kötü bir şey olabilir. Bunun için ayetler var. Sen sadece yargılamayı, ‘Bu iyi, bu kötü.’ demeyi bırakıyorsun. Önce bırak, otur ve bekle. Önce Rab'bine, ‘Estağfurullah’ de, sonra görmeye çalış. ‘Çünkü ben bu adımları atım ve sonunda bu oldu. Bir sonraki sefer böyle yapmamaya gayret etmeliyim.’ Böylelikle rahmet bulursun ve anlayış sahibi olursun. O zaman kötü bir şey bile, iyi bir şeye dönüşür. Çünkü başımıza gelen birçok iyi olay da, kötü bir olaya dönüşebilir.
Bu nasıl olur? Allah bize rahmet ediyor ve biz Allah’ı unutuyoruz. Allah’tan istiyorsun, istiyorsun; dua ediyorsun, ediyorsun ve Allah sana vermiyor. Mesela, bazıları evlenmek istiyor. İstiyorlar ve bu onların zikri haline geliyor. Bunun için yirmi dört saat mescitte kalıyor, durmadan ibadet ediyorlar. Ama bir kere dilekleri gerçekleştiğinde, mescide gelmeyi bırakıyorlar. Hayatlarıyla çok meşgul olmaya başlıyorlar. Bu sadece onlar değil, biziz de. Hepimiz böyleyiz. İstediğimiz şeyi elde edince, birdenbire Allah’ı unutuveriyoruz. Allah’ı unutmasak bile, artık eskisi gibi gerçek bir tutkumuz kalmıyor. Yani bazen kul için, Rab'bine muhtaç olması ve Rab'bine tutkuyla bağlı olması rahmettir. O zaman istediğini elde etmek, rahmetten yoksun olmak demektir. O halde bunun gibi, Sohbette ve Tefekkürde olan insanlarla birlikte ol ve onlara sor. O zaman biraz daha anlayacaksın.
Bizler Allah’ın bizi sınamasını istemiyoruz. Asla Allah’tan bizi imtihan etmesini istemiyoruz. Ama aynı zamanda, yaşanan her olaya, bir ders olarak bakıyoruz. Ve asla, başımıza kötü bir şey gelmeyecek diye düşünmüyoruz. Allah bizi imtihan edecek. Olan her şeye, ‘Estağfurullah, bu bizim de başımıza gelebilir’ demelisin. En azından durup, düşüneceksin; bir şey yapacaksın. Ama anlamamak için direttiğin, kibirlendiğin ve asla senin başına böyle bir şey gelmeyeceğini düşündüğünde; o zaman başkalarına ders olanlardan olursun. Ders almazsan, ders olursun.
Devamlı olarak şükürde olun. Allah’tan istediklerin için, her gün ne kadar çok zaman harcıyorsan; en azından onun yarısını, sahip oldukların için Allah’a şükrederek harca. Kendini, sahip olduklarına şükretmekten çok, sahip olmadıklarını istemekte daha tutkulu görüyorsan, geri adım at ve bunları tekrar ayarla; çünkü Rab'bine karşı adil davranmıyorsun.
Yani sahip olduğun ne varsa, şükret ve o şükrü göster. Allah’a (svt) şükretmek, oturup sadece, ‘Elhamdülillah, Elhamdülillah, Elhamdülillah…’ demek diye düşünme. Hayır, öyle değil. Sahip olduklarına şükretmeyi göstermenin bir yolu, bize istediğimizi vermediğinde de hala şükretmektir. Her şeyi elde etmediğimiz halde, yine de sahip olduklarımıza şükretmek; ‘Elhamdülillah, buna sahibim. O küçük şeyi elde edemedim, o da bana vermiş olduğun mutluluğun zekâtı sayılsın Ya Rabbi. Senden benim için hayırlı olanı açmanı istiyorum. Eğer hayırlı değilse, gelmesin Ya Rabbi.’ Böylelikle Allah’ın isteğini, kendi isteğinin üzerine koymuş oluyorsun. Sadece böyle düşünmek, böyle dua etmek bile; senin nasıl düşündüğünü değiştirir, olaylara nasıl yaklaştığını değiştirir.
Bizler küçük bir şeyle imanlarını kaybedenlerden olmak istemiyoruz. Çünkü iman eden kişi, selvi ağacı gibidir. Her daim yeşildir. Yazın, uzun, güçlü, yemyeşil ve sapsağlam ise; kış geldiği zaman da aynıdır. Büyük Şeyhimiz ve Şeyh Efendi söylüyor, ‘İnanmayan, ikiyüzlü olan kimse kabak bitkisi gibidir. Yazın çok büyüktür, çok hızlı yayılır, her yere gidip, her şeyi aşar. Hava biraz soğuduğunda ise hemen ölür.' Hangi ağaç gibisin, inanlar gibi mi, yoksa inanmayanlar gibi misin; bilmek istiyor musun? Bunun için kendine bakman yeterli. Sadece kendine bak. Küçük bir şey olduğu zaman ya da büyük bir şey olduğu zaman; çok tereddüt ediyor musun, yoksa tutunup, sağlam mı duruyorsun? Seccadeye koşup, başını koyup şöyle mi diyorsun? ‘Ya Rabbi, ben acizim, sevdiklerinin hürmetine, beni senden razı olan kullarından eyle.’
Eğer bununla meşgulsen, bu alıp kırk günde sadece bir kere ya da yılda bir kere hatırlayacağın bir şey değil. Bu aktif olarak düşünmen gereken, canlı tutman gereken şeydir. Bu antibiyotik almak gibi; çünkü biliyorsun ki tüm vücudun saldırıya maruz kalmış. Böyle olduğunda antibiyotiği istediğin zaman alamazsın. Belirli sürelerde, belirli bir şekilde alman gerekir. Eğer bir veya iki gün almazsan, bitmiştir. En baştan yeniden başlaman gerekir. Aklın, nefsin ve şeytanın tarafından ele geçirildiğinde de bu şekilde ruhsal antibiyotikler alman gerekir. En azından, bunu o kadar çok ciddiye alman gerekir.
Varsayımda bulunma. Bilmiyor musun, Allah (svt) Peygamberleri bile imtihan ediyor. Kelimullah Hz.Musa (as) bile imtihan edildi. Firavun’a gittiğinde ve Firavun ona, ‘Ben en yüce Rabbim’ dediğinde, Musa (as) ‘Tek olan Rab'bine dön.’ diyordu. Firavun, ‘Benim Rab olduğumu ispat edeceğim. Tüm dünyaya benim Rab olduğumu göstermek için, Nil Nehrinin akışını tersine çevireceğim.’ Musa (as) gülümsedi, Firavun; ‘Tüm ülkeyi nehrin önüne çağıracağız ve ben nehre emri vereceğim, sende emir vereceksin; hangimiz nehrin tersten akmasını sağlarsa, o doğruyu söyleyendir.’ dedi.
Musa (as) eve gitti, biraz dua etti ve uykuya daldı. Firavun odasına geri döndü, onun odasında gizli bir bölmesi vardı. Kendini oraya kilitledi, sakalını aldı, tavandan sarkan bir iple sakalını bağladı ve tüm gece dizleri üzerinde kalarak Allah’a (svt) yalvardı. Diyordu ki, ‘Ya Rabbi, ben senin kulunum, biliyorsun ben aciz bir kulum, ama ben böyleyim ve senden istiyorum. Yarın benim sözümün yere gelmesine izin verme, beni küçük düşürme. Musa’ya karşı kazanan ben olayım. Biliyorum o doğru yolda.’ Firavun tüm gece boyunca çok açık bir şekilde, samimice Rab'bine yalvardı.
Sabah olunca herkes toplandı ve Firavun, Musa (as)’a ‘Şimdi, göster bize gücünü’ dedi. Musa (as); ‘BismillahirRahmanirRahim’ diyerek, Nil Nehri’ne Allah’ın izniyle geriye doğru akmasını emretti. Nil Nehri itaat etmedi. Sonra Firavun ayağa kalktı ve ‘Sana kendi adımın tüm azametiyle emrediyorum, geriye doğru ak!’ dedi. Nehir durdu ve geriye doğru akmaya başladı. Tüm ülke, ‘Sen bizim Rabbimizsin.’ diyerek Firavun’a secde etti. Musa (as)’ın yanında olan bazı zayıf kimselerde, ‘Sana inanmıyoruz, biz ona inanıyoruz. O bir mucize gerçekleştirdi.’ diyerek secdeye kapandılar.
Musa (as) o gün yenilmişti. Eve döndü, sonra Allah (svt) ile konuşmak için dağa gitti. Allah’a (svt), ‘Ya Rabbi, ben senin Peygamber’in değil miyim? Ben doğru yolda değil miyim? Ben Hakk'ı göstermiyor muyum? Öyleyse neden Firavun’u destekleyip, beni desteklemiyorsun?’ Allah (svt) dedi ki; ‘Ya Musa, Ben en adil olanım. Sen evine gidip, uyudun. O ise tüm gece boyunca dua etti; acizliğini kabul edip bana yalvardı. Benim haşmetim ve adaletim gereği, onun kalbini kıramazdım.’
Bu yüzden hiç birimiz imanımızdan emin olamayız. Çünkü Allah, O’ndan isteyen kulunu sever. O zaman, başına gelen olayları gözlemlediğinde, neden olduğunu anlarsın; en küçük bir şeyden, büyük bir şeye kadar, tüm bunların sadece sana göstermek için, vesileler olduğunu anlarsın. Ve bu senin imanını sarsmaz; senin imanını daha da güçlendirir. Senin kendi gafletin, kendi hatan yüzünden başına büyük bir olay gelirse, bu senin için büyük bir derstir. O zaman anlamış olursun ve hala kendini düzeltmen için zamanın vardır. Hala zamanın vardır ve gelecekte başına bir şey gelirse, o gelecek olan kaza, gerçekleşmeden önce ondan kaçabilirsin. Allah’ın rahmetine, Allah’ın kaderine doğru koşabilirsin. Öyleyse tüm bunlar göz önüne alınıp, düşünülmesi gereken ve uygulanması gereken şeyler.
Bu yüzden herkes Dergâha gelmeli, bu mescitten öğrenebileceğin bir şey değil. Bu kesinlikle televizyondan ya da işinden öğrenebileceğin bir şey değil. Öyleyse antibiyotikleri nereden alacaksın? Bunları uygulamalı ve kendine hatırlatmalısın; böylece kolaylıkla anlayabilirsin ve kendini düzeltebilirsin inşaAllah. O zaman bu gücün, Rabbine teslim olarak geldiğini, Rab'binin isteğine teslim olarak geldiğini ve O’nun isteğinin değil, kendi isteklerinin yanlış olduğunu kabul ettiğinde geldiğini anlarsın. O zaman sana kuvvet gelir.
Ve min Allahu Tevfik,
El Fatiha.
Şeyh Lokman Efendi Hz.
Sahibul Sayf Şeyh Abdülkerim el-Kıbrısi el-Rabbani (ks) Halifesi
Osmanlı Dergahı, New York
18 Safer 1438
18 Kasım 2016