top of page
Yazarın fotoğrafıOsmanli Naksibendi Hakkani

Hac: Hz. İbrahim’in Ettiği Kurbanı Anmak


BismillahirRahmanirRahim

Elhamdüllillah, Elhamdüllillah, Elhamdüllillah, rabbil alemin vessalatu ve salamu ala Resuluna Muhammedin ve ala alihi ve Sahbihi ecmain nahmadullahu te’ala ve nastağhfiruh ve naşhadu an-lailaha ilallahu vahdahu la şerike leh ve naşhadu enne Seyyidina Muhammedin Abduhu ve Habibuhu ve Resuluhu Sallallahu Alayhi ve ala alihi ve ezvacihi ve eshabihi ve etbaihi.

Hulefail raşidin mahdin min ba’di vuzerail immeti alal tahkik. Hususan minhum alal amidi Hulefai Resulillahi ala tahkik. Umara il müminin. Hazreti Ebu Bakr ve Ömer ve Osman ve Ali. Ve ala bakiyati ve Sahabe-i ve tabiin, RıdvanAllahu te’ala aleyhim ecmain. Ya eyyuhel müminin el hadirun, ittakullaha te’ala ve ati’uh. Inna Allaha ma allathina-takav vel-lathina hum muhsinin.Elhamdülillahi Rabbil Alemin. Ve Salatu ve Salamu ala Eşref al-Enbiya’i ve İmam el-Murselin, Seyidina ve Mevlana Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.

Bütün hamdler, Muhammed (sav) Kuluna Kitabı gönderen ve hiçbir eğriliğe yer bırakmayan Allah’a mahsustur:

Hamd, kuluna Kitab’ı (Kur’an’ı) indiren ve onda hiçbir eğrilik yapmayan Allah’a mahsustur. (Allah onu), katından gelecek şiddetli bir azap ile (inanmayanları) uyarmak, salih ameller işleyen mü’minleri, içlerinde ebedî olarak kalacakları güzel bir mükâfat (cennet) ile müjdelemek için dosdoğru bir kitap kıldı. (18/Kehf:1-2)

Bütün hamdler Seyyidina Muhammed (sav)’i Müjde Taşıyıcısı ve Uyarıcı olarak gönderen Allah’a mahsustur.

Tüm salatü selamlar Allah’ın Nimetleri, Allah’ın Lütufları, Allah’ın Zikri, Allah’ın Kılıcı, En Sağlam İpi Seyyidina Muhammed üzere olsun. (Delail Hayrat)

Ve tüm salatü selamlar onun ehl-i beyti ile mübarek sahabeleri, bilhassa Dört Hulefai Raşidin, Hz. Ebu Bekir el Sıddık, Hz. Ömer el Faruk, Hz. Osman el Ğani ve Hz. Ali el Murtaza ile Kıyamet’e kadar onları takip edenlerin üzerine olsun.

Ya Eyyühel Müminun! Ey Müminler! Mübarek Zilhicce Ayı’nın ilk Cuma Günü’ne hoş geldiniz. Mübarek Hac günlerine hoş geldiniz. İnşaAllah yarın Mekke’de toplananlar ibadetlerine başlamak için Mina’ya doğru yürüyüşe geçecekler.

Eğer bizim için hayırlıysa, fiziksel olarak Hicaz kutsal topraklarını ziyaret edebilmemiz, Peygamber Efendimiz (sav)’in ve Şeyhimizin sünnetine uygun olarak, Allah’ın razı olup kabul edeceği şekilde Hac vazifesini yerine getirebilmek için Rabbimizden bize bir gün kapıları açmasını diliyoruz inşaAllah. Amin.

Ey Müminler! Artık Zilhicce günlerindeyiz. Ve bu günler, babamız İbrahim Aleyhisselam Hz.’ni anmamız içindir. Bizler Hz. İbrahim’in milletindeniz. Ey Müminler! Halilullah, Allah’ın Dostu sıfatı Hz. İbrahim Aleyhisselam’a verilmiştir. Ne olmuştu ki, İbrahim Aleyhisselam bu sıfatı kazanacak kadar Rabbine yakın olmuştu? Allah (cc), bize bunun cevabını Kur’an-ı Kerim’de veriyor. Allah (cc), Halil’i Hz. İbrahim (as)’ın sözlerini En’am Suresi’nde muhafaza ederek şöyle kaydetmiştir:

BismillahirRahmanirRahim

“De ki: Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah içindir. O’nun hiçbir ortağı yoktur, ben böyle emrolundum ve ben müslümanların ilkiyim.” (6/En’âm:162-163)

Sadakallahül Azim.

Ve İbrahim Aleyhisselam’ın hayatına baktığımız zaman, evet, sırf Rabbinin rızası için bütün hayatından, tüm varlığından vazgeçtiğini görürüz. Çocukluğundan itibaren, bu dünyadan göçtüğü vakte kadar, sonuçları her ne olursa olsun Hz İbrahim (as) her zaman Hakkı müdafaa etmişti. Şirkin ne kadar şeytani bir şey olduğunu insanlara anlatabilmek için, daha genç yaşta Kabe’deki putları yıkmıştı. Yetişkin zamanında ise gelmiş geçmiş en büyük zalimin, Nemrud’un karşısında durmuştu. Nemrud onu işkence ve ölümle tehdit etse de Hz. İbrahim, Hak için, Hakkı müdafaa etmek için karşısında duruyordu.

En sonunda Nemrud, Hz. İbrahim’i öldürmek istediğinde o zamana dek görülmüş en büyük ateşi yaktı. İnsan suretinde beliren şeytanın fısıldamalarıyla, Hz. İbrahim’i o ateşe atacak makinayı yaptılar.

Şeyhimiz, Sahibul Saif Şeyh Abdül Kerim el Kıbrısi el Rabbani olanları şöyle anlatıyor, “İbrahim Aleyhisselam’ı ateşe atacakları zaman, herkes, bütün melekler onun yardımına koştu. Onlara sordu, ‘Siz de kimsiniz?’

‘Bizler meleğiz,’ dediler.

Hz. İbrahim, ‘Allah şu an beni görmüyor mu?’ diye sordu.

‘Evet,’ dediler.

Hz İbrahim ise, ‘O bana yeter. HasbinAllah ve nimel vekil. O bana yeter. Eğer beni bu ateşte yakmak istiyorsa hiçbir şikayetim yok. O izliyor. Görüyor,’ dedi.

Ve o alevler, onun için Cennete dönüştü. İmanı, Allah’a (cc) olan imanı, o ateşi Cennete dönüştürdü. Her kim böyle bir imana sahip olursa, hiçbir korku duymaz ve hayatı daha bu Dünyadayken cennete dönüşür. Bağlantı orada. Allah (cc) bunu sadece bir kişiye vermedi. Diyor ki, “Hepiniz benim birer kulumsunuz. Sizi ben yarattım. Eğer sıkıca tutunursanız kaybedecek hiçbir şeyiniz yok. Size hem bu Dünyayı hem de Ahireti vereceğim. Sizi bu Dünyadan Ahirete yükselteceğim.”

Hz. İbrahim (as) bu iman ile Rabbinin sevgisini kazandı. Ve yalnızca kendi hayatını feda etmedi, her şeyden çok sevdiği diğer insanların hayatlarını da feda etmeye hazırdı. İlk oğlu Hz. İsmail (as)’i kurban etmeye hazırdı. Birkaç gün içinde, Kurban Bayramı’nda işte bu kurbanı onurlandıracağız.

Fakat aynı zamanda Hz. İbrahim’in, Hz. İsmail doğduğu anda yaptığı fedakarlığı da hatırlamamız gerek. Hanımı olanların, çocuk ve aile sahibi olanların bunu dikkatle dinlemesi gerek. Çünkü bunlar, Hz. İbrahim (as)’ın Halilullah olmasına yol açan iman ve Allah’a duyduğu inanç sayesinde yaşanmış hadiselerdir. Ve onun Milletinden olmak istiyorsak, bizim de bu imanı, bu inancı öğrenmemiz gerek.

Hz. İsmail doğduktan sonra, Hz. İbrahim’e İsmail’i ve annesini cayır cayır yanan çölün ortasında terk etmesi için ilahi emir geldi. Hz. İsmail hala sütten kesilmemişti, o kadar küçüktü. Hz. İbrahim, Hz. Hacer ve Hz. İsmail (as) ile birlikte yürümeye başladı. Tüm ekilmiş toprakları geçtiler. Hiçbir meyvenin, hiçbir yeşilliğin, bir damla suyun dahi olmadığı bir yere varana kadar, bütün dağları ve ağaçları arkalarında bıraktılar. Ve vardıklarında Hz. İbrahim, Hacer ve İsmail Aleyhisselam’ı yanlarında iki günlük bile olmayan su ve erzak ile orada bıraktı ve yürümeye başladı.

Onlarla konuşmaması için emir gelmişti. Kalbinin ne kadar yandığını düşünün. Karısının ona ne kadar inançla bağlı olduğunu düşünün. Hz. İbrahim geç yaşta oğlan sahibi olmuştu ve şimdi oğlunu ve annesini çölün ortasında bırakması emrediliyordu.

Hz. Hacer, kocasının kendilerini orada bırakıp gittiğini görünce arkasından yürümeye başladı ve “Bizi bu vahşi çorak topraklarda bırakıp nereye gidiyorsun ya İbrahim?” diye sordu. Hiç cevap vermedi. Sadece yürümeye devam etti. Hz. Hacer, Allah (cc)’dan gelen bir emri uyguladığını anlayana kadar “Ya İbrahim, neden bizi bırakıyorsun?” diye yalvarmaya devam etti.

“Bunu yapmanı Allah mı emretti?” diye sordu. Hz. İbrahim’in bu soruya cevap verme izni vardı. “Evet,” dedi. İşte o zaman Hz. Hacer, “Sana emri veren Allah bizimle olduğu müddetçe, biz kaybolmayız,” dedi.

Hz. İbrahim onları gözden yitirinceye dek yürümeye devam etti. Daha sonra ellerini kaldırdı ve İbrahim Suresi’nde muhafaza edilen şu duayı etti Allah’a:

BismillahirRahmanirRahim

Rabbimiz! Ben çocuklarımdan bazısını, senin Kutsal Evinin yanında ekin bitmez bir vadiye yerleştirdim. Rabbimiz! Namazı dosdoğru kılmaları için (böyle yaptım). Sen de insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meylettir, onları ürünlerden rızıklandır, umulur ki şükrederler. “Rabbimiz! Şüphesiz sen, gizlediğimizi de, açığa vurduğumuzu da bilirsin. Yerde ve gökte hiçbir şey Allah’a gizli kalmaz.” (14/İbrâhîm:37-38)

Sadakallahül Azim.

Onun duası buydu. Rabbine, “Çocuklarımı sana kurban ediyorum ki, namaz kılanlardan olsunlar,” diyordu. Bu hadisenin kalplerimizi canlandırması ve kendi ailelerimize, kendi çocuklarımıza bakıp, onlara sahip olma nedenimizi sorgulatması gerek. Çünkü Hz. İbrahim’in bu hikayesi, bize kul olmanın ne demek olduğunu ve kurban etmenin hakikatini gösteriyor.

İbrahim Aleyhisselam ve İsmail Aleyhisselam kurban vazifelerini yerine getirip Allah (cc)’a verdikleri ahde vefa ettikten sonra, Kâbe’nin yeniden inşa edilmesi için emir geldi. Sultanul Evliya Şeyh Mevlana Muhammed Nazım Adil el Hakkani, şöyle anlatmaktadır: “Tek bir Taht vardır ve o da Allah için olmalıdır. Bir ülkede bile tek bir Sultan vardır. Yani kalbinizi ya Allah’a vereceksiniz ya da şeytana. Ve kalp Allah’ın Evi’dir, Beytullah’tır. Kalp, Kâbe’dir ve boş değildir. Boş olsaydı, Allah bizi nasıl oraya çağırırdı? Eğer ben burada değilsem, davetimin bir tadı olur mu? Sultan orada mevcut olmadığı vakit, hiçbir davetiyenin değeri kalır mı?”

Allah, insanları, kullarını davet etmek istedi. İbrahim’e, “Rabbimizi nerede ziyaret edebiliriz?” diye sordular. Ve Allah, İbrahim’e oğlu İsmail ile birlikte çöle gidip Evini inşa etmesini söyledi. Siyah taşlarla örülü, dört duvar bir yapı inşa ettiler. Bu 5000 yıl önceydi ve bu yapı hala orada. Kâbe olarak, Beytullah, Tanrı’nın Evi olarak biliniyor. Bitirdikleri vakit Allah, İbrahim’e, “Şu dağa git ve kullarımı çağır. Her kim Beni ziyaret etmek istiyorlarsasa, Evime, Kâbe’ye gelmelerini söyle. Benim Dünyadaki Evim bu. Ziyaretlerini kabul edeceğim. Zorluk yaşamayacak ve Benim korumam altında olacaklar,” dedi.

İbrahim, “Ey Allah’ın Kulları ve Ümmet- Muhammed. Allah’ın Evi’ne gelin,” diyerek insanları davet ediyordu. Ve herkes, henüz yaratılmamış nesillerin tohumları da telbiye okudular:

“Lebbeyk Allahümme, lebbeyk. lebbeyke la şerike leke lebbeyk innel'hamde ve'n ni'mete leke ve'l mülk la şerike lek. Ey Rabbimiz! Senin emrine boyun eğeriz. Senin hiçbir ortağın yoktur. Senin davetine icap etmeye geliyoruz.”

Ey Müminler! Hacc günlerindeyiz. Bu günler, İbrahim Aleyhisselam’ın günleri. Ve bu Hac, gerçek Hac, Babamız İbrahim ve İsmail (as)’ı hatırlamamızı sağlamalı. Bir kişi tefekkür ettiği vakit, “inşa ettikleri ev işte bu,” diyecektir. Ayak izlerinin hala daha durduğu, inşa ederken kendisini yukarı kaldıran taşın bulunduğu Makam-ı İbrahim’i görecekler.

Sefa ve Merve arasından geçerken Hz. İsmail ve Hz. Hacer’i, çölde bırakılışlarını anacaklar. Şeytan taşlarken Hz. İbrahim’in hak için dimdik duruşunu hatırlayacaklar. Ve bir kişi Haccı bu şekilde yaparsa, o zaman Hz. İbrahim ile aynı ruhu yakalayacak, “Namazım, kurbanım, yaşamım ve ölümüm Allah için, Alemlerin Rabbi içindir,” diyecektir. Allah yolunda kurban verenlerin ayak izlerinden yürüyecek ve onlar da kurban etmeye hazır olacaklar.

Bir insan nasıl olur da saat kulesinde oturup ayaklarını Kâbe’ye doğru uzatarak Hac yapabilir? Nasıl böyle bir Hac yapabilir? Nasıl olur da bir insan Mina’ya gidip, zengin insanları fakirlerden ayırmak için tasarlanmış ve bu şekilde pazarlanan klimalı VIP çadırların altında oturarak Hac yapabilir? Lüks büfelerden alışveriş yapıp, Hz. İsmail ile Hz. Hacer’in erzaksız bırakıldıkları yerde yemekleri israf ederek, nasıl Hz. İbrahim ve ailesinin sünnetini takip edebilir? Hz. İbrahim’in inşa ettiği Allah’ın Evi, etrafında köpek dişleri gibi yükselen ve çıplak Bedeviler tarafında yapılmış şeytani binalarla çevriliyken nasıl Babası Hz. İbrahim’i hatırlayabilir? Hac, kibirlenme, böbürlenme, ticaret ve nefse hizmet etmeye yönelik bir ortam olduğunda, bir kişi nasıl gerçek bir Hac yapabilir?

Bugünün Ahir Zaman olmadığını düşünenler Hacca bakmalı, sonra da Kutsal Şehir Mekke’ye bakmalılar. Ve de Peygamber Efendimiz (sav)’in adım adım gerçekleşen Hadisine bakmalılar. ResulAllah (sav) buyuruyor ki,

“Mekke’nin karnı yarılıp, içinden nehir gibi yollar geçtiğinde ve Kutsal Şehir Mekke’deki binalar dağları aştığında, bu alametleri gördüğünüz vakit anlayın ki, Kıyamet yanı başınızdadır.” (Nuaym Bin Hammad, Kitabı Fiten, 1:42)

Bir başka Hadiste ise ResulAllah (sav) Ahir Zaman’daki Haccı şöyle tarif ediyor:

“Kıyamete yakın Ümmetimin zenginleri tatil ve seyahat amacıyla Hacca gidecekler. Orta sınıf olanlar ticari amaçlarla, oradan oraya mal getirip götürmek için yapacaklar. Alimler, ün ve gösteriş için, fakirler ise dilenmek için Hacca gidecekler.”

Bugün Haccın bu şekilde olmadığını söyleyebilecek biri var mı? Ey Müminler! Ahir Zamandayız. Ve Ahir Zaman, artık alim olma zamanı değildir. Yeni çözümler üretme vakti değildir. Konferanslar düzenleyip, üniversiteler yaparak sorunlarımıza nasıl çözüm getireceğimize dair felsefe yapma vakti değildir. Peygamber Efendimiz (sav)’in öğüdünü tutma ve dağa çıkıp Mehdi Aleyhisselam’ı beklemek için Allah Dostunun cübbesine sıkı sıkı sarılma vaktidir. İçinde yaşadığımız zamanın hakikati budur.

Ve eğer buna göre yaşarsak, İnşaAllah, Mekke ve Medine’ye fiziksel olarak gidemesek bile, Allah (cc), inşaAllah niyetimizi kabul eder ve bizi de gidenlerden sayar. Şeyhimiz şöyle söylüyor: “Bu ay Hac Ayı. Dünyanın dört bir tarafındaki müminler Hacca gitmeye hazırlanıyorlar. Gidemeyenler niyet etsin, inşaAllah er Rahman, Allah (cc) onların isimlerini de gidenlerle birlikte yazar.”

Rabbimizden, Allah (cc)’dan niyetimizi kabul etmesini diliyoruz. Hz. İbrahim’in (as) Milletinden sayılmayı diliyoruz. Her daim ResulAllah (sav)’in Ümmetinden olanlardan sayılmayı diliyoruz. Her daim Şeyhimiz Sahibul Seyf’in Müridlerinden sayılmayı ve dünya ahiret onunla birlikte olmayı diliyoruz. Amin.

Şeyh Lokman Efendi Hz.

Sahibul Sayf Şeyh Abdülkerim el-Kıbrısi el-Rabbani (ks) Halifesi

Osmanlı Dergahı, New York

Cuma Hutbesi

7 Zilhicce 1437

9 Eylül 2016

123 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page