BismillahirRahmanirRahim
Elhamdüllillah, Elhamdüllillah, Elhamdüllillah, rabbil alemin vessalatu ve salamu ala Resuluna Muhammedin ve ala alihi ve Sahbihi ecmain nahmadullahu te’ala ve nastağhfiruh ve naşhadu an-lailaha ilallahu vahdahu la şerike leh ve naşhadu enne Seyyidina Muhammedin Abduhu ve Habibuhu ve Resuluhu Sallallahu Alayhi ve ala alihi ve ezvacihi ve eshabihi ve etbaihi.
Hulefail raşidin mahdin min ba’di vuzerail immeti alal tahkik. Hususan minhum alal amidi Hulefai Resulillahi ala tahkik. Umara il müminin. Hazreti Ebu Bakr ve Ömer ve Osman ve Ali. Ve ala bakiyati ve Sahabe-i ve tabiin, RıdvanAllahu te’ala aleyhim ecmain.
Ya eyyuhel müminin el hadirun, ittakullaha te’ala ve ati’uh. Inna Allaha ma Allathina-Takav vel-Lathina Hum Muhsinin. Elhamdülillahi Rabbil Alemin. Ve Salatu ve Salamu ala Eşref al-Enbiya’i ve İmam el-Murselin, Seyidina ve Mevlana Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.
Hamd, alemlerin Rabb’i Allah’a mahsustur. Hamd, Evvel ve Ahir, Zahir ve Batın ve her şeyin üzerinde Kadir olan Allah’a mahsustur. O’nu O’nun sözleriyle yüceltiyoruz; “Bizi buraya eriştiren Allah'a hamdolsun. Eğer Allah bizi doğru yola iletmeseydi, biz doğru yolu bulamazdık. And olsun ki Rabbimizin peygamberleri bize gerçeği getirmiştir.”(7:43)
Bütün salat ve selam Son Peygamber, Seyyidima Muhammed (sav) üzerine olsun. Allah'ım! Nûru mahlûkattan önce yaratılan , zuhûru âlemlere rahmet olan Efendimiz ve Sahibimiz Muhammed salallahu aleyhi ve sellem'e; geçmiş ve gelecek mahlûkatın sayısınca, kullarından saîd olanlar ve şâki olanlar sayısınca salât-ü-selâm getir! Tüm salat ve selam Hulefa-i Raşidin, Hz. Ebubekir Sıddık, Hz. Ömer’ül Faruk, Hz. Osman-ı Zinnureyn ve Hz. Aliyy’ül Murtaza ile Kıyamet Günü’ne kadar onlara iman eden tüm inananların üzerine olsun.

Ey iman edenler! Hoş geldiniz! Bu mübarek Cuma gününe hoş geldiniz. Rebiülahir ayının bu Cuma gününe hoş geldiniz. Gavsul Azam Şeyh Abdülkadir Geylani (ks) ve Hz.Muhyiddin İbni Arabi (ks)’nin mübarek Arus günlerini geçirdiğimiz bu günlere hoş geldiniz. Bu günlerde onların duaları üzerimizde olsun inşaAllah.
Ey iman edenler! Allah (svt) Kuran Kerim’de buyuruyor;
BismillahirRahmanirRahim.
“Ey iman edenler! Allah'a itaat edin. Peygamber'e itaat edin ve sizden olan dürüst liderlerinize de itaat edin.” (4:59)
Peygamber Efendimiz (sav) Hadis-i Şerifinde söylüyor;
“Sultan, yeryüzünde Allah’ın gölgesidir. Zayıflar ona sığınır, mazluma o vasıta ile yardım olunur. Kim dünyada Allah’ın sultanına ikramda bulunursa, Allah’ta Kıyamet gününde ona ikramda bulunur.”
Ey iman edenler! Yeryüzündeki en karanlık günlerde yaşıyoruz. Adem (as)’dan Seyyidina ResulAllah’a(sav) kadar, her Peygamberin insanları uyardığı karanlık günleri yaşıyoruz. Peki, bunun sebebi nedir? Çünkü yeryüzünde bir yönetici yok. Bugün ile tarihte geçen tüm zamanların her bir dönemi arasındaki farkı anlayın.
Peygamber Efendimiz (sav) söylüyor;
“İsrâiloğullarını her zaman Peygamberler yönetti. Bir peygamber ölünce, yerine bir başka Peygamber geçerdi. Fakat benden sonra Peygamber gelmeyecek, benden sonra pek çok halife gelecektir.”
Bunun üzerine Ashâb-ı Kirâm, “Yâ Resûlallah! Bize bu konuda ne yapmamızı emredersin?” diye sordular. Resûl-i Ekrem (sav) şöyle buyurdu: “Halifelere başa geçiş sırasına göre bîat edin. Sonra onlara karşı görevinizi yapıp itaat edin. Zira onların size karşı görevlerini yapıp yapmadıklarını, Cenâb-ı Hak onlardan soracaktır.”
Bizim, öncelikle tarihi anlamamız gerekir. Mübarek Peygamberimiz (sav) hadisinde de açıklıyor. Allah(svt) insanlığa her zaman bir halife göndermiştir, sadece içinde yaşadığımız bu Ahir Zaman bunun dışındadır. Fakat 21.yy’ın Müslümanları içinde olduğumuz durumun farkında bile değil. Daima gafletteler. Çünkü tarihi anlamıyoruz, bilmiyoruz.
Ahir Zaman’ın karanlığında, daima gerçeğin sesi olan, Şeyhimiz Sahibul Saif Şeyh Abdülkerim el-Kıbrısi el-Rabbani (ks) söylüyor;
“Bugünün Müslümanları tarihlerini bilmiyorlar; bu onların en büyük hatası. Önce tarihi öğrenmeliyiz. Geçmiş sayfaları açın ve biraz geriye gidin. Sorunun nerede başladığını ve çözüldüğü zaman, nerede çözülmüş olduğunu görün.”

Eğer tarihimizi anlamazsak, bu günlerin ne kadar korkunç halde olduğunu göremeyiz. Ahir Zaman’ın bu karanlığını anlamak için, geçmişte ne olduğunu bilmemiz gerekir. Hilafet sisteminin ne olduğunu bilmemiz gerekir; Saltanatın ne olduğunu bilmemiz ve kaldırıldığında ne kaybettiğimizi anlamamız gerekir. İslam’ın içindeki ve dışındaki düşmanları Hilafet ’in despotik bir zulüm sistemi olduğunu düşünmemiz için bizim beynimizi yıkadı. Bizim kendi dilimizle, kendi soyumuzla, kendi tarihimizle bağlantımızı kestikleri için; bizler bu yalana inandık. Ama hiçbir şey gerçeğin önüne geçmez.
Hilafet sistemi, bu dünyada yaşanan en mükemmel, en adil, en huzurlu devlet sistemiydi. Birçok şüpheci kimse, bunu duyunca karşı çıkarak, “Abartıyorsun, tarihi aklamaya çalışıyorsun.” diyecek. Fakat, tarihe bakın ve görün. Peygamber Efendimiz’in (sav) amacı neydi? Adalete dayalı bir toplum kurmak, İlahi yasalara dayanan bir medeniyet oluşturmaktı. O, insanları karanlıktan aydınlığa çıkarmak için gönderildi.
Hz. Cafer bin Ebu Talib, Habeşistan’a göç ettiklerinde, Necaşi’ye , Habeş Kralı’na şöyle açıklıyor;
“Ey Kral! Bizler şeytanın oyuncağı olan cahil bir topluluktuk. Putlara tapar, ölünün leşini yerdik. Bütün kötü emellerle işbirliği içindeydik, akrabalık bağlarını, komşuluk haklarını gözetmezdik. Aramızdaki güçlü kimseler, zayıf olanlara zulmederdi. Ve sonra Allah bize, bizden biri olan, Peygamberini gönderdi. O ailesini de çok iyi bildiğimiz, aramızda dürüstlüğü ve güvenilirliği ile zaten övülen biriydi. Bizi bir eşi ve benzeri, başka ortağı olmayan, tek olan Allah’a yöneltti. Bizleri Allah’tan başka hiçbir şeye ibadet etmemeye çağırdı. Bizi atalarımızdan kalan putperestliği, kendi ellerimizle taştan ve çamurdan yaptığımız putlara tapma alışkanlığını terk etmeye çağırdı. Bizi doğruyu söylemeye, sözlerimizi tutmaya, birbirimizi ziyaret ederek akrabalık ilişkilerimizi kuvvetlendirmeye, komşularımızla iyi ve sıcak ilişkiler geliştirmeye yöneltti.”
Ve bu Peygamber Efendimiz’den (sav) sonra da bitmedi. Hz. Ebu Bekir’in idaresinde, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali’nin idaresinde, İslam Doğu’dan Batı’ya, İran ve Bizans İmparatorluklarında yayılmaya devam etti. İslam ulaştığı her yerden, cahillik ve zulmü uzaklaştırıldı. İslam’ın adaleti sadece Müslümanlar için değil, tüm insanlık içindi. Hz. Ömer el-Faruk(ra) bu dünyadan göç etmeden önce şöyle bildirdi;
“Benden sonraki Halife, Müslüman olmayan vatandaşlara nazik olmakla, onlarla uzlaşma yapmakla, onları korumak ve onlara kaldırabileceklerinden fazlasını yüklememekle yükümlüdür.”
İslam nereyi yönettiyse orada huzur vardı. Sadece Dört Halife Devrinde değil, Emeviler zamanında da, Abbasiler zamanında da böyleydi. İslam’ın adaleti ve huzuru Devlet-i Aliye yani, Mukaddes Osmanlı İmparatorluğu ile zirveye ulaştı. Üç milyon kilometre kareden fazla toprak, 35 milyondan fazla insan, Osmanlıların himayesi altındaydı. Tarihte en çok etnik çeşitliliğe sahip imparatorluk onlardı; sadece Türkler ve Araplar değil; Yunanlar, İranlılar, Kürtler, Slavlar, Afrikalılar, Bosnalılar, Makedonlar, Lazlar, Ermeniler ve Yahudiler ve daha birçoğu. Osmanlılar 700 yıldan fazla süre, tüm İmparatorluk sınırlarında, huzur ve adaleti sağladılar. Hatta tarihçiler, Osmanlı yönetimi zamanını ‘Pax Ottomana’ Barış Zamanı olarak adlandırmıştır.

Osmanlılar bu kadar geniş topraklar ve bu kadar fazla sayıda insanın bir arada nasıl adaletle, huzur içinde kalmasını sağladılar? Peygamber Efendimiz’in (sav) yolunu takip ederek, Allah dostlarına saygı ve hürmet göstererek… Sultan Osman Gazi, Osmanlı Devletinin kurucusu, oğlu Sultan Orhan’a verdiği tavsiye şöyleydi;
“Ey oğul! Tüm diğer işlerden önce, din meselelerinde dikkatli ol. Dini kurallar sağlam bir temele oturmalıdır. Dini sorumlulukları dikkatsiz, imansız, günahkâr veya düşüncesiz, umursamaz, deneyimsiz insanların eline verme. Devletin idare işlerini asla böyle insanlara bırakma. Çünkü Yaratandan, Cenab-ı Hakk'tan korkusu olmayanın, yaratılmış olandan korkusu yoktur. Buraya aciz bir kul olarak, buna layık olmasakta Allah’ın yardımı ile geldik, bundan ders al. Yolumu izle; Din-i Muhammedi’yi, iman edenleri ve seni izleyenleri koru. Allah’a ve kullarının hakkına saygı göster. Bu yolda senden sonra gelenlere tavsiye vermekten çekinme. Adaletin saygınlığı, zulmün son bulması için giriştiğin her işte, Allah’tan yardım iste.”
Osmanlıların sahip olduğu, Peygamber Efendimiz’e (sav) hizmet etmeye, EvliyaAllah’ı izlemeye ve Din-i Muhammedî’yi korumaya bağlı bu ruh, son Sultan’a kadar devam etti. Sultan Abdülhamit Han, Cennet Mekân; imparatorluk her taraftan kuşatıldığında ve çok zayıf bir durumda olduğunda, ona Kudus’ü satması için milyon poundları teklif ettiler. Peki, onun cevabı neydi?

“Bana tüm Dünya’nın ağırlığı kadar altın verseniz de bu teklifi kabul etmem. İslam Milleti’ne ve Ümmet-i Muhammed’e otuz yıldan fazla hizmet ettim. Asla Müslümanların, babamın ve atalarımın, Osmanlı sultan ve Halifelerinin mirasına tek bir leke sürülmesine izin vermedim. Benden istediğinizi asla kabul etmem.”
Sultan Abdülhamit Han’ın duruşunu gösterdiği sözlerine bakın. O günden sonra ne oldu? Allah’ın yeryüzündeki gölgesi tahtan adım adım uzaklaştırılmaya çalışıldı. Ondan sonra ne oldu? Yeryüzünde durmaksınız süren katliam, cefa, zalimlik ve savaşlar… Dünyanın sadece bir yerinde değil, her bir köşesinde. Hilafet sistemi kaldırıldıktan sonra huzur da yeryüzünden kaldırıldı.
Ey iman edenler! İşte bu ne kaybettiğimizdir. Hilafet kaldırılınca kaybettiklerimiz ortadadır. Bunu kaybedenler sadece Müslümanlar değil, tüm insanlardır. Hilafet kaldırıldığından beri, tüm Ademoğlulları onurunu ve insanlığını kaybetti. Fakat 21.yüzyılın Müslümanları halife olmamasının keyfini sürüyor. Çünkü Hilafet kaldırıldıktan sonra, tüm sapkın, inançsız, şeytani fikirler hayat buldu. Müslümanlar şöyle söylüyor; “Halife yok, öyleyse Harici İslam’a sahip olabiliriz, ISID İslamı’na, feminist İslam’a , sadece Kuran’a dayanan İslam’a sahip olabiliriz. Ne istersek yapabiliriz.” Çünkü şeytanın kapıları sonuna kadar açık ve İslam’ın düşmanları, Halife olmadığı için, istedikleri her türlü zalimliği ve kötülüğü yapıyor.
Bizler şu anda Ahir Zaman’dayız. Şimdi şu soruyu yanıtlamamız gerekiyor; “Bizler Hilafet sistemini istiyor muyuz, yoksa istemiyor muyuz?” Hayır, ISID’in sahte halifelerini ya da Harici Vahhabi şeytanların sahte halifelerini söylemiyoruz. Bütün ümmet kendine sormalı; kendimize sormalıyız; “Osmanlılardın geri dönmesini istiyor muyuz? Sultanların geri dönmesini istiyor muyuz? Hilafet sisteminin geri getirilmesini istiyor muyuz?”
Bunu istemeyen kimse, çok tehlikeli bir konumdadır. Hilafetin geri gelmesini isteyen, bunun için dua eden, yalvaran her kimse, kesinlikle Hz. Mehdi (as)’ın tarafında olacaktır. Kalbinde bu umudu taşıyan her kimse, endişesi olmasın; Osmanlılar geri gelecek. Bu Allah’ın vermiş olduğu sözdür, Habibulllah’ın sözüdür. Ancak umut etmekte, dua etmekte yeterli değildir. Sahabe-i Kiram, İslam’ı yaşamak ve yaşatmak için sadece umut edip, dua etmedi. Onlar kendilerini değiştirdiler. Çevrelerini değiştirdiler. Feda ettiler. Eğer samimiysek, öyleyse bizlerde bunun bir parçası olmalıyız. Ve bunun tek yolu, Mehdi (as)’ın yolunu hazırlayan Osmanlıların varislerine bağlı kalmaktır.
Ey iman edenler! Ey müridler! İmanınızı koruyun ve kalplerinizi diri tutun. Bu zamanın Osmanlısı Şeyhimizin ruhuna göre yaşamalıyız; o bizlere öğretiyor, “Biz Osmanlıyız ve pek şanlıyız.” Allah bizi bununla şereflendirdi. Bugün birçoğu bunu bıraktı. Birçoğu da Osmanlılara saldırıyor. Onlar istediklerini yapabilirler, bunun bir önemi yok. Allah Osmanlıları yüceltiyor ve onlar bu yüzden yücedirler. Bizler de onları yüceltmekle şeref buluyoruz ve onları yüceltmeye devam edeceğiz. Biz hiçbir şey için iyi değiliz. Bunu biliyoruz. Onların yaptıklarını yapmak bizim içim imkânsız. Ama en azından; “ Ya Rabbi! Onları seviyoruz. Onların yaptıklarını da seviyoruz, çünkü onlar senin ve Peygamberinin hürmetine yaptılar.” diyoruz.
Ey iman edenler! Osmanlıları daha fazla sevmeli, onlara daha fazla saygı göstermeliyiz. İşte o zaman, Büyük Şeyhimizin, Evliyalar Sultanı Şeyh Mevlana Muhammed Nazım Adil el-Hakkani’nin (ks) dualarına inşaAllah-u Rahman nail olabiliriz. Evliyalar Sultanı duasını böyle dile getiriyordu;
“Allah(svt) bize iyi günleri görmeyi, Mehdi(as)’ı görmeyi, İsa(as)’ı görmeyi, onların hizmetinde bulunarak şereflenmeyi nasip etsin. Benim çocuklarım, torunlarım, Muhammed (sav)’in ümmeti inşallah-u Rahman İslam’ın sancağını taşıyacaklar. Biz savaş topları ya da uçakları istemiyoruz. Bizim tekbirimizin heybetli sesi dünyayı titretecek! Geliyor, İslam geliyor! Şeytan’ın saltanatı yıkılacak ve Er-Rahman tarafından tayin edilen Sultan bu dünyayı yönetecek.”
Bizler buna inanıyoruz ve onlarla birlikte olmayı ümit ediyoruz. Amin. Amin. Amin.
Şeyh Lokman Efendi Hz.
Sahibul Sayf Şeyh Abdülkerim el-Kıbrısi el-Rabbani (ks) Halifesi
Cuma Hutbesi
Osmanlı Dergahı, New York
12 Rebiülahir 1437 22 Ocak 2016
Comentarios